Tillerson’ın Türkiye ziyareti ve medyada çıkan bazı haberlere bakınca, ABD’nin, Türkiye hükümetiyle barış yaparak yeniden yakınlaşmak için çaba sarf ettiği görülüyor. Bu son derece şüpheli bir adım. Esasında ikiyüzlü Amerika’nın her adımına şüphe ile yaklaşmamız gerekiyor.

ABD, dünya tarihinin en tehlikeli emperyalist gücüdür ve Müslümanların gerçek düşmanıdır. İslâm düşmanı bir devlettir. Bugün Müslümanların içinde bulunduğu hâlin baş müsebbibi ABD, İslâm dünyasında tarihin en ikiyüzlü devleti olan Suudi Arabistan’ı destekliyor. Mukaddes şehirlerimiz olan Mekke ve Medine’nin kontrolünü elinde bulunduran Suudlar, Amerika ve İsrail’in maşası ve tetikçisi konumunda. Dolayısıyla mukaddes şehirlerimizin de gayrimüslimlerin elinde olduğunu kabul etmek zorundayız; istesek de, istemesek de durum bu.

İçimizden biri olduğunu, asla hain olmadığını bildiğimiz Cumhurbaşkanı Erdoğan ise aptal biri değil. Hem kendisinin, hem de ülkesinin içinde bulunduğu şartları değiştirmeye çalışıyor. Öte yandan cumhurbaşkanlığı statüsünü de devam ettirmek istiyor. Bu anlaşılabilir bir düşünce; fakat şunu kabul etmek gerekiyor ki, Amerika’nın ve Siyonistlerin, çıkarlarına karşı olduğu için, bugün aksini söyleseler bile onun Türkiye’nin cumhurbaşkanı olarak devam etmesini istemiyorlar. Dolayısıyla Türkiye’nin gerek ABD, gerekse de İsrail ile geçmişteki gibi bir ilişkisi olabileceğini bu saatten sonra kimse düşünmesin; zaten Türkiye’nin ve Müslümanların faydasına olan da budur.

Bugün Suriye ve kısmen Irak’ın bir bölümünü içine alan topraklarda alenî bir dünya savaşı yaşanıyor. Her geçen gün daha da kızışacağını söylediğim bu savaşla tüm dünya ilgileniyor. Erdoğan, Amerika tarafından sahnelenen kirli oyunun bir parçası olmayı kabul etmedi. Amerika dünyayı savaşa sürüklerken Erdoğan’ı da gözden çıkardı.

Amerika’nın sahnelediği bu kirli oyunda, aralarında üniversite öğrencileri de olan Kürt gençlerinin hisleri açık bir şekilde istismar ediliyor. ABD, Suriye savaşı başladığından beri bunu yapıyor. Çıkarlarına hizmet edeceğini düşündüğü grupları silahlandırıyor ve o grupların ideolojilerine zıt bir şekilde bölgedeki diğer unsurlarla savaşmalarını sağlıyor. Kürt toplumunu da Müslümanlarla savaştırıyorlar. Oysaki Kürt toplumu böyle bir toplum değil; çok saygı duyduğum Kürtler mukaddesatına bağlı insanlardır. Tıpkı Kürtler gibi, İslâmcı savaşçıların bir kısmı da emperyalistler tarafından manipüle ediliyor. Gerçek Müslümanların arasına sızmış, para için yahut başka sebeplerle Siyonistlere ve emperyalistlere ajanlık yapanlar, gerçek Müslümanları önce manipüle edip yanlış hedeflere yönlendirdi, ardından da ya teslim aldı ya da saldırılarla ortadan kaldırdılar. Kürtler başlangıçta ortaya çıkan durumdan faydalanarak tarihî arzularını gerçekleştirmek istedi ve ABD bunu kullandı.

ABD içinde de farklı politikalar izlenmesi gerektiğini düşünen klikler var; fakat bu politikaların hiç biri Türkiye’nin faydasına değil. Ankara, yüksek bir sesle ABD’nin ve İsrail’in politikalarına itiraz ediyor. Kürtlerin eksikliği, yani emperyalizme ve Siyonizm’e karşı mücadelede yanlış safta bulunması hususunda İslâm düşmanlarını, Türkiye ve Erdoğan düşmanlarını suçlayabiliriz. Evet, Erdoğan cesaretli bir adam ve ABD ile ilişkilerinin kötü olması pahasına gerektiği gibi davranıyor; fakat bazı mevzularda doğru yapıp yapmadığı ile alâkalı bir takım şüphelerim var. Türkiye, Kürtleri tamamen dışlamaktan sonuna kadar kaçınmalıdır. Türkler ve Kürtler İslâm coğrafyasının kadim iki milletidir. Türkiye, iç politikada da çürümenin önüne geçmek ve birliği sağlamak zorunda. Öte yandan dış politikada İsrail ile münasebetlerinde de son derece dikkatli davranması gerekiyor.

Çok defa söylediğim gibi Türkiye, tam bağımsızlığını kazanmaya çalışan bir devlet. Tüm bu mücadelenin içerisinde tabiî ki Avrupa ile de ilişkileri geliştirmeyi deniyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği meselesi malûm. Keza Türkiye’nin Avrupa, bilhassa Almanya ile ilişkilerinin ne düzeyde olduğu ortada. Almanya ile ilişkileri yumuşatmaya çalışması bu bakımdan anlaşılabilir. Fakat bu hususta şunları söyleyebilirim; Türkiye Avrupalı değil, Avrupa’dan daha fazlasıdır. Birçok yönüyle onların üstünde ve Avrupa’nın sahip olduğundan daha fazla potansiyele sahiptir. Dolayısıyla Türkiye taviz vermemeli. Tam bağımsızlığına kavuşmak ve mahallî bir güçten global bir güce dönüşmek için her şeyden önce sınırları içinde ne kadar yabancı üs varsa tamamını kapatmalıdır. Çünkü bu askerî üsler, global güçlerin ajanlık faaliyetlerini yürüttükleri alanlardır. Elbette Almanya, Fransa, Belçika ve sair tüm devletlerle diplomatik ilişki geliştirilmeli, sorunlar masada çözülmeye çalışılmalıdır; ama asla taviz verilmemelidir.

Hülasa, Ankara, belki de devletin kurulduğu günden bugüne dış politikadaki en aktif günlerini geçiriyor. Şu an hararetli bir savaşın yaşandığı bölgede barışın tesis edilebilmesi en çok Türkiye’nin işine yarayacaktır. Türkiye’nin Müslümanlar üzerindeki tesiri görmezden gelinemez. Barış ortamında Türkiye’nin İslâm dünyasıyla yakınlaşması gücünün daha da artmasını sağlayacaktır. Siyonistler ve emperyalistler buna müsaade etmemek için her şeyi yapacaklar ve dolayısıyla bu barışın sağlanması hiç de kolay olmayacak.
 
Allahü Ekber!
 
17.02.2018
Tercüme: Faruk Hanedar 


Baran Dergisi 580. Sayı