Türkiye’de eğitim sisteminin bir lise talebesi olarak, gençleri menfi yönden etkilediğini gözlemlemekteyim. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu bahis açılınca ‘eğitim ve kültürde yol kat edemedik’ mealindeki sözlerini hatırlatarak; bu yazıma bakıp da bütün faturayı iktidara kesmenin haksızlık olduğunu ifade etmek isterim.

Bir zamanlar Türkiye’de eğitimi FETÖ’cüler ellerine geçirmişti. FETÖ’nün en sağlam para kaynağı dershanelerdi. [Aynı zamanda örgütün insan kaynağıydı.] Bu sebeble eğitim sistemini de öğrencilerin dershaneye gitmesi için düzenlemişlerdi. Sınav sorularını da çalarak dershanelerinde çıkan birincilerle en iyi dershanelere sahib olmuşlardı. Hükümet bu örgütün zararını fark ettiği ân, ilk işi dershaneleri kaldırmak oldu. Tabiî bu o kadar kolay olmadı.

Bu meselenin hâlâ çözülemediği, şu an dershane işlevini yerine getiren ‘özel öğretim kursları’ ile açık olarak bellidir. FETÖ’cülere ait olan dershaneler kapatılıp diğer kurumların ya temel lise ol ya da ‘özel öğretim kurs’u diyerek dershanelerin açık olduğunu bildirmek isterim. Bu hâl MEB’in de bildiği bir husustur. Fakat öğrencilerin bu kurumları tercih etmesinin yerine okullarda da kurs verilmeye başlanmıştır. Ne yazık ki benim okulumda böyle bir kurs olmadığı için bir ‘özel öğretim kurs’unu tercih ettim. Bu özel kurslar da eğitimde fırsat eşitsizliğini doğurmakta. Bu hususu MEB’in yeniden gözden geçirmesini temenni ederim. 2017-2018 eğitim yılında bu özel kursları kaldırmaya yeltenilmesi de mantıksız olacaktır. Bu kursların kaldırılmasından dolayı hiçbir öğrencinin mağdur edilmeyeceğinden emin olmak gerekiyor.

Şimdi de ‘milli’ eğitim kurumlarına göz atalım.

Anadolu’dan Bihaber ‘Anadolu Liseleri’

Türkiye’de ‘Anadolu Lisesi’ statüsünde oluşturulmuş, fakat Anadolu’dan bihaber öğrencilerin bulunduğu kurumlar mevcut. Sadece belki de bilmemekte mazur öğrenciler değil, öğretmenlerin dahi Anadolu’yu ‘gezilecek yer’ olarak görmesinin doğurduğu, problem yumağı bir ‘milli eğitim’ sorunu var. Anadolu’yu okullarda düzenlenen gezi programları ile gören ve ‘Anadolu sadece kadim kültürdür’ zihniyeti ile yetiştirilen öğrencilerin sisteme itiraz etmesi de bu soruna ektir.

Japonların okul öncesi çağdaki çocukları atalarının yenilgiye uğratıldığı toprakları gösterip, ‘bakın, sizler de okumazsanız bu hâle gelirsiniz!’ fikrini aşılamaktadır. Bu Japonlar için milli eğitimin ne kadar mühim olduğunu göstermektedir. Bizdeki eğitim ise tam tersi. Atalarımızla gurur duymamız gerekirken, onları dışlayıp; sistemin oluşturduğu ulusal kahramanlarla, şeflerle gurur duymamız gerektiği öğretilmekte. Topyekûn ecdadı reddedip, gökten inme kahramanlarla sistem çarkını döndürmeye çalıştırmakta. Taşıma su ile değirmen dönmeyeceği gibi sahte kahramanlarla da bu çark dönmez.

Birçok gencin hayatını etkileyebilecek mevkide bulunan sendikalar, öğretmenler vb. grupların acilen ‘öze dönüş’e ihtiyacı var. Çünkü ismini ‘Anadolu’ lisesi yaparak ve puanları arttırarak kimsenin eline bir şey geçmez. Öğretmenlerin bağlı oldukları sendikalara göre atandığı bir devirde eğitim kalitesini arttırmak pek zordur. Diğer okullar için de bahsedeceğim husustan biri eğitim kalitesi. Okul, bir öğrenciye ne kazandırıyor? Yoksa vakit kaybı mı? Zira on iki hatta on altı seneyi okuyarak geçiren bir gencin kaybettiği bir hayatı var ortada. Depresyon ve ye’se kapılarak istikbali hakkında düzgün kararlar veremiyor. Üstad Necib Fazıl, ‘İdeolocya Örgüsü’ eserinde eğitimi iki devreden ibaret ve beşer seneden toplam on sene olarak ifade etmiştir. Pek makul bir zaman, on sene. Zaten lise müfredatında çoğu konu basitleştirilerek ortaokulda öğretilmekte. Yani eğitim sürekli tekrar hâlinde, bu da kuru ezberi doğuruyor.

