Ufuk Coşkun kardeş bildiğim ve kardeş gördüğüm bir insan. Mümin müminin kardeşidir. Elbet öyle olmalı. Lakin her şeyin bir derecesi olur ya, kardeşlik içinde daha da kardeş gördüğüm bir şahıs. Milat Gazetesi’nde yazılarını merakla takip ettiğim, heyecanla okuduğum dertli biri. Bakalım bundan sonra nasıl bir yazı yazacak diye sabırsızlık içinde beklediğim bir yazar. Son ifade “dertli biri”… Evet, bu ifadenin belirttiği mânâya soyunmuşluk ve şahsında tecessüm ettirmiş olması Ufuk Coşkun’u kardeşlik içinde kardeşlik pozisyonuna getiriyor. Üslup, fikir, ifade edilirken fikirde tüten eda… Doğrudan doğruya fikri ifade eden, insanın şahsiyetini ele veren emare… Bu kardeşim fikrini ifade ederken ‘ben Anadolu insanıyım, bu toprakların bağlısıyım’ telaşı içinde, fikrî mesaisini devam ettiriyor. Bu kardeşim, ‘ben Anadolu insanıyım’ diyerek bu toprakların insanının unutturulmuş ve hadım hale getirilmiş mânâ ve ruh ikliminin yeniden tesis etmek gereğini duyuyor ve yaşıyor. Yazıları, üst perdeden, “ben bilirim” havasında değil. İsmet Özel-vari “bende çok fikirler var, lakin siz bunları anlayamazsınız, o yüzden söyleyemem” kibrinden uzak. Çok basit mânâları ukala akademik ifade kalıpları içinde -bulanık su derin olur- anlaşılmaz görüntü vererek ‘ben ne kadar derinim’ cakasında değil. İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun da takdirini almış olması takip etmekte beni haklı çıkarması ayrıca güzeller güzeli bir tevafuk. İnsan güzel bir insanı takip ederken güzelleşiyor. Güzel bir insanı bulup, onun güzelliğini paylaşmak, ruhları arındırıp arada görünmez kuvvetlerle muhabbet ağı oluşturuyor. Bir cemiyette hedeflenmesi gereken de bu olmalı değil mi? İnsanları güzeller güzeli idealler çerçevesinde buluşturmak, bu gayelerle içtimaî birlik ve beraberliği oluşturmak. Ufuk Coşkun eğitimci biri… Eğitim mevzuuna kendini hasretmiş. Bu ülkenin insanının istikbalinin eğitim mevzuu ile halledilmesi gerektiği inancını yüreğinde hissediyor. Cem Yılmaz’ın “eğitim şart” söyleminin sathîliğinden uzak. Eğer eğitim, bu sistemin ilkokulundan başlayıp yüksekokulundan mezun olmaksa, yandın. 

Niye en eğitimli camia Adnan Oktar sapığının bağlıları. Açıp bakın hepsi bu ülkenin en yüksek puanla girilen okullarından diploma almış ve birkaç dil biliyorlar. Fettoş sapığı “tesettür teferruattır” diye başörtüsünü kaldırmış, birçok insan da bunu Fettöş eğitime ne kadar önem veriyor diye alkışlamıştı. Niye? Kendi çarpık anlayışına alan açtığı için. Hazreti Ömer efendimizin “İnsan inandığı gibi yaşamazsa yaşadığı gibi inanır” sözünün anlamının dehşeti niçin bizi ürpertmedi? Birçoğumuz kolaycı bir anlayışta idik. İslâm’ı hakim kılma ve aleme nizam verme davasından uzak idik. Bunun için yapılacak mücadelenin maddî ve manevî şartları bizi alakadar etmedi. “Çocuklarımız kariyer sahibi olsun sistem içinde onlar da en yüksek maaşları elde etsinler.” Şu anda Milli Piyango olmak üzere şans oyunlarının başında kimler var? Acaba ne kadar maaş alıyorlar? Bir araştırsak karşımıza ne çıkar? Bu şahıslar kazandıkları paraları ailelerine harcarken hiç yürekleri titriyor mu? Zaman zaman bürokrat insanlarla karşılaşıyoruz. Malum Ankara’da ikamet ediyoruz. Ankara İstanbul’a göre köy gibi herkes her şeyi çabuk duyuyor. Adam şurda çalışıyor fakat gözü başka yerlerde. Maaşı daha dolgun yere geçmenin ıstırabında. İki yılda üç dört defa karşılaştıysak hepsinde çalıştığı kurumlar değişmiş. Adamla sohbet ettiğimizde “bulunduğum yerde nasıl hizmet ederim bu millet ve vatana nasıl borcumu öderim endişesi yok.” Sohbet de sohbet olsa: “Şu kurum daha iyi, şu kurumu şu cemaat şöyle ele geçirdi, şöyle böyle yaparak kurumdaki diğer insanlara o cemaat şöyle zulüm ediyor, vs.” 

