Lafı evirip çevirmenin ötesi berisi yok; Kürtler üzerinden yürütülen ‘savaş’ artık ‘Kürt Meselesi’ merkezli olmayı kaybetmiş, aksine ‘Kürt aleyhtarı’ bir hale bürünmüştür. Nihayetinde ‘ulusalcı Marksist Kürtler’ Rusya, ABD ve İran güdümünde Ehli Sünnet Arab, Türk ve Kürt düşmanlığı güderek Suriye, Irak ve Türkiye’de faaliyet göstermeye başlamışlardır. Taşeronluğu ve PYD – PKK gibi Marksist yapıların hegemonyasını kabul etmeyen Kürtler Kürt bölgelerinden sürülmeye, öldürülmeye, malları yağmalanıp, namusları kirletilmeye başlanmıştır. Elbette Kürtler açısından bu yeni değildir; lâkin hiç bu kadar açık, hiç bu kadar şiddetli ve çok sayıda olmamıştı. Öyle Suriye’deki varlıklarını korumak isteyen ‘ulusalcı Marksist Kürtler’ kendilerini güden kuvvetlerin istekleri doğrultusunda Kürtlerin Türkiye’de yaşadıkları şehirleri ‘Cizre, Şırnak, Silopi, Diyarbakır-Sur, gibi’ yerleşim yerlerini yaşanmaz hale getirmeye, Halep, Şam gibi birer harabe haline dönüştürmeye başlamışlardır. Malum olduğu üzere Irak-Suriye çizgisinde adamakıllı bir silahlandırılmayan Kürtler kalmıştı. Şimdi o da tamam.
Önceki günlerde ABD başkan yardımcısı Türkiye’ye geldi. Çeşitli ziyaretlerde bulunup nerdeyse bütün muhalefetle görüştü. Bu durum Suriye’nin iç savaşının başlangıç zamanlarındaki Suriye iç muhalefeti ile yapılan ön görüşmeleri hatırlattı. Tabi bunun üzerine Irak, Suriye, Libya ve Somali gibi yerlerde büyük katliamlara, yağmalara ve işkencelere imza atmış ‘Kiralık Ordu’ Blackwater adlı askeri şirketin kurucusu Eric Prınce’in Türkiye’ye geldiği birkaç gün kaldığı, üst düzey bürokrat, belediye başkanı ve şirket yöneticisi ile görüştüğü basına yansıyınca soru işaretleri daha bir arttı. Türkiye Suriye yapılmak isteniyor da hem altyapı hazırlama hem de gözdağı verme ziyaretleriydi bunlar, diye düşünmeden edemiyor insan. Belli ki mart-nisan aylarına kalmadan büyük bir kaos hedefleniyor ve bu aylarda kitlesel kalkışmalar planlanıyor. Türkiye’yi kendi içindeki sorunlarla uğraştırarak ‘savunma melekeleri’ni kırmak istiyorlar. Suriye için düşünmeyin bunu; bölgeyi harabeye ve yaşanmaz hale çevirmek için harıl harıl silah ve yabancı militan-ajan sevk ediyorlar. Bu tuzağa Türkiye düştüğü an zaten kaybetmeye başladı demektir. Yok, eğer kendi içinde en küçük çaplı operasyonda savaşın Batıya taşınmasına “seyirci” bir istihbarat izler ve Batı’nın istihbarat zafiyetini yani Türkiye üzerinden kendini koruma güdüsünü kırar ise bu operasyonlar başladığı gün biter. Daha açık söyleyelim; Avrupa ülkeleri başta olmak üzere ABD ve Rusya’ya dönük istihbarî bilgileri paylaşmaz ve İslâmcı güçlerin bu ülkelerde gerçekleştireceği operasyonlara seyirci kalırsa, nokta atışı yapmış olur. Batı bugün propaganda gücünü kullanarak Türkiye’yi mahkûm etmekte, elini kolunu bağlamaktadır. Kaddafi için de aynısı yapıldı, Mursi için de aynısı yapıldı. Eğer iktidar bu şeytanlaştırmayı kırmak ve gerçek anlamda oyun kurucu olmak istiyorsa, savaşın batıya taşınmasına seyirci kalmalıdır. Aynı zamanda Irak ve Suriye’deki Batı işbirlikçisi bütün güçlere saldırıp onların bölgede etkisini artırmasına izin vermemelidir. Hatta daha ötesi bölgede yaşayan Arapların, Kürtlerin ve Türkmenlerin topraklarına kavuşmasını sağlayıcı projeler üretmeli ve bunun arkasında ne pahasına olursa olsun durmalıdır. Yoksa!..
