Bugün ilk olarak, 16 Nisan 2017 Pazar günü Türkiye’de gerçekleştirilen referandum vesilesiyle konuşmak istiyorum.
Daha önce de söylediğim gibi, bu seçimin problemi şudur: İnsanlar, hükümetin “Başkanlık Sistemi” çerçevesinde tesis edilip edilmemesini oylamıyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı desteklemek veya ona karşı çıkmak için oy kullanıyor. Tamamen eminim bundan.

Hatırlatmak istediğim bir husus: Venezüella olarak biz, öyle Fransa’da falan yaşandığı gibi başbakandır şudur budur gibi zorluklarla karşılaşmak yerine, iki yüzyıldan fazla bir süredir Başkanlık Sistemi’yle yönetildik ve hâlâ da bu şekilde yönetiliyoruz.

Başka yerlerde de “Parlamenter Sistem” bulunsa bile, meselâ İngiltere’de sağlıklı biçimde işliyor bu. Zira özel bir durum söz konusu İngiltere’de, bir krallık mevcut orada. Belli meselelerde son söz Kraliçe’de olduğu ve kraliyet çerçevesinde başa kimin geçeceği de açık olduğu için, devlet başkanını da seçmek zorunda değilsiniz ayrıca.

Tekrar Türkiye’ye dönersek, şimdi iki yeni referandum daha gerçekleştirilmesinden bahsediliyor: Birincisi, ölüm cezasının yeniden getirilmesi yahut getirilmemesi hakkında; ikincisi, Avrupa Birliği’nde kalınması yahut çıkılması hakkında...

Bu bahiste de kısaca konuşmam gerekirse; ülkem Venezüella, ölüm cezasını kaldıran ilk ülke olmuştur tarihte. Yaklaşık 150 yıl kadar önce -1863’de- gerçekleşmiştir bu.

Devrimci bir kumandan olarak, ölüm cezasını birçok defa uygulamak zorunda kalmış bir insanım ben. 100’den fazla ölüm cezasını bizzat telaffuz etmişimdir. Savaş durumunda tatbik etmek zorundasınızdır zaten ölüm cezasını.

Dolayısıyla, Chavez iktidara geldiğinde, Venezüella anayasasında, barış zamanları bakımından ölüm cezası bulunmuyor, sadece savaş durumu için geçerli olmak üzere ölüm cezası bulunuyordu. Bulunuyordu bulunmasına ama bu hiç uygulanmıyordu. Chavez’le birlikte seçimler yapıldı, şu oldu bu oldu ve ölüm cezası tümden kalktı gündemden.

Türkiye’deki meseleye gelince; insanlar ölüm cezasının lehinde veya aleyhinde oy kullanmayacaklar, Avrupa Birliği’nin lehinde veya aleyhinde de oy kullanmayacaklar, yalnızca Erdoğan lehinde veya aleyhinde oy kullanacaklar yine!

Oysa geçen referandumda Erdoğan’ın aldığı oy, yüzde 50’nin az biraz üstündedir. Dolayısıyla çok nâziktir burada durum ve böyle bir şey için ortalığı provoke etmenin gerçekten zamanı mıdır bilmiyorum. Zira aynı zamanda Kürtlerle bir çeşit iç savaş da sürmektedir ülkede ve savaşın diğer tarafındakiler öyle küçük değil çok büyük bir azınlıktır üstelik. Zamanında çeşitli sıkıntıları protesto etme temelinde oluşturulmuş, diktatörlük olarak vasıflandırdıkları devlete karşı silâha sarılmış devrimci bir örgütleri de vardır aynı şekilde. Oysa Türkiye’de bir demokrasi mevcuttur şu ân ve silâhlı mücadelenin yeri yoktur burada; demokratik olarak çözülmelidir her şey.