Elemansız Meslekten, Mesleksiz Elemanlığa Doğru

Türkiye’de ‘Meslek Liseleri’ net bir şekilde “puanıyla bir yere yerleşememiş, burada okusun bari” zihniyetindeki okullar şu sıralar. Bu hâdise ise ileriki yıllarda Türkiye’nin ihtiyacı olacak, teknisyenlerin ne kadar ‘vasıfsız’ olacağına işarettir. Bu hususta gezdiğim ‘kaliteli’ meslek liselerini ayrı tutmayı uygun görüyorum. Türkiye’nin vasıflı kaynakçı elemanları yetiştirdiği de aşikârdır. Bu hususta gördüğüm haber beni pek mutlu etse de genç kardeşlerimin bu işe ne kadar temayülü var, bu konuda endişeliyim. (1)

Meslek liselerinde atölye dersleri dışında, normal liselerde verilen temel derslerin (Matematik, Fizik, Tarih vb.) işlenmediği için pek çok arkadaşım üniversite sınavına girmek istemiyor. Bunun yanında öğrencilerin de bazı hocalara tacizlerinden dolayı giremediği de doğrudur. Bunun sebebi ise, ‘endüstri meslek’ liselerinde bulunan gençlerin ergenlik çağında olması ve bu çağın verdiği gücün nerede atılacağı bilinmemesidir.

Meslek liseleri hususunda naçizane önerim ise, bu gençlerin diline inebilecek öğretmenlerin bulunması ve o öğretmenlerin bu çocukları müspet yönde etkilemesi olacaktır.

İmam-Hatipler Kapatılmalı mı?

Bu soru bir dönem ‘sanal ortam’da çok dolaşmıştı. Hatta Youtube mecrasında röportaj dahi yapıldığını hatırlamaktayım. İmam-Hatipler kapatılmamalı elbette. Çünkü İmam-Hatipler, bu coğrafyanın ruh damarlarındaki cevheri çıkarmış ve öğretim programına koymuştur. Fakat İmam-Hatip bir gelenektir. Bu geleneğin muhafaza edilmesi için de yine İmam-Hatip kökenli öğretmenlerin bu okullara atanması lâzımdır. Arkadaşımın gittiği İmam-Hatip lisesinde mezkur ‘İmam-Hatip ruhu’ var iken, mahallemdeki İmam-Hatip’teki gençler, bu ruhtan bihaber. Bunun da en büyük sebebi ders veren öğretmenler ve idare kadrosu. Buna ek olarak da hiçbir liseye giremeyen gençlerin tercih ettiği liselerden biri olması. Hatta FETÖ güdümlü Nokta dergisinde şöyle bir haber vardı: “Marksist İmam Hatipliler”. Bu haberi görünce çok gülmüş, üç çıktı alıp İmam Hatipli arkadaşlarımın yanına gitmiştim. Fakat daha da gülünç ve saçma olan şu ibareler geçiyordu: “Zorunlu din dersine karşıyız.” Yahu bu çocuklar kendi istekleri veyahud ‘zorunlu’ olarak gittikleri lisenin adını mı unutuyorlar ne? İmam-Hatip ismini taşıyan kurumda okuyup zorunlu din derslerini protesto etmeleri saçmalığı… Bir amaçları da varmış, bağlı oldukları grupta İmam-Hatip birimi açmak gibi. Bu kadar gülünç ifadelerin yanına bir hakikati eklemek isterim. Bin kişilik İmam-Hatip lisesinde üç-beş öğrencinin belki farklı görünüp, marjinal olmak için sola temayülü var. (Öncüleri İhsan Eliaçık ve ‘dönek’ Eren Erdem)

Ben İmam-Hatip öğrencisi olmadığım hâlde pek çok defa önemini vurgularım. Çünkü o liselerde pek çok cevher var. Sanatta cevher dersek eğer şu an aklıma gelen Hayreddin Soykan diyebilirim. Kendisi Kadıköy İmam Hatip Lisesi mezunu ve karikatürist. Siyasi alanda dersek pek çok örnek var elimizde. Başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan… Bunun nedeni ise, beslendiği kaynak direkt Anadolu’nun ruhu ve cevheri…

Çok sayıda İmam-Hatip Lisesi açıldı fakat bu iyiye işaret değil. Bu hususta İmam-Hatiplilerin derneği olan ÖNDER’in çalışma yapması gerekmektedir. Eğer yapıyorsa da bu çalışmanın denetimini yapması elzemdir.

