Esselâmü Aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
Şöyle böyle. Bekliyorum, bekliyorum. Zor…
Herkes nasıl orada?
(Av. Yılmaz, herkesin iyi olduğunu söylüyor.)
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, ancak dilerse, 12 Ocak 2016 tarihinde İstanbul Sultanahmet’te gerçekleşen ve 10 Alman turistin ölümüyle sonuçlanan IŞİD saldırısı hakkında konuşabileceğini söylüyor Carlos’a. Geçen haftaki konuşmasında, IŞİD’e yönelik NATO bombardımanlarına keşif uçaklarıyla istihbarat sağlamasından dolayı “Almanya’nın da IŞİD’in meşru hedefi olduğuna” dair Carlos’un değerlendirmesini hatırlatıyor.)
Ben bu hâdisede Almanların doğrudan hedef olduğunu düşünmüyorum. Türk hükümeti asıl hedef burada; Türk turizmi hedef. Almanların ölmüş olması ise şans eseri bence.
Diğer yandan, kim var bu saldırının arkasında; “İslâm Devleti” mi, bir başkası mı? Kimse bilemez tabiî, henüz net değil. Fakat ardında PKK’nın olmadığı âşikar; gerçi o bile olabilir. Ne olursa olsun, bölgede tam bir karmaşa hüküm sürüyor.
(Av. Yılmaz, fedâ saldırısını düzenleyenin bir Suriye vatandaşı olduğunu hatırlatıyor.)
Bu da Türkiye’nin bir hatası zaten. Suriye’ye ve Iraklı milliyetçilere, Iraklı Sünnîlere savaş ilân ediyor Türkiye ve işte sonuç! Bu da çok üzücü. Türk hükümeti ne demeye giriyor ki bu karmaşanın içerisine? İnanılmaz bir şey bu ve Türkiye de çok büyük bir bedel ödeyecek bu yüzden. Türkiye’nin ana endüstrilerinden biri olan turizm diye bir şey de kalmayacak. Turizm bitecektir; göreceğiz. İstanbul Sultanahmet’teki bu son saldırıdan sonra herhangi birinin tatil için kalkıp Türkiye’ye gitmesi aptalcadır artık, çılgıncadır.
Evet, bence bu saldırıda Almanların hedef olması şans eseridir. O Almanya ki, Suriye ve Irak’tan gelen tüm mültecilere açmıştır kapılarını. Derken, saldırıda ölenler de Almanlar olmuştur. Şans tabiî.
Bu arada, Fransa’da da tam bir karmaşa yaşıyoruz şu ân. Özellikle “olağanüstü durumlar” çerçevesinde yapılanlar başta olmak üzere, türlü kanun değişiklikleri ve anayasal değişiklikler yapılıyor. Gerçek olan şu ki, Fransa bir “savaş durumu” içerisinde bugün.
Yüzbinlerce Afganistan vatandaşını katleden Amerikan işgalcileriyle, Amerikan suçlularıyla dayanışma çerçevesinde 2001’de Afganistan’a asker gönderdikleri günden bu yana, açıkça müslümanlara saldırıyor Fransa. Afganistan’ı idare edenlerle Amerikalılar arasında hâlledilmesi gereken bir mesele varsa, Amerikalıların meselesidir bu, Fransızların değil.
Ne var ki Fransızlar, Afganistan’daki bu meseleye dahil oldular ve Fransa’yla alıp veremedikleri bir şey olmayan, Fransa’yla herhangi bir alâkaları olmayan müslümanları katlettiler, hâlâ da her yerde müslümanları katlediyorlar. Şimdiyse bunun sonuçlarını yaşıyorlar böyle.
