Türklerle Kürtlerin Savaşı Üzücü ve Aptalcadır
 
Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim, iyiyim. Hayattayım. İki aydan fazladır ilâçlarım verilsin diye bekliyorum. Boğazımda bir enfeksiyon var ve sesim de bazen tuhaf çıkıyor bu yüzden. Buradaki bazıları gibi, Venezüella Büyükelçiliği’ndeki bazıları da bana karşı sabotaj düzenliyor her fırsatta. Kirli bir oyun oynanıyor ve beni rahatsız etmek için ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Kanundışı hiçbir şey yapmadığım hâlde, devamlı provoke etmeye çalışıyorlar beni. İşe yaramıyor tabiî.
Neyse; dünyadan haberler neler? Ha, bu arada, tüm avukatlarıma –Av. Hasan Ölçer’e, Av. Güven Yılmaz’a, Av. Ali Rıza Yaman’a ve Av. Ahmed Arslan’a- gönderdiğim mektubları aldınız, değil mi?
(Av. Yılmaz, kendisinin aldığını, diğerlerini ise araştıracağını söylüyor.)
İyi, iyi. Bu sefer daha çabuk gelmiş; önceden haftalar aldığı oluyordu.
Bana soracağınız herhangi bir soru yahud özel olarak konuşmamı istediğiniz bir konu var mı?
(Av. Yılmaz, sorusu veya özel bir konu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Sanıyorum, Türkiye hakkında, Türkiye’de olan bitenler hakkında konuşabiliriz.
(Carlos, IŞİD bünyesindeki bazı sözde cihadçıların, Irak’ın doğusunda, insanoğlunun, özellikle de Mezopotamya halkının mirası olan binlerce yıllık bazı âbideleri tahrib etmesinin kabul edilemez olduğunu belirttikten sonra, Türkiye hakkında konuşmaya başlıyor ve PKK’ya sızmış bazı aptalların, öldürülen polisler dolayısıyla bir üstlenme açıklaması yapıp, Türkiye hükümetine karşı savaş ilân etmesini çok üzücü bulduğunu vurguluyor…
Azıcık beyni olan herkesin, PKK’nın böyle bir açıklama yapmak zorunda olmadığını takdir edebileceğini söyleyen Carlos, bazen halk düşmanlarını, Türk ve Kürt düşmanlarını ortadan kaldırmak gerekebileceğini; buna da herkesin anlayış gösterebileceğini; ancak hükümete karşı savaş ilân etmek anlamına gelecek şekilde böyle bir üstlenme açıklaması yapmanın yanlış olduğunu; bunun da Irak Kürdistanı’nda üsleri olan siyonist ajanların, aynı şekilde, Amerikan ve NATO müdahalesinin çıkarına olduğunu vurguluyor…
Tam da siyasî mahpusların cezaevinden dışarı çıkması gereken ve bu istikamette görüşmelerin devam ettiği bir demde tekrar silâhlı mücadeleye başvurmanın bir sonuç getirmeyeceğini belirten Carlos, yüz yıl sürebilecek böyle bir savaşın ne Türklerin ne Kürtlerin ne de bir başkasının çıkarına olduğunu; barışçı ve mantıklı biçimde çözülmesi gereken bu mesele bir çatışmaya götürüldüğünde, insanların bir hiç uğruna öleceklerini ifâde ediyor…
Çözüm yoluna gitmek yerine bu şekilde tekrar silâha sarılmanın herhangi bir alternatif getirmeyeceğini; çünkü, hernekadar ideolojik bakımdan kendileriyle aynı safta olmasa ve birçok noktada kendilerine katılmasa bile, on yıldan fazladır iktidarda olan mevcut hükümetin bazı politikalarının Türkiye’yi iyi noktalara götürebilecek nitelikte olduğunu söylüyor…
Türkiye’nin IŞİD’i bombalaması çerçevesindeki gelişmelere de temas eden Carlos, IŞİD’deki hakiki müslümanların, öyle Suudî Arabistan’dan gelen Vahhabîler olmadığını; bu bakımdan, kimsenin bu müslümanları böyle bombalamaya ve öldürmeye hakkı olmadığını; aldıkları bazı pozisyonlar noktasında kendileriyle stratejik açıdan farklı olsa bile, bu insanların haklı bir dava yürüttüklerini ve saygıdeğer olduklarını söylüyor…