Lise seçim dönemimde gittiğim dershanenin rehberlik hocası, gittiğim dershane FETÖ güdümlü Anafen, özellikle İmam-Hatip seçmememi istemişti. “İmam-Hatip’e gidip imam mı olacaksın?” gibi saçma şeylerle aklımı karıştırmıştı. Ailemi de “İmam-Hatiplilere katsayı uyguluyorlar.” diyerek kandırmıştı.

Sosyal Bilimler Faydalı Konumda

Sosyal Bilimler Liseleri ile en son dört sene evvel bir irtibatım olmuştu. Yine lise seçimlerinde dolaştığım liseler içinde bir ‘Sosyal Bilimler Lisesi’ bulunuyordu. Bu okul İstanbul içinde en yüksek puanla öğrenci alan ‘Sosyal Bilimler Lisesi’ydi. Okulu, kütüphanesi, dil eğitimine pek hayran kalsam da bana okulu gezdiren hocanın konuşması ve davranışları pek hoşuma gitmediği için seçmeyi düşünmedim. Fakat bu sene elime geçen dergilerini okuduğum vakit çok pişman oldum. Dergileri yılda bir yayınlanıyordu ve makalelerden oluşuyordu. Bazı makaleleri o dergide sırıtsa dahi içinde İngilizce, Rusça yanılmıyorsam Fransızca makaleler vardı.

Bu makalelerin yanında Türk Edebiyatı’na dair çalışmalar da vardı. Bu çalışmalarda bir eksikliği fark ettim. Tahminimce hocalarının seçtiği bir şair olan Orhan Veli’nin şiirleri üzerinden yorumlamalarıydı. Edebiyatımıza yenilik olarak getirdiği iddia edilen ‘şiirde mısraı kırmak’tan başka bir şey yapamamış bu şahsın değeri ne hâlâ anlayamadım. Üstad Necib Fazıl’ın şiir idraki olarak yazdığı ve çağdaşlarının bihaber olduğu poetika yanında bunun bir hükmü var mıdır, bilemem. ‘Bâbıâli’ eserinde bile pek ehemmiyet vermediği bu şiirlerin izaha ihtiyacı bence yoktur. Hadi Üstad’ı sadece şair olarak gören bu hocalara akademik bir kitap da önereyim: ‘Poetika Dersleri-Orhan Okay’. Orhan Veli’nin demeçlerindeki naralarından ve yazdıklarını kıyası yapılarak ortaya koymuş olan bir kitap.

Bu kurum hakkında değerlendirmem kısaca faydalı olduğu yönünde. Fakat yazının devamında bahsedeceğim ‘Öğretmen Liseleri’nin Fen ve Sosyal Bilimler Liseleri olarak dönüştüğü için kalitesinde düşüklük veya adapte süreci nasıl gelişti, bu konuda pek yorum yapmayacağım.

Fen Liselerine Dikkat

Bu başlığı atmamın en temel nedeni hocaların kafalarındaki materyalist düşünce. Müfredat ne kadar değişirse değişsin, bu hocaların kafalarındaki dogmalar yıkılmadıkça öğrencilere materyalist düşünce empoze edilecektir. Öğrencilere empoze edilen bu düşünceyi yıkacak en iyi hamle, kurumlarda ‘öze dönüş’ü sağlamaktır. Yani Anadolu’nun ruhuna geri dönmektir. Nizamiye Medreselerinde ve Osmanlı’nın belirli bir dönemine kadar var olan hem fenni ilimleri hem de dini eğitimi vermek olacaktır. Mesela bizim alimlerimiz sadece fizik hususunda ihtisas yapmaz, coğrafya hususunda da ihtisas yapar. Şimdi ise bizler bunları bölüme ayırmış, fizik, kimya, biyolojiyi fende; coğrafya, tarih ve edebiyatı sosyal bilimlerde toplamışız. Hâlâ da bu kargaşa önlenebilmiş değil.