Diğer taraftan meselesiz, fikirsiz, vizyonsuz ve çok uluslu güçlerin piyonu olma dışında misyon sahibi olmayan Marksist-Leninist çeteler, Rusya ve ABD uçakları eşliğinde ‘ortaçağ’ tarzı derebeylik-kanton kurmayı kendine ‘dava’ edinmiş ve bunda en büyük desteği Kemalistlerden ve Paralel vatan hainlerinden almıştır. Dört parçaya ayrılmış, parçalanmış “Kürdistan”ın dört parçasına da kendi pisliklerini ve katliamlarını bulaştıran ‘Ulusalcı-Kemalistleşmiş Kürtler’ belki kısa süre sonra yok olup gidecekler ama geride binlerce Kürt Müslümanın kanını ve Kürt tarihine bir ihanet lekesini bırakacaklardır. Bu çerçevede PKK-PYD gibi örgütler bu manada sadece emperyalist güçlerin altında taşeron-piyon nevinden rol kapmış çetelerdir. Müslüman Kürt, Türk ve Arabların başını çektiği bir hareket karşısında bu çeteler kazdıkları çukurlarda, gizlendikleri deliklerde tarihin çöplüğüne gömüleceklerdir. Sadece bunlar mı? Elbette bunların yeşermesine, büyümesine, azmasına, kudurmasına sebeb olan başta İsrail ve ABD olmak üzere İran, Esed ve yerli Batıcı işbirlikçiler de ezilip gideceklerdir. 
Bugün genel anlamıyla ortada ‘Kürt Ulusal Hareketi’ diyebileceğimiz bir hareket mevcut değil. Barzani etkisinde ve Hüdapar çevresinde etkili olan Kürt grupları ‘Kürt Ulusal Hareketi’ etrafında değerlendirmeyiş sebebimiz ‘Kürtçü’ kimlikten ziyade daha geniş daha makul ve hukuki kaygılarla hareket edip ‘Kürtlerin de içinde bulunduğu HERKES İÇİN ADALET’ anlayışıyla –en azından görünen bu- hareket ettikleri içindir. Kaldı ki tek başına bir Türk hareketinden de bahsetmek imkânsızdır. Türk Cephesinde de hala ırkçı kimlikle hareket edenler olduğu gibi ümmetçi çizgide olanlar da mevcuttur. Özetle mesele artık bir kavmin, bir grubun hakları üzerinden değil, çok geniş cepheden ve artık İslâm’la Küfrün, Anadolu ile Batı’nın savaşından bahsedilecek konuma gelmiştir. Çünkü ‘ulusalcı Marksist Kürtler’ Kürtlerin haklarından ziyade emperyalist güçlerin çıkarlarını korumaya meylettiler. Neredeyse bütün güçlerini emperyalist odakların emrine verdiler, hatta emperyalist devletlerin askerî amaçları doğrultusunda hareket eden ajanları kendi bölgesel güç odaklarına emir veren komuta mevkilerine getirdiler.