En eğitimli insanlar da Fettöş bağlıları değil mi idi? Fettöş “tesettür teferruattır” demişken Adnan sapığı da “tesettüre bikini yeter” demiş. Kendince zavallı aklını kullanarak içtihad etmiş. Bizim akılcılar niye itiraz ediyor? Adamın aklı bunu bulmuş. Adam tarihte kimsenin görmediği şekilde aklî bir yorumda bulunmuş. Peygambersiz Kur’an’a gidenlerin alkış tutması gerekmez mi? Gelenek hep aynı şeyleri tekrar edip aklı dondurmamış mıydı? Akılcı görünmenin ispatı, ne olursa olsun yepyeni şeyler söylemek, eskilerin gördüğünün dışında fikirler yumurtlamak değil mi idi? Modernist sapıklar “tesettür yoktur veya vardır, lakin bu ayetler konjonktüreldir, o gözle bakmak gerekir” dediler. Adnan sapığı hepinizden erkek çıktı “tesettür bikiniden başlar” dedi. Niye itiraz ediyorsunuz, adam olsanız susarsınız. Bu yolu siz açtınız. Konuşma hakkı bizim, lakin yine konuşan medyada cirit atan sizsiniz. Semiha Ayverdi ablamız mezarından kalksa, Cemal Nur Sargut bacımız bir televizyona çıksa “Siz nelerle uğraşıyorsunuz insanın dışına bakmayın. İslâmın kabuğunda kalmayın. Rabbim bizim kalbimize bakıyor. İnsanın nasıl giyindiği arzı endam ettiği bizi ilgilendirmez, insanın kalbi önemlidir.” derdi. Bakın yine bu ülkenin en eğitimlileri de bu grup. Mahmut Erol Kılıç abimiz ne diyor “Şeriat-tarikat; hakikat-marifet seyrinde birbirimize marifet planında bakarsak işi çözeriz. Şii ve Sünni dünyasında birliktelik buradan geçer. Fıkhın dar kalıplarında kalmak bizi anlayışsız ederken birbirimizi anlamayı da zorlaştırıyor.” Adnan sizden daha düz ve mert çıktı, tesettür teferruattır, Rabb’im kulunun kalbine bakar anlayışını ileri düzeye taşıdı. Hepinizden daha ilerici oldu. Sistem kafamıza zaten yıllardır ilerici-gerici kelimeleriyle saldırmıyor mu? Sistem karşısında biz de afallayıp kompleks içinde gerici olmamaya özen göstererek, onlara karşı “İslâm sizin bildiğiniz gibi değildir aslında şöyledir” diye yıllardır debelenmedik mi? İslâm’ı onların sistem ve anlayışlarına uygun hale getirmedik mi? 

