Tebrikler, Sayın Trump başkan seçildi. İyi haber, değil mi? Kudüs de İsrail’in başşehri oldu artık! Yıllar yılı bize “iki devletten” bahseden bir takım hain Arabların tüm o konuşmaları ve bitmek bilmez görüşmeleri de böylece hava civa oldu. Bundan sonra gündem “tek devlettir” yalnızca.

Şimdi mesele, İsraillilerin bundan böyle Filistinlilere ne yapacaklarıdır; hepsini kapı dışarı mı edecekler, yoksa hepsine vatandaşlık mı verecekler?..
“İsrail” sadece bir isimdir, bunun o kadar da önemi yok. Kaldı ki o topraklara hükmeden güç İsrail’dir zaten; uluslararası hukukun da, uluslararası güçlerin de üstündedirler. Bu vesileyle söylemek gerekirse, ABD savunmaktadır İsrail’i ve bu desteğin olmadığı yerde İsrail de yoktur.

O hâlde, Sayın Trump’ın, sevgili Trump’ın –ki çok severim kendisini, zira aynı siyasî kampta bulunmuyor olsak bile, söylediği bazı şeyler doğrudur- belirttiği istikamette, “tek devlet” üzerinde konuşulacaktır artık. Bir hafta kadar önce Paris’te yapılan türden “iki devlet” görüşmeleri yapmak ve bu saçmalıklara devam etmek ayıbtır tek kelimeyle.

Diğer yandan, haydi sadece İsrail devleti olsun diyelim ortada. Peki Filistinlilere ne olacak bu durumda? Tarihî bakımdan konuşursak, Filistinliler doğrudan İsrailoğulları soyundan gelir. Önce Hristiyan, sonra da Müslüman olmuş ve hep orada yaşamışlardır. Üstelik Filistinli Yahudiler bile vardır aralarında ve İsrail’i de hiç sevmez bunlar. Çünkü ayırımcılığa tâbi tutulurlar, çünkü Arabtırlar, çünkü Arab yahudileridir onlar. Evet, tüm bu Filistinliler kapı dışarı mı edilecek, yoksa vatandaşlığa mı alınacak; işte budur artık gerçek mesele!..

Demek ki, bundan böyle tüm dünya, yine ABD, yâni Sayın Trump, oradaki tüm nüfusun haklarını savunmalıdır. Böyle dersek şayet ve böyle dememiz hoşlarına gidiyorsa şayet, “İsrail” soyundan gelen tüm nüfusun haklarını savunmalıdırlar. Tüm Filistinlilerin vatandaş olma hakkı vardır zira.

Ne var ki, şimdiki gibi bir başbakan [Binyamin Netanyahu], asla yapmayacaktır bunu. Kim yapacak peki, güya sosyalist geçinen İşçi Partililer mi? Kaldı ki, Batı Şeria’daki kanundışı yerleşimleri ilk başlatanlar, ilk hız verenler de -aşırı sağcılar değil- bu İşçi Partililerdi. Kezâ, Oslo’daki “iki devlet” görüşmelerini başlatanlar ve Yaser Arafat imzalamadan önce Mahmud Abbas’la bu konuşmaları yapanlar da yine bunlar.

Bugüne dek hep boş konuşmalarla geçti yıllar ve hâlâ da geçiyor; bir yıl, iki yıl, on yıl, yirmi yıl… Artık yeter!..

Madem öyle, madem iktidar onlardadır ve lider de onlardandır, İsrailliler alsın ne var ne yoksa ve “manda-himaye” altındaki Filistin’in aslî nüfusunun, –Siyonistlerin kullandığı o kelimeyle söylersek- doğrudan “İsrail” soyundan gelen nüfusun tüm haklarını, insan haklarını, siyasî haklarını, sosyal haklarını da yine onlar teslim etsinler.

Ortada hak olmayacaksa, bu insanlar da olmayacak demektir ki, ne yapacaksınız peki bu durumda? Hepsini katledecek misiniz, gaz odalarına mı göndereceksiniz? Bunu yapamayacaklarına göre, Şeria Nehri’nden Akdeniz’e kadar uzanan “İsrail devleti” topraklarındaki tüm Arabların –Yahudilerle aynı şekilde- İsrail vatandaşı olma hakları teslim edilecek demektir. Bekleyelim görelim…

İlginç bir şey olarak, ideolojik farklılığımıza ve kendisinin aldığı bir takım aşırı pozisyonlara rağmen, en başından itibaren bir sempati duymuşumdur Sayın Trump’a. Tarihî bakımdan, haklıdır bu insan.