Bugün IŞİD’çi diye bombalananlar hakiki müslüman iken, Arab Yarımadası’na hükmedenler için bunun söylenemeyeceğini; çünkü, Arab Yarımadası’na İslâm adına hükmedenlerin, gerçekte İslâm’ın düşmanları olduğunu vurguluyor…
Belli meselelerde farklı görüşte olabilecek ama esasta iyi tarafta olan iki halk arasında, Türkler ve Kürtler arasında, ABD ve İsrail’in tam da kendilerinden yapmalarını istediği herşeyi yapmak anlamına gelecek şekilde bir savaş başlatmanın yanlışlığını vurgulayan Carlos, “Gönüldaş Erdoğan” ve takibçisi müslümanlarla PKK’lı Kürt vatanseverlerin, ideolojik farklılıklarına ve tarihî çatışmalara rağmen, aslında aynı safta olmaları ve çatışmayı bırakıp tarihin bu döneminde meseleyi olabilecek en iyi yolla çözmeleri gerektiğini belirtiyor…
Hayatının bir yarısı cezaevinde, diğer yarısı yeraltında uluslararası silâhlı mücadeleyle geçmiş, üstelik 20 yıldan fazladır cezaevindeki her günü her dakika takib altında birisi olarak, hernekadar paranoyaya kapılmak için bir sebebi olsa da prim vermek istemediğini söyleyen Carlos, buna rağmen, bugün yaşananları tahlil noktasında çok da yanıldığını zannetmediğini ifâde ediyor…
Zaten, çatışmaların yaşandığı dünyanın bu bölgesini ve orada savaşanların bazı liderlerini oldukça iyi tanıdığını belirten Carlos, Suriye’de yaşanan çatışmalara da temas ediyor ve bu savaşın çıkmasına hem Alevî hem Sünnî aşiretlerdeki birtakım yozlaşmalar sebeb olmuş olsa bile, sonuçta orada yaşayan herkesin, her azınlık grubunun belli temel hakları olduğunu vurguluyor ve bu çerçevede daha önceki konuşmalarında altını çizdiği bazı noktaları dile getiriyor; sırf inancı farklı diye kimsenin kimseye saldırma hakkı bulunmadığını tekrarlıyor…
Kendisinin öyle dindar bir insan olmadığını; ancak inançlı bir müslüman olduğunu –bu arada Kelime-i Şehâdet getiriyor- ifâde eden Carlos, buna rağmen, bir “iktidar meselesi” olduğunda, yüzde 99 nisbetinde, dinin inananların aleyhine, insanların aleyhine kullanıldığını belirtiyor ve bu bahiste, İsrail’den bile kötü “en hain rejimler” olarak, Arab Yarımadası’ndaki devletleri örnek gösteriyor…
Bunların, güya İslâm adına konuşmalarına rağmen, insanları katlettiklerini; İsrail’e sadece ajanlık yapmakla kalmayıp, -Suudî Arabistan gibi- 1969’dan bugüne İsrail’i finanse ettiklerini; dini kendi suçlarını örtbas etmek için kullandıklarını; ülkelerinde güya tatbik ettikleri şeriate göre bizzat  kendilerinin münafıklığın en üst derecesinden suçlu olduklarını ve cezalarının da ölüm olduğunu bildiklerini hatırlatıyor; Suudî Arabistan halkının ise saygıdeğer insanlar ve müslümanlar olduğunu ekliyor…
Tekrar Türkiye’deki gelişmelere dönen Carlos, çatışmaların yeniden başlamasından dolayı çok kızgın olduğunu söylüyor; bu şekilde Sabetayistlerin kazandığını belirterek, “niçin?” diye soruyor; sonra da, “çünkü Müslüman Kardeşler destekçisi Gönüldaş Erdoğan ve takibçileri yanlış işler yapıyor; bu da çok üzücü” şeklinde cevablıyor; peşinden, Türk halkının barışçı gösteriler yoluyla sesini duyurması ve bu şiddete bir dur demesi gerektiği tavsiyesini yapıyor; etnik kökeni veya dinî inancı ne olursa olsun, Türkiye’nin her vatandaşının temel haklarının tanınması gerektiğini belirtiyor; El-Cezire televizyonu başta olmak üzere, hem televizyon kanallarından hem de gazete ve dergilerden sürekli takib ettiği Türkiye’deki gelişmelerin hiç hoş olmadığını ekliyor; bu çerçevede gördüğü ve okuduğu herşey yüzde 100 doğru olmasa bile, bu haber bombardımanı içinden hakikatin ne olduğunu, bölge hakkındaki az çok bilgisi ve bölgedeki tecrübesinden de yararlanarak çoğunlukla çıkarabildiğini ifâde ediyor; yaşanan çatışmaların, –ABD emperyalistleri başta olmak üzere- sadece düşmanın işine yaradığının, oysa hedef saptırmamak gerektiğinin altını çiziyor…
