“Her sanatkâra imparatorluk tacı tiyatrodur” der ve 1964’te verdiği “Tiyatro ve Tesiri” isimli konferansında Eski Yunan’dan günümüze kadar dünya tiyatro tarihini anlatır. “Necip Fazıl ve Tiyatro” başlıklı makalesinde Yasin Çetin şöyle yazar:
“Necip Fazıl, 2 Nisan 1964’de verdiği yaklaşık iki saat süren “Tiyatro Ve Tesiri” konferansında hazırlıksız geldiğini mevcut sermayesiyle konuşacağını söyler. Akabinde, “Belki mevcut sermayem size yetebilir” diye bir latife yaptıktan sonra Antik Yunandan başlayarak günümüze kadar Dünya tiyatro tarihini detaylarıyla anlatır. O iki saatte anlattığı akademik bilgiler, Türkiye’de bugün konservatuvarlar ve güzel sanatlar fakültelerinin drama, tiyatro ve oyunculuk bölümlerinde iki yıl süren “Drama Tarihi” dersi olarak verilmektedir. Şu anda Avrupa’da “Tiyatronun İncil’i” yakıştırmasıyla elden ele her tiyatrocunun defalarca hatmettiği Oscar Brockett’in “History of the Theatre” kitabı 90’ların sonunda basılmış ve Türkiye’de bu kaynaktan sonra en etkin kaynak olmak özelliği taşıyan Prof. Dr. Özdemir Nutku’nun “Dünya Tiyatrosu Tarihi” kitabı ise 1971’de basılmıştır. Necip Fazıl ise bu konferansını 1964’de vermiştir. Bu konferans bu kitapların eksiksiz özetidir. Buradan Necip Fazıl bu alanda eser vermeden önce tiyatroyu en az bir tiyatro akademisyeni gibi hıfzettiğini ve Cumhuriyet dönemi Türk Tiyatrosu’nda nasıl bir yere müstahak olduğunu görüyoruz. Ama bugün akademilerin tiyatro bölümlerinde adı çok nadir geçiyor, orası ince bir mesele. O zamanlar dünya tiyatro tarihi ile alakalı ne Osmanlıca ne de Türkçe kaynak vardır. Hatta 1964’de bütün dünya drama tarihini kapsayan toplu bir kaynağın Türkiye’de var olduğunu da pek sanmıyorum. Bu kadar tiyatro bilgisini o yıllar ülkede bilen kişi sayısı beş ya da on’u geçmeyeceğini söyleyebilirim.” (*)
Üstad Necib Fazıl “Konuşmalar” isimli eserinde tiyatro hakkında şöyle der:
“Ön tarafı açılır-kapanır bir mikâp (küp) içinde hayatı yakalamak… Kapana kıstırır gibi… Tiyatro budur. Aslında zamandan başka bir şey olmayan hayat, hangi mekân içinde akarsa aksın, onu belli-başlı anlarıyla, üstüne böyle bir mikâp atarak tutabilirsiniz. Zaten her hâdisenin üstünde, ressamın kurşun kalemiyle çizip sonradan sildiği bölüm çizgileri gibi, böyle bir görünmez mikâp vardır. Onu görünür hâle getirmek, içindeki hâdiseyi tutmaktır. Kemmiyet sürüsünden çıkarmak, silinmekten kurtarmak, süzmek, özleştirmek…
İşte tiyatro, her vakit, farkında olmadan giydiğimiz bu şeffaf mikâbın, bütün hayata külâh gibi geçmiş ve içtimaî müessese hâlinde billûrlaşmış ta kendisi… O, içinde hayatı öğüttüğü, ön tarafı açılır-kapanır mikâbın esrarlı dört köşesiyle, açıkta, göz plânında… Rüya, maddeye aktarılmışçasına… Yeri de, sanat hisarının en yüksek burcu…”
O’nun tiyatroyu mânâlandırışındaki derinliğe karşın, Türkiye’de doğru düzgün yerli bir tiyatro geleneğinin oluşmamış olması, Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen eserlerin neredeyse tamamının tercüme olması, hatta Üstad’ın eserlerinin dahi sahnelenmiyor olması tuhaf bir durumdur. (Not olarak belirtelim, “Reis Bey” isimli tiyatrosu bu yılın Nisan Mayıs aylarında Şehir Tiyatrolarında sahnelenmişti.) Öyle ya, Tiyatro tarihi hakkında bir tercüme eser dahi bulunmayan 1964 yılında “Tiyatro ve Tesiri” başlıklı bir konferans veren, üstelik bu konferansında geniş bir tiyatro tarihi verip, derin bir tiyatro sanatı tahlili yapan Necip Fazıl’ın bu ülkede Tiyatro denince ilk akla gelmesi gereken kişilerden olması gerekirken, bu konuda derin bir sessizlik var.
13 Kasım’da yine İKSV’nin organizatörlüğünde, yine Koç sponsorluğunda, 21. Tiyatro Festivali başlıyor. Biletleri neredeyse tükenmiş durumda. Televizyonlarda, bilboardlarda, radyolarda reklamlarını görmeyen kalmamıştır. “Tiyatro Bağımsızlık Yapar” sloganıyla, oldukça güzel bir afişle duyurdu İKSV Tiyatro festivalini.13 yerli ve 9 yabancı tiyatro, festival boyunca 26 Kasım’a kadar izlenebilecek.