Haklıdır derken, âdildir demek istemiyorum, adaleti kasdetmiyorum. İsrail devleti, âdil bir devlet, adalet üzerine kurulan bir devlet değildir meselâ. II. Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından imha edilen masum Yahudilerin çileleri üzerinde kurulmuş, sömürgeci, ırkçı ve suçlu bir devlettir. Neyse, mesele bu değil şimdi…

Diğer yandan, Suriye, Cezayir, Yemen ve -tarihî bakımdan- aslında tek devlet olan Mısır-Sudan’ın bir parçası hariç, tüm Arab hükümetleri, tüm Arab rejimleri, hainler tarafından idare edilen “ajan” rejimlerdir. Yine bu devletlerin hepsi, tarihî bir temeli olmayan sun’i devletlerdir ve sömürgeciler tarafından imâl edilmişlerdir. Söz konusu devletlerin liderlerinin hepsi, sömürgeciler, emperyalistler ve Siyonistler için çalışmakta; onların uşaklığını, köleliğini ve ajanlığını yapmaktadırlar.

Türkiye’ye gelince; Gönüldaş Erdoğan, bir İsrail veya Amerikan ajanı değildir. Vatansever, iyi bir Türk’tür o. Bir yönüyle Müslüman Kardeşler ideolojisi kaynaklı bazı politik pozisyonlarına katılmasam bile, gerçek bir Müslümandır kendisi. Sonuçta iyi bir insandır, kimsenin ajanı olmayan, hain olmayan bir insandır. Ne var ki, geçmişte bir dönem üzerinde büyük gürültü kopartılsa da, İsrail şimdi yeniden dönmüştür Türkiye’ye. Ordular arasında NATO temelli askerî bir ittifak vardır. Mesele budur yâni…

“İki devlet”miş; bunlar hep boş lâf… Esas olan tek devlettir ve adına İsrail mi diyorlar, canları ne istiyorsa onu desinler, burada asıl mesele vatandaşlıktır ve burada yaşayan tüm nüfusun –ABD’nin de dahil olduğu- uluslararası anlaşmalarla tanınmış haklarının teslim edilip edilmeyeceğidir. O hâlde, kendi kanunlarına ve kendi imzaladıkları anlaşmalara saygı göstersinler. Sayın Trump’tan da bunu bekliyoruz işte.

Bu arada, bölgedeki savaş da sürüyor; Alevîler, Dürzîler, Hıristiyanlar ve çoğu Müslümanlar, dış müdahaleye karşı direniyor. Tam da bu dış müdahaledir ki, kötü ve yozlaşmış bir rejimi ayakta tutmaktadır hâlâ. Sevdiğim ve saygı duyduğum bir insan olarak Beşşar el-Esad’tan bahsetmiyorum, rejimden bahsediyorum. İşte bu rejim, sırf bu dış müdahale yüzünden direniyor ve hayatta kalmaya hâlâ devam ediyor. Çünkü, Suriye’deki gerçek muhalefet bu dış müdahale tarafından bir kenara atıldı ve meydan –Çeçenistan’da, Afganistan’da, her yerde olduğu gibi- oraya problem çıkartsınlar diye gönderilen neo-vahhabîlere bırakıldı. Bu da çok üzücü doğrusu, çok üzücü…

Hâkezâ, Afganistan’da da bugün hâlâ ajan bir rejim baştaysa, Suudî müdahalesi yüzündendir yine. Rusya ihanet edip devlet başkanına suikast düzenledi ve Afganistan’ın başına kendi ajanını yerleştirdi, peşinden direniş gelişti, onun da ardından CIA-Suudî müdahalesi geldi ve işler o günden bugüne işte bu noktaya erişti. Kendileriyle olan ideolojik farklılığımıza rağmen dürüst bir rejim olan, kadınlara tecavüz etmeyen ve orayı burayı yağmalamayan gerçek müslümanların rejimi olan Taliban’a ne yapıldı peki? 2001’den bugüne vurdular ve saldırdılar!.. Tüm bu karmaşa kim tarafından çıkartıldı orada? Elbette emperyalistler tarafından.

Oysa, ABD halkının, aynı şekilde ABD askerlerinin ne çıkarı vardı tüm bu müdahalelerde? Müdahale ettikleri yerlerdeki insanlar kendi ülkelerini savunuyor sonuçta. Burada ABD’ye, tarihin gördüğü en güçlü devlet olan ABD’ye durduk yere bir saldıran mı vardı?..

Evet, bu müdahalelerde çıkarı olan ve bu müdahalelere taraftar olan bazıları gerçekten vardı ki, iç savaştan bu yana ABD’yi yöneten, kanun çıkaran, para başta her şeyi kontrol eden, ABD’nin o herkesten çalışkan ama yarısı fakirlik içinde yaşayan insanlarının emeğini sömüren Wall Street seçkinleri –ki Trump bunlardan biri değildir-, tüm o bankacılık sisteminin unsurlarıydı bunlar. Şimdi bunu değiştirme şansı var Trump’ın.