Başka bir yazımda bahsettiğim sohbetimi tekrar nakletmek istiyorum: “İyi bir Fen Lisesi’nde okuyan Müslüman bir arkadaşımla sohbetimizde ‘Sizin okulda durum nedir bilemem fakat okuduğum lisede birinci sınıftan itibaren bariz dinsizlik propagandası yapılıyor. Liseye girmeden evvel yakın dostum olan çocuğun imanı, hocalar tarafından verilen Materyalist eğitim yüzünden sarsıldı. Şu an Müslüman olduğunu kabul etmiyor. Hakeza diğer öğrenciler de kendisinin marjinal olduğunu öne sürerek saçma sapkınlıklara kapılıyorlar. Bilim adamı yetiştirmek üzere kurulan bu liselerdeki denetimsizlik sebebiyle ilerde Fen Bilimleri kürsüsünün başına bu tiplerin geçmesi muhtemeldir.’

Dil Eğitimi Ne Durumda?

Dil eğitimi… Bu üç nokta içerisinde birçok şey gizli. Benim bulunduğum vakit dördüncü sınıftan onikinci sınıfa kadar dil eğitimi veriliyordu. Şimdi ise bu ikinci sınıflara kadar düşürüldü diye biliyorum. Peki bunun yansımaları nasıl olacaktır? Lise son sınıfa geçmiş bir öğrencinin hâlâ bilmediği gramerleri öğretmenin nasıl bir izahı olur? Sadece ‘nasılsın, adın ne, nerede oturuyorsun’dan ileri gidememiş fakat İngilizce dersinde iyi notlarla sınıf geçebilmiş öğrencinin tek izahı ‘kuru ezber’den başka bir şey değildir. Aksini iddia eden ise, ya soruları çalmıştır ya da hoca performans notlarıyla öğrencisi geçirmiştir.

Her dönem tekrar eden müfredatın içerisinde dil dersleri de yer almakta. Dördüncü sınıfta gördüğüm adın ne sorusuyla, ortaokulun birinci sınıfında (Eski döneme göre altıncı sınıf, şimdi beşinci sınıf) da karşılaştım. Hatta liseye geçtiğimde de bu soru karşıma çıktı. Bir de gramer öğretecek hocaların beceriksizliği de eklenince ne temel oluyor ne de bina… Zaten doğru temel atılmadan direkt binayı inşa etmek isteyen bir eğitim sisteminde dil eğitimi ne kadar iyi olabilir ki? Mesela, benim bulunduğum lisede bir dönem hocamız dersinde Türkçe konuşmayı yasaklamış ve İngilizce konuşmamızı istemişti. Sınıfta üç, dört öğrenci dışında hocanın dediğini anlayan pek yoktu. Ben de o anlamayan grupta idim. Aralarında neler geçti, ne konuştular diye merak edip araştırmak yerine birçok öğrenci kafasını masaya koydu ve uyudu. Hocamız da sonra bunun bize İngilizce öğretmediğini anlayınca bu yasağı kaldırdı. Bu yasakta birçok öğrencinin bir dönemi çöpe gitti. İkinci dönem gelen hoca da birinci dönemde gördüğümüzü düşünerek o konuyu geçti.

Okulda İngilizcesi normale oranla daha iyi olan öğrencilerin şöyle bir avantajları var. Yurtdışına çıkmış ve yazları çıkma ihtimalleri bulunmakta. Bazılarının da ailelerinden kaynaklı olarak İngilizce öğrendikleri var. Çocukluğundan itibaren İngilizce kitap okumuş, müzik dinlemiş, dizi/film izlemiş kişiler de var.

Benim ailem gibi kimselerin de (Anadolu’dan göçmüş, Anadolu kimliğini kaybetmemiş) ailelerin yanında İngilizce dizi izlemek pek zor. Mesela televizyonda yabancı bir dizi açılınca babamın tepkisi buna örnektir: “Bırak şu gavur işlerini”. Bu sebeble benim gibi ailelerde yetişen gençlerin İngilizce öğrenme umudları okullara kalıyor. Orada da öğrenemeyince çözüm kurslarda aranıyor.