Fransa’da bundan sonra da daha birçok insan ölecek, daha birçok saldırı yaşanacaktır maalesef. Üstelik kimse de durduramayacaktır bunları. Halkın çıkarını temsil etmeyen şimdiki solcu hükümet de, şimdiki devlet başkanı Hollande da, o kötü şöhretli Sarkozy hükümetini devirmeleri için ve sağcıların bile desteğini alarak halktan oy almıştı oysa. Peki bu seçilenler kimi iktidara getirdiler sonra? (Carlos’un “CIA Troçkistleri” dediği) Tüm Lambertist Troçkistleri, Grand Orient Mason Locası üyelerini!..
Bu mason locasına 19. yüzyılın sonlarında sızılmıştır ve Türkiye’de iktidara gelen Kemal Atatürk’le aynı masonlardır bunlar. Kemal Atatürk’le Jöntürkler, hep aynı tür masonlardır zaten, aynı mason locasındandırlar.
Sonuç olarak, bugünkü karmaşanın içerisine girdi Fransa ve tam bir terör var artık her yerde. Cezaevi içinde bile görebiliyorsunuz bunu.
(Carlos, Cumartesi sabahları cezaevinde bir Paris Üniversitesi profesörü tarafından verilen ve kendisinin de katıldığı üniversite dersinin “bugün” geç başlamasını, çünkü bu aralar çok sayıda gardiyanın hastalık veya başka bahanelerle işe gelmemesini örnek gösteriyor; üniforma giydikleri için güvenlik görevlilerinin ilk hedef olmasının bunda rol oynadığını belirtiyor.)
Maalesef, Fransa’ya eylem yapmak için gelenler tecrübesiz insanlar genelde. Bazıları Suriye veya Irak’ta bazı operasyonlara katılmış olabilirler, ama burada eylem yapmak için gereken profesyonel devrimci formasyonuna sahib değiller. Fransız toplumu içerisinde marjinal kalıyorlar çoğunlukla. Bu yüzdendir ki, ne iktidar çevrelerine girmeyi, ne de gerçek iktidar çevrelerinin aslında kimler olduğunu biliyorlar. Dolayısıyla…
(Carlos, sözkonusu marjinal mücahidlerin gelişigüzel hedeflere saldırdıklarını, güvenlik görevlilerinin de korku içerisinde gelişigüzel silâh kullandıklarını vurguluyor, buna dair yakınlarda Fransa’da yaşanan bir hâdiseyi örnek gösteriyor.)
Türkiye’de de günden güne kötüleşecektir durum. Cumhurbaşkanı Erdoğan, birşeyler yapmayı başarmış bir insan. Aynı şekilde, müslüman, mü’min ve orada bir İslâm devleti, bir İslâm cumhuriyeti kurmak isteyen bir Türk. Bu istikamette ilerliyordu ve –azınlık olarak şiî, yezidî, hıristiyan, hattâ yahudi Kürtler bulunsa bile- ekseriyeti Sünnî Nakşibendî olan müslüman Kürtlerin çoğunluğunun oylarını da alıyordu. Çünkü Erdoğan’ın yaklaşımını, İslâmî maneviyatını seviyorlardı. PKK’nın partisine ise çoğunlukla oy vermiyor; daha laik olan bu Kürt milliyetçilerine, Kürtlerin an’anevî düşüncesinde yer almayan aşırı marksist veya marksizm taraftarı sözkonusu yaklaşımlara çoğunlukla iltifat etmiyorlardı.
Ne var ki iktidar, Kürtlerin meclise gönderdiği milletvekilleri arasındaki çoğunluğu kaybetmiştir artık. Bu bakımdan, işler daha iyiye gitmeyecek, daha da kötüleşecektir. Daha fazla gidemezsiniz bu şekilde. Doğudaki devlet teşkilâtı tamamen kilitlenmiş vaziyettedir ve Amerikalılar sözkonusu eli silâhlı topluluğu kullandığı için her gün daha fazla silâh temin edebilmektedirler. Amerikan ajanı veya taraftarı olduklarından dolayı değil, Amerika’nın düşmanlarıyla Suriye sınırında, tarihî olarak Kürt toprağı olan bu bölgede savaştıkları için, Amerika’dan da politik destek almakta, onlar da Amerika’ya politik destek vermektedirler. Tam bir karmaşa…
Emperyalist düşmanlar, “korku”, tekrarlıyorum, korku, terör, dehşet içerisindedirler bugün. Ne yapacaklarını bilmiyor ve sadece bombardıman yapabiliyorlar.