Bak Adnan abiniz eğmedi, bükmedi “tesettür bikiniden başlar” dedi, şak işi çözdü. Aklını çalıştırdı. Bin yıldır kimsenin görmediği şeyi gördü. Silah milah gösteriyorlar. Hangi zenginin evine gitseniz ruhsatlı-ruhsatsız, gerek hava basmak, gerekse kendini korumak için o kadar silahı zaten bulursunuz. Yok Yahudilerle işbirliği yapıyordu. Adam Fettöş sapığı gibi sinsi ve yılanca yapmıyordu ki? Apaçık bunu gösteriyordu. İnsan diğer grup ve dinlerle işbirliği yapamaz mı? Bu demokratik ve laik bir devlette ne zaman suç oldu. Büyük Doğu-İbda bağlıları Fettöş ile Adnan sapığının iç yüzünü ortaya sererken bu insanlara yıllardır nasıl gözlerle baktınız. Allah ve Resûlü davasında Salih Mirzabeyoğlu’na ve bağlılarına “bunlar deli, ajan, provokatör, vs.” demediniz mi? Deli gömlekleri giydirip mânâ olarak akıl hastanesine tıkmaya kalkmadınız mı? Hususi olarak Akit Gazetesi’ne sesleniyorum. Davam sizleri bizden gördüğüm için. Nefsinize dokunup nefsimi kabartma derdinden değil. Biz Müslümanlar için basının biricik gayesi ne olmalı? Hitap ettiğimiz kitleyi uyanık ve şuurlu kılmak. Hitap ettiğimiz kitleyi İslâm adına yapılan yanlışlıklardan korumak. Yıllar önce Salih Mirzabeyoğlu (r.a) “Yahudilik–masonluk eserleri çıkararak ‘her taşın altında Yahudi masonlar var’ diyerek tersinden Yahudilere çalışıyorlar?” diye uyarmadı mı? Ona bağlı olanların dergilerinde yine yıllar önce bunların ne oldukları söylenmedi mi? İnkar ederseniz diyecek söz bulamam. Allah için doğru söyleyin biz acı içinde bunları dile getirirken siz hiç bunları duymadınız mı? Bütün bunlar acaba nasıl dikkatinizde olmadı. İbretle bakıyorum; “Adnan Hoca şöyle, Adnan Hoca böyle.” Milli Gazete; siz de bu adamın kitaplarının ve dergilerinin çarşaf çarşaf reklamlarını vermediniz mi? Bu reklamları bedava mı yaptınız? Allah aşkına söyleyin Başkan Tayyip Erdoğan’ın Fettöş’e karşı mücadelesinden önce bu gruba karşı Müslümanları uyarıcı bir yayın politikanız oldu mu? Fettöş’ün kitap ve dergilerinin reklamlarını yasaklama gibi bir dert içinde bulundunuz mu? Allah aşkına söyleyin şöyle bir yattığınızda çileli bir nefs muhasebesi ve murakebesi yapıyor musunuz? Hep birlikte yapıyor muyuz? Cemaat içinde olup güya cemaatin içinden çıkanları ne zaman köşe yazarı yapmaktan vazgeçeceksiniz? Karahasanoğlu ağabeyler Nurettin Veren dışında hiçbiri beni tatmin etmiyor. Niye? Çünkü bu şahıs yıllar önce bedel ödeyerek ailesini de karşısına alarak mücadele başlatmıştı. Tek tek isimler vererek. Onun dışında bunları yapanlar var mı? Bunun öncesinde cemaatte bulunup palazlanmışlar, şimdi de cemaati anlatarak ayakta duruyorlar. Eda ve tavırları Fettöş tarafından itilmişlik psikolojisiyle, “Bak beni dinlemedin bu duruma düştün halleri. Eğer beni dinleseydin bu durumlara düşmezdin. Kibrin ve beni dinlememen seni böylesi hallere düşürdü.” anlayışında ayrı bir kibir tavrı. Hiçbirinin yüz ifadesinde nedamet izi yok ? Basiret ve ferasetli müminler olarak “Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz” ölçüsüne muhatap olmayalım mı? Ah ah ! Karahasanoğlu ağabeyler, inanın içim yanıyor. Ne olur anlayın; derdim yine “biz haklı çıktık siz tökezlediniz” demek değil. Nefsimizi sizin nefsinizden üstte tutmak asla değil. İnşallah mümin olarak geldik gidiyoruz. Ahirete tarla dünyada yaptıklarımızla hesap verici olarak öteki aleme irtihal edeceğiz. Eşrefi mahluk olarak halifelik vazifesini layıkıyla ifa etmeliyiz. Bakın Karar Gazetesi’nde Mustafa Çağrıcı aklını “Veda hutbesi”ne, peygamberimizin sözlerine takmış. Orada peygamberimiz erkeklere “kadınlar sizin emanetiniz” diye sesleniyormuş. Tarihselci Mustafa Çağrıcı her sözü kendi zaman dilimi ve bağlamında anlamak gerek diyor. Peygamberimizin çağlar üstü anlayışını anlamadan doğru bir hükmü umuma şamil kılıyor. Bu anlayış şimdiki Batı düşünce ve yaşayış tarzının hakim olduğu bir yerde kadını aşağılamak olurmuş. Niye? Çünkü şimdiki kadın okumuş, üniversite bitirmiş, meslek sahibi, kendi kendine ayakta duran kariyer sahibi biri. Yani erkekten bağımsız olan ve yürüyen bir insan. Halbuki sahabeler zamanında kadın öyle miydi? Çoğu okuma bilmiyordu bile. Mustafa Çağrıcı İstanbul müftülüğü yapmış, Diyanet İşleri Başkanı olamamış zavallının biri. Halbuki Anadolu irfanı ne der? Canımız malımız çocuklarımız komşumuz velhasıl kainatta her ne varsa bize emanet. Rabbim bu emanet ölçülerini kainatın nuru varlığın tacı peygamberimizle ne güzel bildirmiş. Bu ölçüler manzumesiyle Rabbimizle –tabiatla-insanlarla ahenkli ve dengeli münasebetlerimizi sürdürüyoruz. Eşimiz için biz, bize göre eşimiz emanet. Emanete sadık olduğumuz ölçüde imtihanda başarılı olacağız. Emaneti bu şahıs nasıl anlıyor anlaşılır değil. Bir de bu sistemin okullarından mezun olmuş. Medreselerde bulunmuş, diz çökmüş, sarıklı insanlardan değil. Bütün mesele İslâm’ın izzet ve şerefini bünyesinde tezahür ettirememek. Batının teknoloji putunda ve medeniyetinde afallamak. Kendi medeniyet dinamiklerinin tesirinde kalamamak. Kendi medeniyet ölçülerinin büyüklüğünü ve ihtişamını yaşamayıp hayrete düşmemek. Evet, sevgili Akit ailesi derdimiz, derdiniz olmalı, vücudun bir uzvu acı çekiyorsa diğer uzuvlar da bunu hissetmeli. Aksi takdirde nasıl mü’min oluruz? İmtihandan nasıl başarılı geçeriz? İslâm’a zarar vermede Salih Mirzabeyoğlu’nun eserlerinde dile getirdiği gibi üç unsur vardır: Kafir, münafık ve ahmak. Bu üç unsuru derin ve ince mümin olarak tanımak ve tanıtmak mükellefiyetindeyiz. Bunlar içinde en tehlikelisi ahmak. Senden gözükür senin mana ve yolunu bozar. Daha sonra ise sırayla münafık ve kafir gelir. Kafir zararlılar içinde en az zararlısı. Kafiri bilirsin ona göre tedbirini alır, muhataplığını belirlersin. Münafık öyle mi? Senden gözükür, senden değildir. Seni güçsüz gördüğünde arkadan darbeyi indirir. Basiret ve feraset yoksunuysan “sende mi Brütüs” demeye fırsatın olmaz. Velhasıl biz Müslüman kardeşlerimize bu üç grubun lif lif anlam haritalarını öğretmeli ve göstermeliyiz. Yıllardır Akit maalesef bunu yapmıyor. Bizden gözükenleri “kol kırılır yen içinde kalır” diyerek görmezden geliyor. Halkımızı bu yüzden gafil bir şekilde avlanmaya sebep oluyor. 