Ders Kitapları Paralıyken Nasıldı

Mevcut hükümetin eğitimde ‘fırsat eşitliği’ni yakalama konusunda yaptığı yeniliklerden biri ders kitaplarını ücretsiz dağıtmak. Fakat bu iş de ders kitaplarının kullanımı azaltmakta. Benim elimde eski dönemlerden kalma bir ders kitabı var mesela. Bu kitap ücretli olarak satılıyormuş zamanında fakat o ders için şu an piyasada satılan ‘yardımcı ders kitapları’ gibi. Hiçbir hocanın kullanmadığı ve kullanmayı düşünmediği bu kitaplarda en büyük eksiklik o konuyu anlatmaktaki tanım ve örnek eksikliği. Türk Edebiyatı dersinde pek çok örnek bulunmasına rağmen diğer derslerde bu örnekler pek yok. Bulunsa bile okuma notu olarak verilmekte. Bu konuda okulda arkadaşlarım ile yaptığım bir sohbette ‘Milli Eğitim Bakanlığı keşke bir yayın grubuyla anlaşsa da bu kitaplara vereceği parayı onlara verip daha iyi bastırsa”. Ne yazık ki böyle bir şey de yok.

‘Yardımcı Ders Kitapları’ hususunda bir denetimsizlik olduğu aşikâr. Çünkü tarih sınavından evvel arkadaşımla çalışırken farkettiğimiz ‘Türkler, Ermenilere soykırım uygulamıştır’ ifadesi bulunabiliyorsa ve bu yayın çok da satılıyorsa bunun adı denetimsizliktir. Sen kendi kimliğinle kendini hain ilan ediyorsan zaten düşman içindedir. Bunu tesbit etmen lâzım... Ben, ders kitaplarının kalitesinin düşürülmesinde FETÖ’nün da etkisinin olabileceğini düşünmekteyim. Çünkü bu yapıya ait birçok ‘yardımcı ders kitabı’ yayını vardı ve bunlar satın alınarak örgütlerine para sağlanıyordu.

Ders kitaplarını Talim Terbiye Kurulu’nun ve Milli Eğitim’in yeniden gözden geçirmesinin faydalı olacağını düşünmekteyim. Eğer bu değişim yapılmazsa bu ‘yardımcı ders kitapları’nın satışı önlenemeyecek ve ‘fırsat eşitsizliği’ devam edecektir.

Eğitimde Alıştığımız Başarısızlık: Öğretmen Okulları

Mevcut hükümetin yine en iyi yaptığı işlerden biri ‘Öğretmen Liseleri’ni kapatmak oldu. Öğretmen yetiştirmek üzere açık bulunan bu okulların kökeni 1848 yılındaki öğretmen ihtiyacına kadar uzanıyor. Fakat bu kurum gün geçtikçe eğitimci yetiştirmekten uzaklaşarak başka bölümlere öğrenci yetiştirmeye başlamıştı. Eğitim fakültelerinde yoğunluk bulunması da göz önüne alınarak bu okullar kapatıldı. Bu okullar tabela değiştirerek Fen ve Sosyal Bilimler Liseleri olarak ayrıldı. Bunda da bir adapte süreci yaşandı, puanları arttı vs. Bu eğitimi müspet yönde mi etkiledi? Bu soruya yanıtı ancak bu okullar yeni tabelalarıyla mezun vermeye başladığında anlayabiliriz.

Ezcümle olarak şunları diyebilirim ki, Anadolu ismini taşıyan liselere Anadolu’nun ne demek olduğunu öğretmenin lâzım olduğunu düşünüyorum. Fakat bunun coğrafi ve tarihi bilgisi değil, Diyar-ı Rum’u Anadolu kılan zâtları (Yunus Emre’yi, Mevlana’yı) ve neler yaptıklarını öğretmekle olacağını düşünmekteyim. Aynı zamanda Osmanlı’nın ilk dönemindeki medrese usulünce hem fenni ilimleri hem de dini ilimleri öğretebilecek bir mevkie gelecek kurumların oluşması gerekmektedir. İmam-Hatip kurumlarında fenni ilimlere pek önem verilmeyip (bu sadece bilim yarışmalarına girerek olmaz) dini eğitim önde iken, Fen Liselerinde ise tam tersi… Din derslerini haftada iki ders süresine çıkararak İslâm öğretilemez. Köhnemiş eğitim sistemini, müfredat değişimi ile değil, ancak belli bir hedef istikametinde yeniden yapılandırarak düzeltebiliriz.

(1) http://www.sabah.com.tr/ekonomi/2014/04/22/kanada-ayda-35-bin-dolara-turk-kaynakci-ariyor

Baran Dergisi 551. Sayı