Fransa, bombardımanlar için sadece tek bir gün içerisinde –sanıyorum- 6 milyon euro harcıyor Irak’ta. Resmî ve inanılmaz rakamlar. Uçakların falan masrafı değil, bombaların parası bunlar ve her gün 6 milyon euro kaybediyor Fransa.
Üstelik bir hiç için yapılıyor bütün bu masraflar ve ne kadar çok bombardıman yaparlarsa, o kadar çok düşman kazanıyorlar, o kadar fazla insan “düşman” saflarına katılıyor.
(Carlos, Fransa’da doğmuş Kürt kökenli Türk olan 15 yaşındaki bir gencin, internette bazı sohbetler yaptığını ve sonra da başında kippa olan yahudi öğretmenini gidip vurduğunu söylüyor. Oysa bunun haram olduğunu, ancak bu delikanlının bunu bilmediğini ekliyor. Tek bildiği şeyin, orada bombalanan insanları işte bu düşmanın vurduğu bilgisi olduğunu vurguluyor. Müslümanların sadece “helâl” veya “koşer” yiyecek yiyebileceğini, ne var ki Amedy Coulibaly isimli, Afrika kökenli ve geçmişte bir soyguncu iken sonradan müslüman olmuş, politik bakımdan fazla bilgili olmayan bir başka kahramanın ise gidip “koşer” bir süpermarkete saldırmasını bir diğer gelişigüzel saldırı hâdisesine örnek olarak hatırlatıyor. Şayet “koşer” yiyecek satan bir süpermarket Mossad’ın saklanmak için üslendiği bir yerse elbette hedef olabileceğini, ancak yaşanan hâdisede böyle bir durumun sözkonusu olmadığını belirtiyor.)
Evet, insanlar böyle –gelişigüzel- saldırılar düzenliyorlar. Hattâ ölüme hazır olarak kendisini fedâ etmek gibi kahramanca eylemler gerçekleştiren insanlar bile yapıyor bunu. Zaten asıl önemli mesele de bu: Bu insanlar, düşmanı öldürmek istedikleri gibi, kendileri de ölmek istiyorlar! Bunlar hem mücahid, hem şehid; cihadın şehidleri. Bir gerçektir bu; inkâr edilemez bir gerçek. Hem de kimler yüzünden; Fransa’nın ve Fransız vatandaşlığının düşmanı, çoğu hıristiyan bile olmayan birtakım kişiler yüzünden!..
(Carlos, Fransa’nın resmî olarak laik ama an’anevî olarak katolik bir ülke olduğunu ve iktidar politikalarıyla Fransız halkının bu noktada uyuşmadığını, hattâ hükümetin bazı kararlarına karşı müslümanlarla katoliklerin Fransa caddelerinde ortak gösteriler bile düzenlediğini söylüyor.)
Bir diğer ifâdeyle, Fransa, dini ne olursa olsun Fransız halkını gerçekten temsil etmeyen birtakım kişiler tarafından yönetiliyor. Bu kişiler iktidardalar, çünkü iktidar çevrelerini, çünkü sistemi kontrol ediyorlar. Başta ister sağ ister sol olsun, bu kişiler her durumda iktidar.