Şimdi dikkatlerinize yabancı konukların tiyatrolarından bir örnek sunayım:
Antik Yunan tiyatrosunun efsanevi yönetmeni Theodoros Terzopoulos’un kurucusu ve yönetmeni olduğu “Attis Tiyatrosu”, “Bir Daha” isimli oyunu ile, Shakespeare’in ölümsüz oyunu “III. Richard” ise çağdaş tiyatro sahnesinin en heyecan verici isimlerinden Thomas Ostermeier’in yorumuyla sahnelenecek.
Yerli yapımlara bakalım:
Serdar Biliş’in güncel yorumu ile Çehov klasiği ‘Martı’, Pürtelaş Tiyatro kadrosuyla seyircisiyle buluşacak. Sami Berat Marçalı’nın yazıp yönettiği öteki olmak, göçmenlik ve iletişim meseleleri çevresinde kurguladığı oyunu ‘Yuva’, Semaver Kumpanya’dan yönetmen Volkan M. Sarıöz’ün rejisiyle Herman Koch’un aynı adlı romanından uyarlanan ‘Akşam Yemeği’, Bakırköy Belediye Tiyatroları’ndan Ceren Ercan’ın yazdığı ve Yelda Baskın’ın yönettiği ‘Seni Seviyorum Türkiye’ ve Shakespeare ile oyunlar oynamayı seven Kemal Aydoğan’ın yönetiminde ‘Fırtına’ da sahneleniyor. Yine yerli yapımlar arasında “When In Rome”, “Panopticon”, da var.
Dikkatinizi çekmiştir sanırım, yerli tiyatroların hemen hemen yarısı da, yabancı tiyatrolardan uyarlama. İstanbul Tiyatro Festivali’nin muhtevasının yerli yapımlarında bile yer almayan “yerellik”, şu suali akıllara getiriyor: Türkiye’de yerli tiyatro için yeterli kaynak, eser veya destek yok mu? Yıllarca “Lüküs Hayat”la idare eden Türk tiyatrosunun, yıllarca “Godot’u Beklerken”i sahneleyen Şehir Tiyatrolarının, “yerli” yapımlarının bile “yerel” olmaması, neyin ifadecisidir?
“Muhafazakar” camianın, 90’lı yıllarda Ulvi Alacakaptan’lı, İbrahim Sadri’li, Hasan Nail Canat’lı hakikaten “yerel” olma gayretindeki ve arayışındaki tiyatrosunun, belediye salonlarında sahnelenip, devlet tiyatrolarında yer bulamaması ayrı bahis. Ve oradan bir “ekol”ün çıkamamış olması ayrı bahis.
Sanki hayatlarında hiç Shakespeare tiyatrosu okumamış veya izlememiş gibi, Necib Fazıl’ın tiyatrosuna “okunmak için yazılmış”, “çok ağır diyaloglar” şeklinde “mazeret” üretmelerine nazaran, 2017’de hâlâ Shakespeare’in “III. Richard” eserini sahneliyor olmaları çelişki değil midir?
Elbette Koç destekli, Eczacıbaşı kurumu İKSV’nin tercihlerini biz burada sorguluyoruz ama, “biz böyle tercih ettik sana ne” demeleri de tabiî bir tepkidir. Devlet tiyatrolarında Necip Fazıl’ın eserlerinin yer bulamaması da Eczacıbaşı’nın veya Koç’un problemi olmasa gerek? Belli tröstlerin kültür sanat dünyasını yönetiyor olması bir problem olsa da, problemin başka veçheleri de var.
Problem temel olarak İslamcı camianın özelde “tiyatro” meselesine, genelde “sanat” meselelerine mesafeli duruşudur. Düşünün “Necip Fazıl’ın paltosundan çıktık” diyen bir camia, ne yazık ki 1964 yılında devrinin çok ötesinde bir tiyatro anlayışı geliştiren ve eserler veren Necib Fazıl’a fersah fersah uzak. Ve mesele tiyatro ile bitiyor da değil. Sanatın bütün dallarına bir mesafeli “duruş” var.
Kısaca, “kültür ve sanatta Müslümanların yokluğu”nun sebeblerini sıralayacak olursak, birinci olarak “tefekkür” eksikliği, İbda Mimarı’nın tabiriyle “sanatı üzerine düşünme” melekemizin gelişmemiş olması, ikinci olarak “sermaye” sahiplerinin “sanatı” desteklememesi, üçüncü olarak da her iki sebebi de kapsayan sanatın “alıcısı, izleyicisi”nin az olması, bu kültürün geliştirilmemesi.
Sonuç olarak, Tiyatro festivaline elbette gidilmeli, her ne kadar biletler (60-70 tl gibi) pahalı olsa da, öğrenciler için 10 TL civarında. Biz daha iyisini yapamadığımız müddetçe (sermayemizle, eserimizle, kadromuzla, bilhassa SERMAYEMİZLE) İKSV’nin organizasyonları ile iktifa etmek zorundayız gibi görünüyor.
* http://www.ulukanal.com/yasin-cetin-necip-fazil-kisakurek-ve-tiyatro/560/
 
Baran Dergisi 565. Sayı