Bu olaylardan ise en geç haberi olan yahut haberi olsa bile seyretmekten başka bir şey yapmadığı ortaya çıkan devlet istihbaratı MİT olmuştur. Nihayetinde önceki günlerde basına yansıdığı kadarı ile “Türkiye sınırları içinde bildiğimiz” Diyarbakır Sur mahallesinde, Şırnak’ta, Silopi’de elde edilen belgelere göre Alman ajanları düpedüz Türkiye sınırları içerisindeki bir bölgede ‘şehir savaşı eğitimi’ vermiş, aylar süren hendek, barikat, iç mahal savunma, uzun süre direniş gösterme, tüneller oluşturma vs. çalışması yapmıştır. Devlet sadece seyretmiş, Kürtler ise bu seyrin getirdiği faturayı canıyla kanıyla ödemeye başlamıştır. Ne de olsa ölen Kürt’tür, kimse ağlamaz, kimse üzülmez, ‘terörist’ der geçersin. Ama durum öyle değil... Çeteler silahsız mazlum Kürtlere karşı ölüm kusuyor; bütün bunlara rağmen yine de devlete isyan etmiyor. Ama bakıyorsun 80 yıllık alışkanlık ile TC ırkçı faşist söylem, marş ve yazılamalarla Kürtleri, bilhassa genç Kürtleri PKK’nın kucağına itmek için çalışıyor. Kimsenin sağı solu suçlamasına gerek yok; PKK’nın nasıl bir vahşete imza attığını 6-7 Eylül olaylarında gördük. Yine aynı şekilde Müslüman Kürtlere zulme devam ettiği herkesin malumu... Ama PKK’nın zalim olması Kemalist rejim kalıntıları ile hareket eden bir takım basiretsizlerin haklı olduğunu göstermez.
Van, Hakkâri, Şırnak; PKK buralarda zorunlu askerlik uygulaması başlatmış, yaşı 13-20 arası gençler PKK’ya katılacak. Ne kadar resmi (!) bir durum. Çocuğunu vermeyen aile hemen oracıkta infaz ediliyor, hem de basına aynı gün haber servisi edilerek. Ve yüzlerce çocuk bu yolla PKK saflarında kendi şehirlerini harabeye çevirmek için savaşa itiliyor. Ardından birkaç gün içinde birçoğu ‘terörist’ olarak ele geçiriliyor. PKK Kürtleri sadece ölüme sürüklemiyor; bir de yaşadıkları şehri onlara zindan ediyor; ayıp, kusur, namus, iffet yok. Bütüne evlere PKK rahatlıkla girip çıkacak, kapılar açık, duvarlar delik; sokak altından açılmış tüneller bahçeleri görecek. Herkes bunlara yemek verecek, yatacak yer verecek, ne istiyorsa itirazsız hizmetinde bulunacak… Bu muydu şimdi özgür Kürdistan? Ve bir başka gün bir haber duyuyorsun; son operasyonlarda 300 yabancı terörist öldürüldü? Mazlum ve masum Kürt milleti fena kekleniyor!. Elbette bunu söylerken Türk’ü, Arab’ı ayırt etmiyoruz. Türk’ün nasıl keklendiğini tarih yazıyor zaten; üç kıtalık bir imparatorluktan nasıl bir yarım adaya sıkıştırıldığımızı, hilafetin kaldırılıp demokrasi denen melanetin nasıl bünyemize zerkedildiğini ve bu yüzden Ümmetin paramparça olduğunu.
Uzatmayalım!. Önceki günlerde ulusal çapta yayın yapan gazetelerin birinde Cizre Tayan Aşiret liderleriyle röportaj yapıldı. Bu adamın da Kürtlere karşı sicili fazla temiz değil ama yine de aşiretin bölgedeki gücü sebebi ile söyledikleri dikkate alınmalıdır. Bir dönem MHP’den seçilerek Cizre Belediye başkanlığı yaptı. Koruculukta var, fail meçhul cinayetlere adı karıştı. Neyse mevzumuza dönelim. Kamil Atağ, Tayan Aşiret lideri, diyor ki: “Çözüm süreci döneminde, vatandaşın haraca bağlanmasına, her bir aileden bir gencin KCK’ya kaydedilmesine örgütün şehir yapılanmasına seyirci kalındı. Kürt ve Türk işadamlarından haraçlar alınmasına, esnafın mali gücüne göre her aybaşında örgüte ‘vergi’ adı altında para verilmesine seyirci kalındı.(…) Belediyenin iş makineleri ile vatandaşa değil örgüte hizmet verildi. Hendekler açıldı, büyük kayalarla yollar kapatıldı. ‘Kanalizasyon’ yapılıyormuş gibi örgüt için alt geçitler açıldı. Üzeri betonla kapatıldı. Askere, polise niçin seyirci kaldıkları sorulunca yetkilerinin olmadığını söylüyorlardı. İşte, silah, mühimmat yığınakları da kimsenin onlara karışmadığı dönemde yapıldı.” Kamil Atağ’ın dedikleri bu kadar değil elbet, biz ancak bu kadarını alabildik. Sahadan bildiklerimiz bir tarafa şu an sayısı belli olmayan bir göç var; şöyle düşünün; Suriye’de bir sınır kapısından ülkenize giriş yapanları sayıyorsun ama kendi içinde kendi şehrinde bir mahalleden başka şehir ve mahallelere yüzbinlerce insan göç ediyor. Savaşı şehre yayan, şehirdeki savaşı ise yüzlerce evi cephanelik yahut mevzi hali getiren PKK ise ‘Kürtlerin Hakları’ diye propaganda yapıyor. Hangi haklardan bahsediyor acaba, bu saatten sonra… Biden’in kendilerine vaat ettiklerinden mi, yoksa İsrail Dışişleri Başkanının sınırsız desteğinin karşılığını vermekten mi? Yoksa Rus uçakları, ABD askerleri, Blackwater çetecileri eşliğinde Türk, Kürt, Arap öldürmekten mi?
