Bu Ramazan’ın önceki Ramazanlardan ayıran bir taraf var mı?
Her geçen sene gerilemek mânâsında ayıran taraflar oluyor. Bu hâli de bazı idari makamlarda olan insanlar, bilinçli veya bilinçsiz körüklüyorlar. Ramazan ayında ibadetlere karşı hassasiyet ve alaka bakımından durumumuzun pek de iç açıcı olmadığını söyleyebiliriz.
Bu sıkıntı neden kaynaklanıyor? Ramazan’ın eğlence ayı gibi algılanmasından mı kaynaklanıyor?
Kesinlikle, nitekim zaman zaman da söylüyorum bunu. Ramazan bir kere ibadet ayıdır. Eğlence ayı olmadığı aşikâr. Defalarca Ramazan’ın eğlence ayı olmadığına dâir tenkidlerde bulunduk. Bu durumu sadece ben değil, birçok kişi tenkid etmekte. Maalesef bu tenkidleri de yanlış anladılar, “Ramazan eğlenceleri” adı altında düzenlenen faaliyetlerin adını “Ramazan etkinlikleri” olarak değiştirerek sorunu çözeceklerini sandılar. Şimdi Ramazan etkinlikleri adı altında eğlenceler tertip ediyorlar. İkisi de aynı, arada hiç bir fark yok. Kelime değişikliği hâli hazırdaki ruhsuzluğu yok etmiyor. Geçtiğimiz günlerde Beyazıt’ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “Ramazan Etkinlikleri 2015 – Ramazan Coşkusunu Yaşayalım” isimli kitapçıklarıyla karşılaştım. İzninizle size bir kısmını okuyayım;
“Yenikapı Maltepe sahillerindeki şehir parklarında iftar öncesi, iftar sonrası ve teravih sonrası eğlenebileceğiniz, hoşça vakit geçirebileceğiniz konserler...”
Bu nedir? Ramazan eğlence ayı değildir. Ramazanda hoşça vakit geçirmek “ibadet”le olur.  İbadet olmadıktan sonra o vakit hoş geçmiş sayılmaz. “Tasavvuf müziği” diye bir şey tutturmuşlar, ortada tasavvuf yok, ama müziği var. Türk Sanat Müziği dinletileri de yapıyorlar. Galiba müziğin ibadet olup olmadığını karıştırıyorlar. Bunlar katiyen tasvip edilecek şeyler değildir. Bunları yapanlara “milletin Ramazan’ından ne istiyorsunuz?” diye sormak lazım gelir. Anlayacağınız bugünkü etkinlik adı altında düzenlenen eğlencelerle Ramazan coşkusu yaşanmaz, Ramazan’da Müslüman’ın coşması demek, bolca ibadet etmesidir. Sadaka verir, Kur'an okur, namaz kılar, gündüzleri zikreder, Ramazan'ın coşkusu budur.
Müslümanların Ramazan'ı yanlış algılamasının tek sorumlusu devlet kurumları mıdır? İnsanlarımız da sanki buna hazırmış?
Bu mevzu aynı “tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı” meselesine dönüyor. Halk böyle olduğu için belediye böyle, belediye böyle olduğu için de halk böyle. Halk buna müsait olduğu için de belediye böyle şeylere önem veriyor. Halk da belediyenin yapmış olduğu yanlışa itibar ediyor. İnsanlarımız şuursuzca hareket ediyor, örneğin adab-ı muaşeretten bihaberler. Dedelerimiz ve ninelerimiz sindirilmişlerdi, Müslümanların önünü kesmek adına onların önü kesilmişti, okuma-yazma bilmiyorlardı belki; ama İslâm’ı düzgün yaşıyorlardı, cahil değillerdi. Bu günkü hâli en güzel izah eden kelime cehalet. Halkımız önüne ne konursa, mânâsına bakmadan onu uyguluyor.
Her Ramazan’da olduğu gibi bu Ramazan’da da kendisine hoca denilen kişiler tarafından dini inceliklerin bulandırıldığını görüyoruz. Bunu yapmalarının kastî bir amacı var mı?
