Alain Deneault Kanadalı bir felsefeci. İlgi alanları arasında 19. yüzyıl Alman ve 20. yüzyıl Fransız felsefesinin yanı sıra Georg Simmel'in eserleri yer alıyor. Montréal Üniversitesi’nde siyaset biliminde eleştirel düşünce dersleri veriyor. 1970 yılında doğan Kanadalı yazar Alain Deneault “Kara Kanada: Afrika’da Yağma, Yolsuzluk ve Yasadışılık” kitabıyla ünlenmiş; pek çok şirket hakkında davalar açmıştı. Ülkemiz solcusunun, sola yakın duran bu felsefecinin düşüncelerinden haberi var mı bilmiyorum: Tek bildiğim, ülkemizdeki solcuların İslâm’a ve Müslümanlara saldırarak “varlık” göstermeye çalıştığı. Türkiye’de sol deyince, tek cümlelik fikir üretmeyen bir vasıfsızlıktan bahsediyoruz. 

Alain Deneault, Fransızca yayın yapan “Telerama” isimli dergiye verdiği röportajında (*), “dünyayı vasatlar yönetiyor” diyor. Bu durumu “uyuşturan devrim” olarak niteliyor ve buna direnmek gerektiğini söylüyor. Nedir vasatlık? Şöyle diyor:

“Fransızca’da “orta” (moyen) olana işaret etmek için “vasatlık” (médiocrité) sözcüğünden başkası yok. “Üstünlük” (supériorité) üstün olana gönderiyor, “astlık” (infériorité) ast olana; fakat “ortalık” (moyenneté) diye bir sözcük yok. Oysa ortalama ile vasatlık arasında bir anlam farkı var; zira ortalama çoğu zaman bir soyutlamaya bağlıdır: ortalama gelir, ortalama uzmanlık, yani değerler hiyerarşisinin ortasında bir yer. Vasatlık ise, buna karşılık, iş üstündeki ortalamadır. Vasatlık iktidarı (médiocratie) böylece ortalamanın cisimleştirilmesi gereken buyurgan bir kaide haline geldiği bir rejime işaret eder. Model mertebesine yüceltilmiş vasatın düzenidir bu. Dolayısıyla benim için hiç kimseyi damgalamak söz konusu değil; daha ziyade, ille de buna meyyal olmamalarına rağmen bugün insanlara yük olan o vasatlaşma buyruğunun doğasını anlamak söz konusu.”

Deneault, vasatlık iktidarının “emeğin” canını çekip almasından, emeğin ruhu olan “meslekleri” yok ettiğinden, her şeyin standartlaşmasından bahsediyor. Hangi işte çalıştığı fark etmeyen “ücretliye” indirgenen emekçiden… Ortalama ücretli tipinden… Sistemin “ortalama uzmanı” teşvik ederek, uzman olmayan veya “süper uzman” olanları da dışladığının altını çiziyor: 

“(Vasatlık iktidarı) hiç uzman olmayanların aleyhinedir, çünkü işe yaramazlar; sistemi ve bu sistemde benimsenen uzlaşmaları sorgulama riskini taşıdıkları için de süper uzmanların aleyhinedir. Vasatta yararlı bir bilgi olmalıdır, bununla birlikte ideolojik temelleri sorgulamayı öğretmemelidir. Böylelikle eleştirel anlayıştan çekinilir, zira her an her şeye yönelebilir o; kuşkuya açıktır, daima kendi talepkârlığına itaat etmektedir. Vasat ise “oyunbozanlık etmemeli”dir. “Oyunbozanlık etmemek”, sıradan, hatta oyuncaklı görünen güleryüzlü bir deyiştir. Bununla birlikte oyunbozanlık etmemek, kısa vadeli çıkarlara hizmet eden beyaz yalanlara inanmayı kabul etmek, gözümüzü söylenmeyene ve kuralları îmâ eden düşünülmemişe çevirmeksizin kendimizi kurallara tâbi kılmak demektir. Oyunbozanlık etmemek, filanca raporda falancanın ismini zikretmemek, şu kısmı gözardı etmektir, bunun adını hiç anmamak ve keyfîliğin baskın çıkmasına imkân tanımaktır. Eninde sonunda oyunbozanlık etmemek, hile yapa yapa, yozlaşmış kurumlar üretmekten ibarettir. Aktörler yozlaşmış olduklarını artık bilmedikleri vakit yozlaşma ucuna varmış olur. Hastalığa yakalananların ancak 130 yaşına vardıklarında tehlikeli bir gelişme gösterebilecek olan prostat kanserlerini büyük masraflarla iyileştirecekleri yolunda teminat veren ilaç firmaları gibi.