Peki şimdi Türkiye’ye yeniden ölüm cezası getirilirse, kime karşı tatbik edilecektir bu? Kürt isyancılara karşı! Bu ise, yaşanan savaşı durdurmayacak, sadece kızıştıracaktır. Bir şey söyleyeceğim: On bin Kürt milliyetçisini bile infaz edebilirsiniz, ancak bu yaklaşım savaşı durdurmayacak, aksine kışkırtacaktır. İnfaz ettiğiniz her bir kişi için, yüz yeni kişi katılacaktır örgüte.

Biraz önce de söylediğim gibi, ölüm cezasına taraftar bir insanım aslında ben. Fakat tam şu sıra böyle bir şey yapmanın doğru olduğunu düşünmüyorum.
Avrupa Birliği’ni terketmeye gelince; işte buna yüzde yüz taraftarım. Zira Avrupa Birliği, Avrupa’daki devletlerin bağımsızlığını yok etmek için vardır.
Ezcümle, Türkiye’de işlerin iyi gitmesini ve Erdoğan’ın büyük bir hata yapmamasını umalım.

Sevdiğim bir insandır Gönüldaş Erdoğan ve kıymetli birçok vasfı vardır. Mükemmel bir insan değildir elbette ama zaten ben de mükemmel değilim. Ne olursa olsun, Türkiye’de işlerin daha iyiye gitmesini arzu ediyor, daha da kötüleşmemesini diliyorum. Bu vesileyle tekrar ifâde etmem gerekirse, Türkiye, -“tarihî sınırları” demiyorum bakın- uluslararası sınırlarının ötesine müdahale etmeyi bırakmalıdır. Doğru vakit değil şu ân. Türkiye’nin güney sınırları bir şiddet arenası değil, bir huzur beşiği olmalıdır.

Neyse…
Hakkında konuşmak istediğim ikinci husus, Fransa’da bugün gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimleri…
Burada şimdiden kesin olan şey, Marine Le Pen’in mutlaka ikinci tura kalacağı ve ikinci turda Marine Le Pen’in karşısına çıkacak kişinin de seçimi mutlaka kazanacağıdır. Zira ikinci turda kullanılacak oylar, Marine Le Pen’in karşısına çıkacak adayın sırf kendisi için değil, özellikle Marine Le Pen’e karşı olmak için kullanılacaktır.

İnşallah Gönüldaş Jean-Luc Mélenchon ikinci tura kalır. Çünkü bu seçimdeki en iyi adaydır o.
İkinci derecede başka adaylar da katılıyor seçime. İki tane de Troçkist aday var meselâ. Bazen iyi pozisyonlar alan ilginç insanlar aslında. Bunlardan biri de Fransa’nın güneyinden gelen Jean Lassalle ki, belli meselelerde doğru şeyler konuşan mükemmel bir insan. Diğer bir aday François Asselineau, hâkezâ.
Adaylar arasında bir de François Fillon diye biri var ki, ikinci tura kalmaz inşallah. Yozlaşmış ve yolsuzluğa bulaşmış âdi bir adamdır; eline birçok Libyalının kanı bulaşmış, bir gün tüm bu suçlarının hesabını vermesi gereken bir suçludur.

Bakalım ikinci turda Marine Le Pen’in karşısına kim çıkacak, yaşayıp görelim, ancak benim arzum bu ikinci kişinin Jean-Luc Mélenchon olması ve Emmanuel Macron olmaması. Zira her ne kadar ilginç ve zeki bir ekonomi uzmanı olsa da, uluslararası bankacılık çizgisini temsil eden, Rothschild Bankası’nda çalışmış birisi bu kişi. Bunu derken, kendisinin siyonizmin yahut başka herhangi birinin ajanı olduğunu söylüyor değilim, mesele o değil, fakat bu adamın ideolojik bakımdan kapitalist sömürü sisteminin tarafında olduğunu söylüyorum.

Bay Macron’un en iyi aday olduğunu düşünmüyorum, ancak ikinci tura kalırsa şayet, cumhurbaşkanı seçilme şansı bulacaktır.

