Yönetmen Andrei Tarkovski sıradan bir adam değil. Filmlerini seyrederken, Rus romanlarını okuyormuş gibi hissediyor insan. Tarkovski, Aleksandır Puşkin ve Lev Tolstoy'dan istifade etmiş. Filmdeki poetik ahenkle dünyaya bakışına dair birkaç ipucu yakalayabilir seyircisi. Tarkovski'nin neşeli insanlara tahammülü yoktur, senaryoları "yakıcı gerçekler" üzerine kuruludur. Zaten kendisi de, "Neşeli insanlar beni yanıltır, kanaatimce neş'e insanın ancak çevresini ve içinde yaşadığımız şartları kavramamasından kaynaklanıyor." diyor.

Tarkovski Rus sinemasına sadece hâdise örgüsünde farklı bir veçhe, kurgu, resim ve sair şeyler katmadı, muhakkak Rus fikir ve sanatının birikimlerini de elinden geldiğince oraya aktardı. Mesela Nostalji filminde başroldeki şair, memleketine hasretmiş gibi gözükse de işin aslı o kadar basit değildir: "Başrol giderilmesi imkânsız bir hasretin hastasıdır... Neyi özler? Gerçeği, gerçek hayatı özler."

Yönetmene göre dünyaya mutlu olmaya gelmedik. Tarkovski, 1984 yılında çekilen bir belgeselde, mutluluk hakkındaki düşüncelerini paylaşırken, "mutlu" kelimesinin gerçeği yansıtmadığını söylüyor. Ona göre, dünya mutlu olabileceğimiz bir yer değil, savaşmak ve mücadele etmek için buradayız. İçimizde hem iyilik, hem de kötülük mevcut, insanın mücadelesi buymuş...

Kadına Dair
Kasım 1983'te gazeteci, psikiyatrist İrene Brezna, yönetmenle bir mülakat yapmış:

Brezna: "Filmlerinizi ruhumun derinliğinde duyuyorum; hâdiselere bakışınız da bana yabancı değil... Ancak, kadın olarak filmlerinizde kendimi göremiyorum. Eserlerinizde kadın klasik bir rol oynuyor, siz yalnız erkeğin dünyasını yansıtıyorsunuz; ve erkeğin bakış açısından, kadın sadece bilmece... Seven, erkeğini anlayan ve bütün varoluşu ancak erkekle ilişkisinde beliren bir kadın var filmlerinizde."
Tarkovski ise şu cevabı veriyor: "Bu mevzuyu hiç düşünmedim; 'kadının iç dünyasını' demek istiyorum... Kadına, kendine has bir iç dünya sunmak çok güç, bunu yapmak da istemiyorum. Kadının bir iç dünyası var; ama kanaatimce kadının iç dünyası, birlikte yaşadığı erkeğe sıkı sıkıya bağlı. Bence, kadının yalnız olması hiç de tabiî bir durum değil... Birlikte yaşadığınız erkekten, hayatınızı sizinkine bağımlı kılmasını mı istiyorsunuz?"

Yine Brezna: "Hiç de değil... Ben kendi dünyamı yaşayayım, erkek kendi dünyasını yaşasın!"

Yönetmen: "Bu mümkün değil; çünkü kadın ve erkek kendi dünyalarını yaşarlarsa, onları bağlayan hiçbir şey kalmaz... Kadın ve erkeğin iç dünyalarının müşterek bir dünya oluşturmaları gerekir; eğer bu olmazsa, kadın ve erkeğin beraberliği mutsuz, uyumsuz ve giderek ölmeye mâhkumdur... Bir kadının erkeğini değiştirmesi bana çok garip geliyor; önemli olan onun kaç erkeğin karısı olması değil, önemli olan bir ilke... Kadın, bu ilişkileri ve bu evlilikleri bir hastalık gibi çeker; yani, kadın bir hastalığa tutuluyor, sonra diğerine, sonra yine bir diğerine... Sevgi öylesine bütün bir duygudur ki, bir kere daha tekrarlanması imkânsızdır; ne durumda olursa olsun imkânsızdır... Kadın bu duyguyu tekrarlayabiliyorsa, o zaman sevgi onun için mânâsız demektir.”

Brezna: “Kadının tabiatını bildiğiniz kanaatinde misiniz?”
Tarkovski: “Bu mevzuda bir düşüncem var, tıpkı sizin gibi!”
Brezna: “Ama ben kadın olarak kendimi derinliğimden tanıyabiliyorum...”

Tarkovski: “İnsanın hükme varabileceği en zor vakıa kendisidir... Kendi dünyasını koruyabilme çabası gösteren kadınlara şaşırıyorum; bence kadın olmanın mânâsı, kadınca sevginin kabiliyeti ve onun fedakârlığında yatar... Kadının büyüklüğü de bu; ve böyle kadınlara saygı duyuyorum... Böyle kadınlar da tanıyorum.”

Honore de Balzak'a göre de, "Kadının vicdanı dipsiz uçurum gibidir."

Filvaki kadın erkeksiz, erkek de kadınsız olur mu hiç? Röportajdaki ifadeleri göz önünde bulundurup, kadınların günümüzdeki ahvâlini bir düşünecek olursak haklı bulmaz mıyız yönetmeni? Bütün hikâye, roman, filmlerde kadın ya birinci yahut ikinci başroldür. İhtimal ki, asırlardır soruluyordur şu: Erkekler kadınları anlar mı? Ben de soruyorum erkeksiz kadın, kendini anlar mı?


Baran Dergisi 695.Sayı