Öğrencilerini özerk zihinler değil de araçsallaştırılmaya müsait uzmanlar olarak yetiştirmek isteyen üniversiteler gibi.”

Hastanın, yolcunun, öğrencinin, seyircinin, tiyatro izleyicisinin, müze ziyaretçisinin, kütüphane üyesinin “müşteriler” olarak “vasat” bir tabirle isimlendirildiğini söyleyerek, “uzman” denilen kişinin vasatlık iktidarının merkezinde yer aldığının altını çiziyor:

“Böylelikle uzman, filan şirket, falan sanayi, vb. özel çıkar tarafından temenni edilen parametrelere kapatır kendini. Obezite üzerine bir araştırmada Coca-Cola’nın adını zikretmeyecektir, çünkü araştırmayı bu marka finanse etmiştir. İklim değişimlerinin sanayi faaliyetlerine bağlı olmadığını belirtecektir, çünkü araştırmalarını Exxon Mobil bursuyla sürdürmektedir. Uzmanların hakkından gelebilmek için, zamanının doktorlarını Hastalık Hastası’nda yerden yere vuran Molière gibi biri gerekirdi.”

“Siyasi düşünceye hükmeden ortadır, merkezdir, ortalamadır” diyor Deneault. Siyasilerin aralarındaki ufacık farkların, onları ne sağcı ne solcu yapmadığını, vasat iktidarın, ortalama siyasi aktörleri olarak, tek bir yaklaşımın eseri olduklarını belirtiyor. “Nasıl direnelim bu vasatlığa” sorusuna da, cezbedici oyuncaklara hayır demeyi göze almalıyız diye cevap veriyor. Terfileri, ödülleri, ihaleleri, hediyeleri reddedeceksiniz diyor. Ve ekliyor: “Bu anlamda direnmek, çileye girmektir, kolay değil.”

“Vasatlık iktidarı” aslında Deneault’un hiç değinmediği “demokrasinin” de bir neticesidir bana göre. Demokrasi çoğunluğun ve elbette vasatın temsilidir. İçindeki “en iyi”yi, “en doğru”yu, “en güzel”i yok etmekte üzerinde yoktur. Tarih boyunca “iyi, doğru ve güzel”i arayanların hunharca yok edilmesi, onları insanların unutmasına engel olurken; günümüzde “en iyiler”, vasatlığın hüküm sürmesi sebebiyle, haberimiz olmadan sessizce yok ediliyor, insanlar da onları hiç tanımadan unutuveriyor. Peki, bu vasatlığın iktidarından, “en iyileri” yok eden bu derin sistemin çarkından nasıl çıkarız? Deneault şöyle diyor:

“Kültüre ve entelektüel göndermelere dönmek de aynı şekilde bir gereklilik. Tekrar okumaya, düşünmeye, günümüzde hiçbir anlamları yokmuş gibi elimizin tersiyle itilen kavramların değerini vurgulamaya koyulursak; artık anlamın kalmadığı yere tekrar anlam zerk edersek, marjinal kalma pahasına, siyaseten ilerleme kat edilir. Bugün bizzat dile saldırılıyor olması bir tesadüf değil. O dili tekrar kuralım.”

İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun neden “yeni bir dil ve dünya görüşü” örgüleştirdiğini anlamayan ve anlamamakta ısrar eden “vasat”ların arasında kaybolmamak için, Müslüman entellektüellerin, (uzmanların değil), bu dili ve dünya görüşünü idrak etmeleri ve “sıradışı bir sıçrama” yapmaları şarttır. Yoksa “vasatların hâkimiyetine” mahkûm, “uzman”lardan öteye geçemeyeceğiz. 
 
* medyascope.tv (Çeviri: Haldun Bayrı)


Baran Dergisi 616. Sayı