Amerikan şeysi Trump, Erdoğan’a mektup yazmış. Erdoğan da cevabını Barış Pınarı Harekâtı’nı sahada başlatarak vermiş. Buradaki kuyrukçuları, bu aşağılık mektubu yazan Donald Trump’a değil de, mektup yazılan Erdoğan’a hücum ediyorlar. Bunlar, içlerinden nasıl geçiyorsa öyle davranmayı “sanat” hâline getirmiş zavallılar…

Bu kadarını beklemiyorlardı.
“Amerika’ya kafa tutacak bir yiğit.”

Kolay mı öyle? “Senin karşında koskoca Amerika var!” diyen kimi andavallar, bekledikleri günün nihayet geldiğine inanmışlardı. Tayyip bir şey yapamayacak, köşeye sıkışacaktı. Bunlara göre “elle gelen düğün bayramdı.” Saddam Hüseyin ve Kaddafi’nin başına gelenleri sık sık hatırlatarak “Senin sonun bu olacak!” nağmelerini boşuna okumuyorlardı.

Amerika’yla gelseler bile bunu solcu, sosyalist, halkçı, hümanist, devrimci gibi görünen unsurlardan başkası “yapamaz”dı.

Gezi Parkı olaylarında boşuna mı el ele birlikte halay çekmişlerdi.
Tayyip’i devirme derdine düşenler nasıl da birleşmişlerdi.
PKK’yı sahaya sürenlerle onlara karşı imiş gibi duranlar aynı gayeye baş koymuşlardı.

Deviremedikleri için Fırat’ın doğusunu PKK ile tahkim ettiler. Türkiye ekonomisini abluka altına aldılar. İçerdeki maşalarını her koldan sahaya sürdüler.

PKK kartını masaya yatırdılar. Türkiye ise, “şah” diyenleri “mat” edecek tedbirleri almıştı.
Şimdi Barış Pınarı Harekâtı’nın ikinci safhasındayız.
Amerika sözde Fırat’ın doğusundan tasını tarağını toplayıp çekti gitti.
Çekip gitti mi?
Nereye gitti?

Irak’a, Suriye’nin biraz daha güneyine, yani biraz öteye! Türkiye’nin güvenli bölge ilan ettiği sınırların dışına çıktı. Çıktı; ama hâlâ buradalar.

İçimizdeki Amerika ne olacak?
Üsleri, görünür görünmez diğer unsurları ile birlikte hepsi?

Gerçek bir zafer, onların bu coğrafyadan def edilmesi ile mümkün. Kendi öz sistemini kurup her şeyi yerli yerine oturtmadıktan sonra, zafer hikâye.

Barış Pınarı Harekâtı ile Amerika’nın kuyruğuna basıyoruz, Arap Birliği ülkeleri bize karşı cephe alıyor. Mutabakat sonrası sus/pus olup oturup beklemeye başlıyorlar. Türkiye’ye savaş açmaktan dem vuran Fransa ve AB ülkeleri bekle/gör moduna girdiler!
Suriye rejimi fırsattan istifade Amerika’nın çekildiği yerlere yerleşiyor.

Sonuçta Rusya ile Amerika arasında kalan Türkiye, kendi geleceğini korumak için elinden geleni yapıyor-yapacak.

Ancak, Türkiye bu coğrafyada yaşayan insanların dertlerine derman olacak çareler üretmeli. İnsanlığın ufkunu açacak doğru fikirler bütün dünyaya buradan yayılmalı.  

Bugüne kadar, Amerikan çıkarları uğruna hayatlarını feda eden insanlar onların kucağına bilerek, isteyerek itildi.
Bu durum Türkiye ve Ortadoğu’da tatbik edilen yanlış sistem ve ideolojilerin tabiî bir sonucuydu.

Şimdi biz o sonuçlarla mücadele ediyoruz. Kendi varlığımızda istiklâlini ilân edecek doğruları bir tarafa bırakıp yok sayarak, onun bunun dayatmalarını, ilkelerini ülkü hâline getirerek sonuç almamız mümkün değildir.

Düşmanlarımızın dahi kendilerini emniyette görecekleri mutlak fikir sistemini devlet aygıtının tamamına tezatsız bir bütün hâlinde hâkim kılmaktan başka çare yoktur.

— “Sarı saçlı, mavi gözlü adam, bir taraftan piposunu çekiştiriyor, diğer taraftan da yarı Türkçe yarı İngilizce kelimeler kullanarak karşısındakilere derdini anlatmaya çalışırken şunları söylüyordu : ‘Siz Türkleri anlamak mümkün değil. Nasıl oluyor da bir İslâm devriminin eşiğinde olduğunuzu göremiyorsunuz!’ ... Sözlerin sahibi, Andrew Craig adlı bir Amerikalı idi. Ülkesinde Türkiye ile ilgili doktora yapmıştı ve kendini tam bir Türkiye uzmanı sayıyordu. Elinde tuttuğu dergide, gazlı ‘yeşil’ kalemle altını çizdiği satırları Türk dostlarına gösteriyor ve böylece telâşının boş olmadığını kanıtlamaya çalışıyordu. Amerikalı oryantalistin elinde tuttuğu dergi, son yıllarda BÜYÜK GELİŞME GÖSTEREN İslâmî yayınlardan biriydi ve Necip Fazıl'a yakın bir İslâmcı ideolojiyi savunduğu bilinmekteydi. Altı çizili satırlarda ise şu görüş ileri sürülmekteydi: İslâmî dünya görüşüne bağlı bir tarih ve hâl muhasebesi yaptığımızda, içinde bulunulan Türkiye'de büyük bir Îslâmî zuhur, gerçek bir İslâm inkılâbı bekleniyor!»
 
— «Büyük bir zuhur!.. Onu bekliyoruz!..» (1)

(1)Necip Fazıl’la Başbaşa-Salih Mirzabeyoğlu, İbda Yayınları, Sh: 333-334


Baran Dergisi 667. Sayı