Tek dertleri dünyada paçalarını kurtarmak. Her Ramazan, “izleyelim bakalım, bu sefer neler yumurtlayıp, İslâm'a hangi taraftan saldıracaklar?” diye bekliyoruz. Bu Ramazan önemli tartışmalardan birisi de okunan ezan ile insanların hem yeme içmeyi kesmesi, hem de sabah namazına durması. Önceden Ramazanlarda ilk önce salâ okunurdu, sonrasında ise ezan okunurdu. Salâ sahur yemeğini yeme vaktinin sonuydu, insanlar anlardı artık sahur yemeği yenmeyecek. Sonrasında ise sabah ezanı okunurdu, namazımızı kılardık. Bundan 10 küsur yıl önce müezzinlere sabah salâ okutmayı yasakladılar. Bu meseleden haberdar olmayan vatandaş, salânın ortadan kalktığını bilmiyor, dışarıdan gelen sese bakıyor. İki komşu düşünelim. Bunların birisi sahur yemeğine erkenden kalkmış ve yemiş, abdestini almış sabah namazı kılmak için ezanı bekliyor. Müezzin Allah-u ekber diyecek, vatandaş ise namazını kılıp yatacak. Öbür taraftan ikinci komşu da sahur yemeğine geç kalkmış, alelacele atıştırıyor. Dışarıdan ezan sesi gelince yemeyi içmeyi kesecek, müezzinin sesi geldiğinde son lokmasını yutuyor o da sözde oruca başlıyor. Şimdi bu iki komşudan, birisi müezzinin sesini duyduğu an oruca başlıyor, diğeri de sabah namazına başlıyor. Aynı anda hem gece, hem sabah olmaz. Oruç geceden başlar. Gündüz girdiği an oruç gider. Eğer o saniyede gece bitti de gündüz başladıysa namaz kılanın namazı, oruç tutanın da orucu tamamdır. Vakit bu kadar keskin bir biçimde değişmiyor. Ezandan 18 dakika önce yemek yemeyi kesmemiz gerekiyor.
Mesela bugün Temmuzun 4’ü ve imsak 3:18 diyelim. Bu zamanda yemeyi kesiyorlar; fakat mesela 1982'de Temmuzun 4'ünde imsak 3:00 idi. 1982'de diyanetin almış olduğu karara göre imsak vaktini 18 dakika uzattılar. Eski hesaba göre saat 3'te yemek yemeyi kesmemiz gerekiyor. 3:18'de ise sabah namazı vakti giriyor. Diyanet bunu 1982'den beri yapıyor ve insanlar bilinçsiz bir şekilde uyguluyor, izah edilmesi gereken bir durum. Şu an Türkiye'de Fazilet takvimi ve Türkiye takvimi vakitleri temkinli olarak veriyorlar. Onlara göre hareket edilirse mesele yok.
Son dönemlerin en yaygın hastalıklarından birisi de mezhepsizlik. Gençler bu hastalığa yakalanıyorlar. Mezhepsizliğin önüne nasıl geçilebilir?
Sayın Cumhurbaşkanımız İran seyahatinden dönerken,  “Şiilik yahut Sünnîlik benim için mühim değil” demişti. Sünnîlik bir mezheptir ve “mezhep benim için mühim değil” diyorsan mezheple alakayı kesiyorsun demektir. Kimse de çıkıp “Sayın Cumhurbaşkanım senin sünnîlik diye bir dinin var mı?” dememişti oysa ki. Bu çok talihsiz bir cümleydi ve “sünnîliği atın bir kenara” mânâsı taşıyordu.
Sayın Diyanet Başkanı Mehmet Görmez de bu açıklamadan kuvvet alarak olsa gerek, “Kur-an'ı Kerim’de ne Şiilik ne de Sünnîlik vardır, sadece Müslüman olmak vardır” dedi. Bu cümle de Ehl-i Sünnet vel Cemaat'i inkâr mânâsı taşıyor. Bu tür ifadeler mezhepleri silmek süpürmektir.
Böyle bir hâle gelmiş. Gençlerin mezhepsizliğe yönelmesi de tabiîdir. Bunun önüne geçmek için de, bıkmadan usanmadan Ehl-i Sünnet'in müdaafa edilmesi gerekiyor. Büyük bir tehlike altındayız.