Bu vesileyle, kendisinin “anti-Amerikan” olmadığını vurgulayan Carlos, Amerikan halkının büyük bir halk olduğunu; Avrupalılar gibi tembel olmayıp, çalışkan olduklarını; devlet politikasından ayrı olarak, dünyanın her tarafından gelmiş insanlardan oluşan bir karışım hâlinde, çoğu hiç de emperyalist olmadıklarını; bazı Amerikan ürünlerini kullanan ve bazı Amerikan geleneklerini benimseyen insanlar olarak –örnekler veriyor-, medeniyeti bakımından ABD’ye düşman olmadıklarını; Ho Shi Minh’in bile, New York’ta aşçı olarak çalışmış ve hem ülke olarak ABD’ye hem de halk olarak Amerikalılara hayranlık duymuş büyük bir entellektüel, büyük bir savaş stratejisti olduğunu; kendisi askerî bir şahsiyet olmamakla birlikte, ABD ordusunu, Fransız ordusunu, Japon ordusunu dize getirmiş bu büyük insanın, Vietnam halkına karşı vahşice bir savaş açan ABD ordusunu yenilgiye uğratmasına rağmen, yaptığı anayasanın belli bölümlerini Amerikan anayasasından kopya ettiğini; liderleri Sovyet yahud Çin ajanı olmayıp yalnızca komünist olan Vietnam halkının da, kültürel yönden ABD’den etkilenmiş bir halk olduğunu söylüyor…
Gelmek istediği noktayı belirten Carlos, düşmanı tâyin etmek noktasında yanlış yapmamamız gerektiğini; düşmanın, başka ülkelerden ve başka kıtalardan gelerek insanlarımızı bombalayıp katledenler ve Şam beldelerindeki, Anadolu’daki, -kendisi de bir “Filistinli” olarak- Filistin’deki kendi iç meselelerimize müdahale edenler olduğunu vurguluyor…
Kendisinin 20 yaşından beri bir Filistin gönüllüsü olduğunu ve mücadelesinde o günden bu yana hiçbir taviz vermediğini ifâde eden Carlos, şayet düşmanla bir kez olsun işbirliğine gitmiş olsaydı, cepleri para dolu olarak, şimdi çok yüksek mevkîde bir insan, hattâ çok tanınmış siyasî bir şahsiyet olabileceğini; ne var ki, bunu asla kabul etmediğini ve asla kabul etmeyeceğini; çünkü ne bir hain ne de bir fırsatçı olduğunu; hayatı tehlikeye girmiş bir insan için takdire şâyan olma ihtimâline rağmen, kendisinin takiyyeye inanmadığını ve takiyye yapmaya hakkı da bulunmadığını; güya İslâmî devletlerin, emirliklerin, sultanlıkların yaptığının ise, münafıkların takiyyesi olduğunu belirtiyor…
Sonuç olarak, kendi aramızda savaşmayı bırakmamız gerektiğini söyleyen Carlos, hem müslüman olmayan tüm İslâm düşmanı yabancı işgalcileri ve hem de müslümanmış gibi görünen ama hakiki müslüman olmayanları ülkelerimizden sürüp çıkarmamızın şart olduğunu; düşmanımızın işte bunlar olduğunu; bunun dışında kalan, -meselâ- Türklerin, Kürtlerin, Suriyelilerin, Ermenilerin ise birlikte yaşamak borcunda insanlar olduğunu ifâde ediyor ve tekbir getiriyor…
Telefonu kapatmadan önce, Kumandan Mirzabeyoğlu’na çok selâm söyleyen Carlos, kendisini sımsıkı kucakladığını ve kardeşçe öptüğünü belirterek, bu yaşadığımız ortamda kendisine çok ihtiyaç duyduğumuzu ve O’nun fikirlerinin bu bakımdan çok önemli olduğunu, O’nun söylediklerinin öyle kuru lâf veya kâğıt kalabalığı olmadığını özellikle vurguluyor…)
Baran Dergisi 450. Sayı