Bu bahiste söyleyebileceğim son şey, yalnızca Jean-Luc Mélenchon’un en iyi aday olduğu; Marine Le Pen’in ise diğer tüm adaylara nazaran “daha az kötü” olduğudur. Çünkü Marine Le Pen, Suriye ve Afrika’daki dış müdahaleleri sonlandırmak istemektedir ki, babasının takib ettiği Fransız milliyetçiliği, Fransız vatanseverliği çizgisini sürdüren birisidir belli yönlerden. Bu da kötü bir şey değil kuşkusuz.

Şimdi Fransa bazı problemler yaşıyor, ülkenin orasında burasında her gün bir saldırı yaşanıyor. Niçin peki? Ne olacak, tabiî ki bu bir cevab, hem de çok küçük çaplı bir cevab; ABD emperyalizminin köpeği ve suç ortağı olarak Fransa’nın on yıllardır her yerde gerçekleştirdiği ve insanları katlettiği müdahalelere bir cevab!..

Gerçi ABD’de yaşanan bir değişim var şu sıra ve ben bu mevzudaki pozisyonumu korumaya devam ediyorum hâlâ. Şöyle ki, Başkan Trump, ABD tarihindeki “en az kötü” devlet başkanı olacaktır bence. Bunu yaşayıp göreceğiz kuşkusuz. Kimi zaman çelişkili bazı durumlar, meselâ kızının siyonist bir yahudiyle evlenmek için yahudiliğe geçmesi gibi tuhaflıklar da göreceksiniz belki ama kanaatim bu istikamette yine.

Kuzey Kore için ABD’nin bölgeye nükleer bir uçak gemisi (USS Carl Vinson) göndermesi hâdisesi meselâ. Bunlar bir komedidir aslında. Şöyle ki, Güney Kore’de, Tayvan’da, Japonya’da ve Pasifik’teki en büyük üslerinin bulunduğu Filipinler’de bu tür her şeye zaten sahibler. Yâni bunun için bir uçak gemisi falan göndermeye ihtiyaçları yok ki. Birkaç gün önce de basında okudum: Meğer o uçak gemisi Kore’ye yâni kuzeye değil, bir tatbikat için Avustralya’ya yâni tam tersi istikamette güneye gidiyormuş!.. Komik şeyler tabiî ama yaptığım analizde benim yanılmadığımı da gösteren şeyler aynı şekilde…

O bölgedeki durumun yatışmasını umalım ama şunu da tekrar vurgulamadan geçemeyeceğim: Dünyadaki “tamamen” bağımsız birkaç ülkeden biridir Kuzey Kore Cumhuriyeti. Ülkem Venezüella’daki komünist ideolojik gelenek bakımından, bir ülkenin babadan oğula ve toruna devredilerek yönetilmesi tuhaf bulunur, fakat Kuzey Kore de kendine göre gelenekleri olan bir ülke sonuçta. Bir bölge gücü, hem de nükleer bir güç olacak şekilde Kore’nin barışçı bir yolla yeniden birleşmesini, ben de henüz yaşarken buna şâhid olabilmeyi dilerim.

Yeri gelmişken, anayasasındaki bunu yasaklayan hükümlere rağmen, Japonya da nükleer silâhlara sahib bir güç olacaktır çok yakında.

Tüm bu değişimlerin ortasında, Komünist Parti’nin bile hükümetin yanlış politikalarına karşı tavır aldığı ülkem Venezüella başta olmak üzere, işlerin daha kötüye gitmemesini, problemlerin barışçı yollarla çözülebilmesini umalım hep birlikte.

Kendisini düşünüyor olduğum ve –gayet ciddi olarak söylüyorum- yakında Türkiye’de oynayacağı bir rol bulunan Kumandan Mirzabeyoğlu’na çok selâm söyleyin benden.

Allahü Ekber.
23 Nisan 2017

Baran Dergisi 537. Sayı