Tüm beşerî faaliyetler bir tasnife tâbi tutulsa, bunların kahir ekseriyetini hayatı idameye matuf olanların teşkil ettiği görülecektir. Hayatı idame faaliyetlerinin ciddi bir kısmının da esasen iktisadın sahasına girdiğini söyleyebiliriz. Her ne kadar çok toptancı bir yaklaşımmış gibi gözükse de, son tahlilde tezahürü ne olursa olsun –bu bir savaş bile olabilir- insanoğlunun hayatını sürdürüp “rahat etme” minvalinde gerçekleştirdikleri, şu ya da bu derecede iktisad ile alakalıdır. Sürekli üzerinde durduğumuz, ahlâkın, ancak hür bir şekilde uyulduğunda anlam kazanan ya da başka bir deyişle kişinin kendi hür iradesiyle hürriyetinden vazgeçip uymayı seçtiği (yani münfail vasıflı) kurallar bütünü biçimindeki tarifinin dışında, hatta bundan daha genel başka bir tarifi daha var: Ahlâk, –doğruluğu yanlışlığı ayrı konu- insanın “şuurlu ve hür iradesiyle yaptığı her şeydir” ve bu tanımı, ahlâkın içinde bir alt şube olan iktisada da uygulayabiliriz. İktisad, insanın canlı kalma arzusu istikametindeki tüm faaliyetleri ya hasrı içine alır ya da onlarla temas halindedir.

Böyle baktığımızda, her beşerî işin iktisadî bir cihetinin olması tabiîdir. Ahlâk, iktisad ve siyaset öylesine iç içe geçmiştir ki, içtimaî örgütlenmenin ahlâkın hem idarî hem de iktisadî yönleri etrafında şekillendiği aşikârdır; o yüzden uyulması gönüllülük esasına bağlı ahlâkî normların inandırıcılığını kaybetmemesi gerekir. Eğer kaybederse idarede zorbalık, iktisadda da nefsaniyet ve sömürü onun yerini alacaktır. Ahlâkî normlar, inandırıcı bir iman mihrakından neşet etmediğinde, kamu düzeninin sağlanması bir yerde insan psikolojisinin manipülasyonu demek olan karşılıklı denetim aldatmacalarıyla temine çalışılır ve cemiyetin, kaynağı meçhul kurallara uydurulup uyuşturulması asıl maksad haline gelir.

Geçen hafta tabiî iktisadî bilgiden söz etmiş ve bunların, insanların farkında olmadan yürüttükleri iktisadî faaliyetler olduğunu söylemiştik. Herkesin gayretlerinin neticesinde bir kazanca sahib olmak ya da çalışmalarının semeresini almak istemesi gayet normaldir. Bu sahada, insanların ferd ferd kendi hesaplarını en ince şekilde yaptıkları (ya da yapmaları gerektiği), iktisad ilminin temelini oluşturan bir ön kabuldür.

Diğer taraftan, bu kazanma arzusu, sırf maddiyata müteallik değildir; bir tarafı ne kadar maddî ise, öbür tarafı o kadar manevîdir. Bütün gün çalışıp -sevilen bir tabirle ifade edecek olursak- “evine ekmek götüren” bir işçi, gayretinin sonucunda hem maddî bir kazanç elde etmiş hem de ailesinin geçimini temin etmek, başkasına el açmamak, bir işe yaramak gibi yanına daha birçok madde ekleyebileceğimiz manevî kazançlar da sağlamıştır. Hatta birçok durumda çalışmanın maddî getirisi, manevî olanın gölgesinde kalır. Her şeyin ruha istinad etmesine güzel bir misaldir bu.

Her dünya görüşünün elbette iktisadî bir anlayışı da olmak durumundadır ve dünya görüşlerinin mahiyeti iktisada yaklaşım şeklini de belirler. İslâm’ın dışındaki diğer dinleri de birer “dünya görüşü” olarak telakki ettiğimizi belirtelim. Burada önemli bir hususa değinmek istiyoruz: İmam-ı Gazalî Hz.’nin bütün ilimlerin başına “lügat” ilmini koymasına dikkat çeken İbda Mimarı, lisan (anlatış, anlayış ve iletişim) bilgilerini muhtevî “edebiyatı”, ilimler tasnifinin merkezine yerleştirmektedir. Her ilme hakkı, ancak lisan ve dolayısıyla tarif bilgisi, hatta bilginin kendisi olan edebiyatla verilir. O yüzden her görüş, baktığı dünyayı, kurucusunun zihninde oluşturduğu şablon ve yapılar istikametinde yeniden tanımlar. İktisadın, temel birçok tasnif ve unsuru şeklen aynı kalsa da, bu bakış açılarındaki farklılıklardan ötürü, içerikleri ve maksadları tamamen değişik bir hal alır.