28 Şubat’ı dile getirirken, 28 Şubat’ın hedefinde olan kuruluşları söylerken ne idüğü belirsiz kuruluş ve insanların yabancı yerlerden para toplayıp binlerce insanımızın mağduriyetini engelleme yoluna gitmiyor. Ak Parti on altı yıldır iktidardayken iktidarın yapması gerekenleri dile getirmeyip CHP üzerinden hedef gösteriyor, dikkatlerimizi sadece o yöne çevirmemize vesile oluyor. Dikkat edin CHP hedef gösterilmesin, iç yüzü gösterilmesin demiyorum. Muhatap olması gereken başkası iken muhatabın başkası gösterilmesi hesap sorulma yerinin yanlışlığına vesile oluyor. Bu durum yöneticilerimizin mesuliyet duygusunu azaltıyor. CHP belediyelerinin yaptıkları olumsuzluklar dile getirilirken Ak Parti belediyelerinin menfilikleri söylenmiyor. Allah aşkına Ak Parti belediyeleri sütten çıkmış ak kaşık mı? Halbuki biz öncelikle kendimizden sorumluyuz. Birbirimizi uyarma durumundayız. Kendi içimizdeki adaletsizliklerin ve yolsuzlukların. Müslüman asla yapamaz deyip üzerine gitseydik ve cezalandırsaydık bir çok suistimalleri önler, karşımızdaki insanların da takdirini ve muhabbetini kazanırdık. Fakat biz bunları yapmadık, yapmıyoruz. Bakın bir devletin çöküşü adaletsizlikten ve yolsuzluktan olur. İsterse bu devletin başında İslâm kimliği bulunsun. Bu devletin böyle bir kimliği de yok. Hangi hukuku İslâm hukukunun tecellisi? Zina suç mu? Bahis oyunları yasak mı? Bankalar faiz almadan yatırım işi mi yapıyorlar? Eğitim ve öğretim meselesi İslâm ahlâkına mı göre şekilleniyor? İslâm’a dair birtakım engellerin kalkması başımızda Başkan Tayyip Erdoğan’ın olması bizi atalete sevk etmesin. “Her şey halloldu, bu kadarı yeter” dedirtmesin. Bütüncü olmalı, bütüne talip olmalıyız. Nitekim tarih böylesi sahnelerle dolu değil mi? Batıl olan bir devlet -nitekim alimler en büyük örnek olarak Nuşiveran’ı verirler- adalet içinde devam edebilir, İslâm kimliğinde adaletsiz bir devlet kendini idame ettiremez. Akit ailesi olarak siz ve Baran ailesi olarak biz ülkemizin üzerinde güneşle birlikte karabulutların da dolaştığı bu hengamede daha ihlaslı ve şuurlu yürüyelim. Kafirin, münafığın ve ahmağın tuzaklarını boşa çıkaralım. Çıkaralım ki gökyüzü daha berrak ve pürüzsüz gözüksün. Bizlere ve nesillerimize mavilikler ve güneş en büyük umut olsun. Ufuk Coşkun kardeşim belki şaşırdın, nerden nereye geldik, neleri dile getirdik. Bu daha bir başlangıç. Uzun lafın kısası eğitimde yapmamız gereken ilk şey, çocuklarımızı ülke meselesini ele alacak dertlilerden eylemek. Her birini sosyal ve fen sahalarında birer fikir çilekeşi yapalım. Halifelik misyonlarında yük vermeden yük almanın insanı ne kadar huzurlu kılacağını öğretelim. Bize stresten uzak çocuklar değil, insanlığın ıstırabına çare olacak gönül ve fikir erleri gerek. 

Baran Dergisi 602. Sayı