Şimdi, şu aşamada Türkiye Cumhuriyeti eğer Batı’nın savaşı Türkiye içine taşımasına karşı misilleme hakkını kullanmazsa mevcut iktidar için sayılı günler kaldı demektir. Yok, eğer Türkiye Cumhuriyeti ve iktidarı ürkek davranmayı bir kenara bırakıp büyük bir stratejik hamle yaparak savaşın Batı’ya taşınmasına “yardımcı” olursa, bu savaş Batı’nın çığlıkları ve yakarışları içerisinde aynı gün biter; bir Diyarbakır’a karşı bir Paris, bir Şırnak’a karşı bir Berlin olmalıdır. Suriye’de akan kanda kimlerin parmağı var belli, o şehirleri harabeye döndürenler kimler belli. Irak’ta Müslüman kadınların iffetlerine el uzatanlar kimler belli, katledilenler ve katledenler kimler belli. Sadece bu bakış açısıyla bile “hiçbir şeye karışmamak gibi” zaten Batıyla hesaplaşacak binlerce insan çıkar ve kimseyi gütmene, yönlendirmene, teşvik etmene gerek kalmaz. Madem Batı kendi çıkarlarının derdine düşmüş, hadi git hesaplaş...
 Tabi bu arada Ehli Sünnet düşmanlığını Batı ve Yahudi ile her fırsatta ve her şartta işbirliğine dönüştürmüş İran gözden kaçırılmamalı. İran’la ilgili söylenecek kütüphaneler doluşu ihanet bilgisi var. Ancak güncelliği sebebi ile Gerçek Hayat dergisinde Botan Zaxros kod adlı PKK itirafçısının söyledikleri İran melanetini ele vermesi açısından oldukça mühim: Pejak ve İran anlaştı. Şu an Pejak İran adına oradaki Kürt kitleye karşı baskı aracı olarak kullanılıyor. İlişkinin Türkiye kısmında ise Şemdinli, Yüksekova, Başkale, Doğubayazıt’la birlikte son dönemde Iğdır hattı silah sevkiyatı için kullanılıyor. İran’ın PKK’ya yoğun lojistik desteği hep sürdü. Türkiye içerisinde birçok can alıcı eylem bu kanaldan gelen silahlar ile gerçekleştirildi. Son hendek savaşları da İran tarafından sevk edilen silahlarla devam ediyor. Bunu yapmaya İngiltere, ABD ya da diğer batılı güçlerin imkânları el vermiyor ancak İran’ın böyle bir imkânı, gücü var. İran ve PKK arasında var olan bir diğer işbirliği kanalı da uyuşturucu naklidir. Afganistan’dan getirilen uyuşturucu İran üzerinden Türkiye’ye girer, uyuşturucu ve silah sevkiyatı ayrı hatlardan yapılır. Uyuşturucu naklinde kullanılan güzergâh Yüksekova- Başkale hattıdır.”
Nihai sözümüz; BÜYÜKDOĞU-İBDA FİKİR VE AKSİYON HAREKETİNE VE BU DAVANIN ONURLU VE YILMAZ ERLERİNE DAYANMAKTAN BAŞKA ÇARE YOK. HERKES HESABINI BUNA GÖRE YAPSIN!..

Baran Dergisi 473. Sayı