İktisadın en temel ilişkisinin üretim-tüketim olduğu, üzerinde uzlaşılmış tasniflerin başında gelmektedir. Her bir görüş, bu ilişkiyi kendi zaviyesinden ele almasına rağmen, bunun temel unsur olduğu hususunda aralarında bir ittifak mevcuttur. Bizim dünya görüşümüz BD-İbda’da da hal bu olduğundan, evvela üretim tüketim ilişkisini ele alalım istedik. İlk önce bu tabirlerin sözlük ve ıstılahî tariflerine bir göz atmamız gerekiyor. (Ekonomik Terimler Sözlüğü’nden)

Üretimden başlayalım: İnsanların, hayvan, toprak ve muhtelif hammaddelerden fayda sağlama faaliyeti, istihsal. (İstihsalin ise hâsıl etme, meydana getirme, ortaya çıkarma gibi anlamları vardır.) Bu faaliyetler sonucu elde edilen şeyler. İktisadi fayda, yani insan ihtiyaçlarını tatmin etme kabiliyetini artıran her türlü faaliyet. Daha dar mânâda, fikren veya bedenle belli bir emek veya sermaye sarf ederek, karşılığında elde edilen hasılat veya hizmet…

Üretimin bileşenlerini oluşturan sermaye, emek, toprak (hammadde), müteşebbis unsurlarına ise üretim faktörleri denmektedir.
Üretim veya istihsal, toprağın işlenerek bir ürün elde edilmesi şeklinde olabileceği gibi, bir fabrikada emek, sermaye ve hammaddenin belirli ameliyelerden sonra yeni bir mamul mal elde edilmesi şeklinde de olabilir. Üretilen bir mal, başka bir üretim biriminin (işletmenin) hammadde girdisi olabileceği gibi nihaî tüketim maddesi de olabilir. İktisadî mânâda üretim, bazen de hizmet şeklinde kendisini gösterebilir. Son asrın bir tasnifi olarak buna “hizmet üretimi” denmektedir. Mesela, otellerde ve lokantalarda yapılan hizmetlerde, insan ihtiyaçlarına yönelik faaliyetler olduğu ve ülke ekonomisine fayda temin ettiği için üretimden sayılırlar. Nitekim bir devletin toplam üretim miktarı tespit edilirken sanayii ve tarım sektörünün yanında hizmet sektörü de dikkate alınır ve para cinsinden değeri toplama dâhil edilir.

İktisad, kıt kaynaklarla sayısız ihtiyaçlar arasında bir denge kurmaya çalıştığı için önemli ve faydalı malların seçimi söz konusu olmaktadır. Üretimin yapılması için de toprak, emek, sermaye ve müteşebbise ihtiyaç duyulmaktadır. Bu dört unsur, insanların ihtiyaçlarını öncelik sırasına göre tesbit ederek üretmektedir. Üretimle tüketimin at başı gitmesi gerekir. Genel olarak tüketimi yapılmayan mal veya hizmetler üretilmezler. Diğer bir ifadeyle üretim yapılması, ihtiyaçlardan doğmaktadır. Ancak bu durum bazen da sun’i ihtiyaç dediğimiz lüks tüketimin sonucunda, kaynakların lüks üretime tahsis edilmesi şeklinde de kendini gösterir. Bu şekildeki bir üretim şekli, kıt olan kaynakların adaletli bir şekilde kullanılmasını ortadan kaldırmaktadır. Üretim belli başlı dört karakteristikle kendini gösterir:

a) Maddenin tatmin özelliğini değiştirerek maddî fayda meydana getirir.

b) Malların bir yerden başka bir yere nakledilmesiyle mekân faydası meydana getirilir. Mesela, malın çok bulunan bir yerden az bulunan bir yerde pazarlanması ve satılması gibi.

c) Malların bol olduğu zamanlarda stok edilerek az bulunan zamanda kullanılmaya ve istihlaka arz edilmesiyle zaman faydası meydana getirir.
d) Hizmet faydası meydana getirir. Bir doktorun bir berbere yaptığı iş, hizmet faydasıdır.