Yeri gelmişken, çok da anlam veremediğim bir şeyden bahsedeceğim: Obama döneminde çıkartılan ve “Obamacare” denilen kanun, daha çok bir propagandadır. Her ne kadar zengin olmayan insanlara da bir takım sağlık hizmetleri sunuluyor olsa dahi, sonuçta yine para ödenen bir sistemdir. Hâlbuki bu yanlıştır ve diğer birçok yanlış gibi kapitalist sistemin bir hatasıdır. Zira, herkes için ücretsiz olmalıdır sağlık hizmetleri. Tamam, parası olan, şartları daha iyi ve lüks özel bir kliniğe yahut özel bir hastaneye yine gitsin, bu onların hakkı, ama sadece tüm vatandaşlar için değil, oturma izni olan, hattâ evrakları olmayan yabancılar dahil herkes için ücretsiz olmalıdır sağlık hizmetleri. “Obamacare” kanunundaki gibi “biraz öyle, biraz böyle” uygulamaların ABD halkını götürebileceği bir yer yoktur, ABD halkının bunda bir çıkarı yoktur. Her neyse…

Bu arada, Trump, sanıyorum, mümkün olduğu kadar çok ülkeden asker çekecek ve Avrupa’yı da terketmek isteyecektir. Neden ABD halkı Avrupa’daki askerî üslerin parasını ödesin ki, değil mi; Avrupalılar baksın kendi başlarının çaresine!..

Aynı şekilde, Trump ve Putin arasında da özel bir arkadaşlık bulunuyor. Rusya ABD için bir tehlike teşkil etmiyor ki!.. Kendi bölgelerinin güçleri olarak, ortak davranmalarında her ikisinin de çıkarı var aksine… Trump’ın öldürülmemesini ve çizgisini dilediği gibi takib edebilmesini umalım hep birlikte.

Diğer bir mesele de, ABD’nin Çin’e olan borçları… Olur da Çin, ABD’nin ödeyemeyeceği bu borçlar yüzünden Amerikan kâğıtlarını piyasada satarsa, ABD doları Türk lirasından bile daha değersiz bir hâle gelecek, her şey tam bir karmaşa içerisine girecektir… Bu da hâlledilmesi gereken bir başka mesele olarak duruyor ortada…

Birçok şeyi aynı ânda konuşuyor ve teferruat veremiyorum belki ama BARAN okuyucusu zeki insanlar beni anlayacaklardır muhakkak.

Trump, Meksika’dan kanun dışı girişlere karşı çıkmakta da haklıdır. Üstelik, bundan böyle kanunî yollarla ABD’ye girecek ve dolayısıyla mafyanın, insan kaçakçılarının tuzağına düşmeyecek insanların da çıkarınadır aynı zamanda.

Her yerde problem çıkartan CIA’ye Trump’ın bir çekidüzen vermek istemesi de yine çok yerindedir. Tüm bunların artık bir bitmesi gerekiyor.

Sonuç olarak, neler olacak şimdiden ben de bilemiyorum ama ABD’nin bahsettiğim istikamette bir gelişme çizgisi takib etmesini umalım. Çünkü bu, tüm dünya halklarının da çıkarına.
Kaldı ki, cihad tüm hızıyla sürmektedir ve bu cihadı durdurmanın tek yolu da, Müslümanlara saygı göstermek, tüm askerlerini geri çekmek, tüm dış müdahaleleri sonlandırmak, Müslümanların kendi meselelerini kendilerinin çözmesine izin vermek, kendi devlet idarelerini temizlemelerine ve tarihlerine, geleneklerine, inançlarına uygun yeni devlet yapıları kurmalarına fırsat vermektir. Barışın gelmesinin ve ABD’nin artık tehlike içerisinde olmamasının yegâne yolu işte budur.

Yoksa, şu âna kadar gördüklerimiz bir hiçtir, zira nükleer santrallere yönelik saldırıların da yaşanacağı ve milyonlarca insanın hayatını kaybedeceği günler beklemektedir bizi. Mezopotamya ve tarihî Suriye’deki tüm Müslümanları katletseler bile bu gerçek değişmeyecek; Fransa’daki gibi Müslüman olan Avrupalılar da aralarına katılarak, cihad her yerde gelişecektir. İnançları uğruna kendilerini fedâ etmeye hazır insanları yenemezsiniz asla.

İnancım o ki, Allah biz insanları imtihan etmektedir ve son söz, Washington’dan veya Tel Aviv’den –pardon, artık Kudüs’ten!- değil, Allah katından, O’nun iradesi katından gelecektir.
Gönüldaş Erdoğan ne yapacak bekleyip görelim ama Yeni Türkiye’de üstleneceği bir rol olan Kumandan Mirzabeyoğlu’na çok selâm söyleyin benden.

Allahü Ekber.
 
22 Ocak 2017

Baran Dergisi 524. Sayı