Ramazan ile alâkalı son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Temkin meselesi çok mühim; ancak çok uzun izaha muhtaç bir konu. Artık gece ile gündüzü birleştirip sabah ezanı okutuyorlar. Bu durum karanlık bir odada düğmeye basıp lambayı yakmanız gibi bir şey değil. İnsanların oruçları farkında olmadan gider, dikkatli olmak gerekir. 18 saat oruç tutan birisinin 18 dakika yemeyi erken kesmesi zor değildir.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 60-70’dir bastığı bir kitap var. "Sahihi Buhari Tercümesi" birkaç ciltlik, eski Osmanlı kalıntısı âlimlerin tercüme ve şerh ettiği bir eserdir. Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercüme ve Şerhi’nin 6. Cilt, 268. Sahife, 912. Hadiste, “Peygamberimiz’in sahur yemeği yiyip, 50 âyet okuyacak kadar bir vakit geçtikten sonra sabah namazı kıldığı” beyan buyuruluyor. Diyanet’in bastığı bu kitap, 50 ayetin 18 dakika olduğunu söylüyor. Diyanet diyor ki, “sahur yemeği yedikten sonra, sabah namazı Resûlullah'ın tatbikatına göre 18 dakika geçtikten sonra kılınır”. Diyanet bu 12-13 ciltik kitabı 18 senedir basmıyor. Geçen sene, Diyanet İşleri Başkan yardımcısı Hasan Kamil Yılmaz'a kitabın neden basılmadığını sordum, hazırlık içerisinde olduklarını ve basacaklarını söyledi. Ama basmayacaklar. Çünkü onun yerine başka bir hadis külliyatı getirdiler. Bu meseleye de bir kaç cümlede değinelim; Mehmet Görmez Diyanet İşleri Başkanı olmadan önce, bir hadis külliyatının çıktığı haberleri yayıldı. Fransa’da, Almanya’da, Amerika’da basında “Türkiye'de dinde reform yapılıyor, kadın hakları ile alâkalı hadisler yayınlanacak” şeklinde haberler çıktı. Kurulan heyetin başında Mehmet Görmez vardı. Bir toplantıda kendisine, “hocam bu Avrupa’daki haberler neyin nesi?” diye sorduğumda; “iftira” cevabını verdi. Haberlerde bu heyetin başında bir de papaz olduğu söyleniyordu. O papaz da Ankara Ulus'ta oturan bir adam, isim vermek istemiyorum. Sonrasında ise “Hadislerle İslâm” isimli 7 ciltlik yeni bir hadis kitabı çıktı. Bu kitapta yeni, itikadı sağlam olmayan, İslâm'ın birçok meselelerine itiraz eden ilahiyatçıların açıklamaları var. Tam anlamıyla bakamadım 7 cilde; ama eski tercümede mesela teravih ile ilgili 15-20 sayfa çok geniş gâyet de güzel bir açıklama vardı. Yeni tercümede ise sadece bir yahut iki sayfa teravih namazına yer verilmiş.
Dinlerarası diyalogcular, senelerce insanların  imanlarına musallat oldular ve Müslümanların başına büyük problemler açtılar. Bugün ise bir de kumarbaz oldukları ortaya çıktı. Bu mesele hakkındaki görüşlerinizi de alabilir miyiz?
Biz bunu defalarca kez söyleyip insanları ikaz ettik. Fakat ne yaptıysak insanlara sözümüzü dinletemedik; kalplerini kapattıkları için sözlerimiz insanlara maalesef ulaşmadı. Nihayet mevzu kafalarına patlayınca bizleri anlamaya başladılar. Mesela, siyasetçiler bunları 10 yıl boyunca anlayamadılar, ama anlayamadık diye bir şey söz konusu değil. Bülûğ çağına gelmiş, saçları başları açık kızları karşına getirecekler, şarkı türkü söyleyecekler ve sen de bir Müslüman olarak onları dinleyip eğleneceksin nihayetinde de “ben ortadaki yanlışı anlamadım” diyeceksin. Müslümanların %90 olduğu bir coğrafyada yetişeceksin, anandan babandan dinini imanını öğrenmiş olacaksın buna rağmen de ortadaki yanlışı anlayamayacaksın.  Bu mümkün değil, Türkiye’de dinler arası diyalog resmi makamlar tarafınca da 10 sene boyunca desteklendi ve uygulandı. Nihayetinde kendilerine dokunulduğu için bunları bıraktılar, ama dinler arası diyaloğun İslâmiyet’e darbe vurmaktan ibaret olduğu aşikârdı. Hz. Allah bir şekilde onların önünü kesecekti ve sonrasında bir yerde, bir şekilde kendi ortakları ile önleri kesildi. Bundan sonra Türkiye’de dinler arası diyalog ifadesinin kolay kolay revaçta olmayacağı açıktır. Yalnız zaten insanlar artık neyin ne olduğunu anlamışlardı, dinler arası diyalog ve hoşgörü faaliyetinin yanlış olduğu imajı ortaya çıktığı için ifade ediş şeklini değiştirdiler. Kültürler arası diyalog, kültürler ve medeniyetler arası ittifak ifadeleri altında hâlâ, hem hükümet hem de diyalog olarak devam ettiriyorlardı. Ve bu iki taraflı diyalogcular birbirine düştü ve Yüce Allah bunu da bu şekilde halletmiş oldu. Allah’ım Nemrut’u bir sinekle helak ettiği gibi diyalogcuları da helak etti. Hak şerleri hayreyler, ne eylerse güzel eyler.
Allah, böylelerin şehrinden Ümmet-i Muhammed’i muhafaza eylesin.
Baran Dergisi olarak teşekkür ederiz, hayırlı iftarlar dileriz hocam.
Ben teşekkür ederim, hayırlı akşamlar.
Baran Dergisi 443. Sayı