Bir üretimin meydana gelmesinde kullanılan unsurlara, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, üretim faktörleri denir. Bunlar önceleri toprak, emek ve sermaye biçiminde tasnif edilmekteydi. Bir süre sonra müteşebbis de üretim faktörlerinden sayılmıştır. Yer altı ve yer üstü kaynaklarıyla tabiattaki her türlü unsur, toprak kavramı içine girer. Emek faktörü, bir mal veya hizmet faktöründeki insan gayretidir. Toprak ve sermayeyi dönüştürmenin merkezinde olduğundan emek, üretimin en temel faktörü ve değer miyarıdır. Bu çalışmaların bazısı kol kuvvetine dayanırken, bazılarında fikir kuvveti daha ağır basar. İktisadda her türlü üretim aracı, sermaye sayılır. Böylece daha önce üretilmiş olan bu araçlar, üretim faaliyetinde insana yardımcı olup, faaliyetin verimliliğini arttırır. Bunlardan başka günümüzde, bu klasik üç üretim faktörünün dışında “teşebbüs unsuru” işin organizasyonunu üstlenmesi ve idare etmesi suretiyle üretimin gerçekleşmesinde önemli bir faktör olarak sayılmaktadır.
Tüketimin tariflerine bakacak olursak;

1. Üretilen mal ve hizmetlerin ihtiyaç ve isteklerini karşılamaları amacıyla insanlar tarafından kullanılmasıdır.

2. Üretilen ya da yapılın şeylerin kullanılıp harcanması, yoğaltım, istihlak, üretim karşıtı.

Tüketime mal ve hizmetlerin insan ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde kullanılmasıdır da diyebiliriz. Bu şekilde ihtiyaçların karşılanması insana bir fayda sağlar. Tüketim, pratik açıdan nihaî kullanım demektir. Yani mal ve hizmetlerin daha ileri bir işlemeye tâbi tutulmak veya yeniden satılmak üzere değil doğrudan doğruya insan ihtiyaçlarının karşılanması için satın alınmasıdır. Bazı mallar tüketildikçe biter ya da ortadan kalkarlar. Çoğu yiyecek maddelerinde olduğu gibi. Bununla birlikte, İktisadda tüketim, günlük dildeki kullanımından farklıdır. Bazı mallar tüketilmekle bitip tükenmezler veya bu mallarda bir fayda azalması olmaz. Örneğin bir kitabın okunması ya da televizyon seyretmek gibi… Bunlarda fizikî olarak yok olma ya hiç yoktur ya da uzun vadeli bir olaydır. Tüketim harcamaları millî geliri oluşturan faktörlerden biridir. Bununla birlikte, toplam tüketim harcamalarının hesaplanması milli muhasebede bazen önemli güçlüklere yol açar. Bunun bir sebebi bir kısım malların hem tüketim hem de üretim amaçlarıyla kullanılabilmesidir. Örneğin bir işletme sahibinin özel otomobiliyle ailesini gezdirmesi bir tüketim olayıdır, aynı araba ile iş yerine malzeme taşıması ise bir üretim faaliyeti sayılır

Tüketim, üretilen ya da yapılan malların kullanılması ve harcanmasıdır. Keynes’i destekleyen ekonomide tüketim, ferdî tüketim harcaması demektir ve tüketim fonksiyonu ile gösterilir. Tüketim işinin en önemli noktası, marjinal tüketim eğilimidir.

Bir ekonomide toplam tüketim harcamaları ile millî gelir (kullanılabilir milli gelir) arasındaki pozitif yönlü ilişkiye tüketim fonksiyonu denir. Bu ilişki ilk defa Keynes tarafından keşfedilmiş ve onun Milli Gelir Analizlerinde temel faktör rolü oynamıştır.

Keynes’e göre “temel bir psikolojik yasa” uyarınca, gelir arttıkça tüketim harcamaları da artacaktır. Ancak gelir artışının daha büyük kısmı tasarruf edileceği için tüketimdeki artış gelirdeki artıştan daha küçük olacaktır. Bu ilişki çoğaltan mekanizmasını ortaya çıkartır ve milli gelir dengesinin oluşumunda önemli bir görev yapar.

Üretim ile tüketim arasındaki ilişki konusuna gelince… Cemiyetteki ferdlerin, ekonomi içinde iki farklı rolü vardır. Bunlar üreticilik ve tüketiciliktir. Her insan hayatını idame ettirebilmek için, birçok mal ve hizmetten yararlanmak ve tüketmek zorundadır. Bu tüketimin gerçekleştirilebilmesi için, her bireyin kendine göre bir satın alma gücünün de olması gereklidir. Bu sebeple insanlar, tüketim için gerekli olan satın alma güçlerini arttırmak maksadıyla üretime katkıda bulunurlar. Sonucunda tüketmek için mal ve hizmetleri de elde etmiş olurlar.

Üretim ve tüketim birbirleriyle doğrudan ilişkidedir. Üretim olmadan tüketim, tüketim ihtiyacı olmadan da üretim yönlendirilemez. Her insanın kendisine has gelişen tüketimini gerçekleştirdikleri ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçların karşılanabilmesi için, ortak üretime katkı sağlamak ve alım gücü elde etmek durumundadırlar. Üretici ve tüketicilerin de mevcuduna göre su, enerji, hammadde gibi pek çok doğal kaynağı verimli kullanmaları gerekebilir.
Haftaya aynı konuyu sürdüreceğiz.

Baran Dergisi 521. Sayı