Türkiye’ye gelince; “bu durumu” değiştirmek için bir şansları vardı. Zaten unutmayınız ki, bir “hür mason cumhuriyeti”dir aslında Türkiye. Hür masonluk da ille olumsuzluk demek değildir gerçi. Artık böyle olmasa bile ve Latin Amerika için konuşmak gerekirse, sömürgeciliğe ve toplumları kontrol eden katolikliğe karşı, 200 yıl önce tarihî bakımdan önemli bir rol oynamışlardır. O dönem gerçekleşen tüm kurtuluş savaşlarını yöneten generaller, liderler falan hep böyle hür masonlardı meselâ. Türkiye’de de, çöküş içerisinde giren İslâm devletinden, o gün sadece bir isimden ibaret kalmış “hilafet”ten, gerçek bir İslâmî gelenekte yeri olmayan ve kimbilir kaç yüz kadının bulunduğu harem gibi uygulamaları olan hanedandan sonra iktidarı devralanlar da, bir bakıma yine bu hür masonlardı.
Demek istediğim şey şudur: İlk başta başbakanlık yapmış olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, azınlıklar dahil, en önemlisi Kürtler dahil, herkesin hakkını teslim edici İslâmî bir devlet kurma istikametinde, toplumu temizleme noktasına ulaşmak üzereydi. Şimdi ne oldu peki? Ülke bir karmaşaya doğru gidiyor!
Size bir şey söyleyeyim: Türkiye’de günden güne daha fazla şiddet yaşanacak, herkes herkesi öldürmeye başlayacak, müslümanlar ve masumlar ödeyecektir bunun bedelini.
Turizme gelince; sadece çılgın turistler gidecektir artık Türkiye’ye. Sonuç budur çünkü. Tunus’a da aynı şekilde turistler gitmiyor bugün. Niçin? Oradaki hükümetin yaptığı belli bazı şeyler yüzünden. İktidardaki hükümet ihanete tevessül etti, Arabların ve müslümanların düşmanlarıyla ittifak kurmaya yeltendi, sonuç da bu oldu yine.
Türkiye’de ise, müslümanların düşmanı olmayan bir hükümet, İslâmî bir hükümet, gerçek bir İslâmî hükümet var başta. Ancak ne demeye NATO’da kalmaya, yabancı orduların askerî üsler kurup Türkiye’nin bir kısım topraklarını işgal etmesine göz yummaya, Avrupa Birliği’ne katılma çabalarına ve Türkiye’nin tüm bağımsızlığını kaybettirecek böyle bir sürece devam ediyorlar hâlâ, bilmiyorum.
Yine aynı zamanda bu adam, yâni kimsenin ajanı olmayan ve Gülenci yankilere karşı, Türkiye’deki hükümet sistemine sızmaya çalışan Gülencilere karşı savaşma cesareti taşıyan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugün yaptıklarıyla kaybediyor.
Ne olacak peki sonuç? Bu ülke mahvolacak, ekonomi günden güne kötüleşecek, her yerde saldırılar yaşanıp bombalar patlayacak –ki başka bir yerden bomba getirtmeye de ihtiyaçları yok, nasıl bomba yapılır biliyorlar artık-, toprağında milyonlarca mültecinin olduğu bir ülkede bunun birkaç bini her dilediği şeyi işleyebilecek ve bunları engellemenin bir yolu da bulunamayacak!..
Netice olarak, Türkiye halkları için, müslüman erkek ve kız kardeşlerim için, kendi hakları için savaşan ve çoğunluğu müslüman, hem de dindar müslüman, Sünnî müslüman olan kadîm Kürt halkı için dua ediyorum.
Sadece İsrail’e ve İsrail’in dostlarının çıkarına hizmet eden bu lüzumsuz çatışmalar durdurulmalıdır.
Allahü Ekber.
 
(Carlos’un mûtad konuşması bittikten sonra, Av Yılmaz, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun Carlos’a söylediği devrimci selâmlarını naklediyor, Carlos da “Allah yardımcısı olsun; kendisi iyi mi peki?” diye soruyor. Av. Yılmaz, iyi olduğunu ve herhangi bir problemin bulunmadığını söyleyince, Carlos “kendisi için her şeyin en iyisini diliyorum buradan” diyor ve telefon konuşması karşılıklı vedalaşmadan sonra sona eriyor.)
 
16 Ocak 2016 
Baran Dergisi 471. Sayı