Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Acem, Yahudi, Ermeni, bu topraklarda yaşayan herkes… Dindar veya değil; Kemalist, Deist, Ateist, Solcu, Sağcı, Laik, Alevî, Sünnî, şu/bu hepsi… CHP, İYİ Parti, HDP, Saadet, Ak Parti, MHP’den tutun da TKP’ye kadar partili partisiz bütün insanlar bu topraklarda birlikte, iç içe yaşıyor! Ve herkes, kaptırmış kendini, tutturmuş bir yol gidiyor! Kimsenin de geri kalmak gibi bir niyeti yok!

Her sene olduğu gibi bu günlerde bir LBGT furyasıdır başladı. LBGT: “lezbiyen”, “biseksüel”, “gey” ve “traseksüel”lerin kendilerini ifade etmek maksadıyla kurdukları çatı yapının adı. Onlar da “biz de varız, haklıyız, kazanacağız!” modundalar…

“Ne ekersen onu biçersin!” sözü şimdilik bir kenarda dura dursun.

Biz olanları okumaya çalışalım.

Bu ülkede, vatanını (hatta dinini) sevdiği için Atatürk’ü seven bir kitle var mı? Var. Kendilerini Kemalist, Atatürkçü olarak tanımlıyorlar. Şimdi bu insanları yok sayabilir miyiz? Samimiyetlerinden şüphe edebilir miyiz? Onlarla, “Ben senden daha çok severim.” yarışına girsek kim kazanır?

Bu ülkede, “deist”ler var. Ateistler var. Hele hülasa şucu/bucu… Her çeşit insan var. Ve en önemlisi bunların kahir ekseriyeti, kendilerini tanımlarken, “Müslümanlığından da taviz vermeyen”ler olarak her zaman var olmaya devam edecekler!

Bunun böyle olmasının asıl sebebi şudur: Bu coğrafyada yaşayan her insanın benliğine, yapısına dokusuna -kendisi karşı olsa bile- İslâm sinmiştir. Hani bir yerde bir misk-i amber kokusu vardır ya… Orada nefes alıp veren herkesin burnuna o koku siner. Kendisini “dinsiz” diye tanımlayan bir ateisti karşınıza alın, onunla biraz sohbet edin. Kullandığı bazı kelimelerden tutun da, bir kısım davranış normlarının İslâmiyet’in esaslarından mütevellit şeyler olduğunu hayretle görürsünüz. Ahlâk anlayışı, dürüstlük, iyilik, namus, sevgi, saygı gibi kavramlarla ifade edilen mânâlar, onun mayasına nakşedilmiş değerler olarak kendinde açığa çıkar. Onu kullandığı kelimelerden yakalarsanız, kaçacak yer bulamaz. Ateistliğini “din düşmanlığı” üstüne bina edenlerin ekseriyetinde bile durum budur! Diğerlerinin halini siz hesap edin!

Düşmanlarımız, insanlarımızın benliğine sinmiş bu doğruları bile, bize sildirmek gibi bir hamle içinde!
Nasıl?
“Sevilecek halleri de vardı!” dedirterek. Falan filan sevebilir. Bahanesi şu olur bu olur ayrı mesele. Sen onlardan birisi değilsin ki!
“Bizdensin ya!”
Milletin başına bela ettikleri uyduruk/kaydırık şeyler senin neyine?

“31.07.2017 tarihinde ABD'nin Florida eyaletinde yaşayan bir Türk (İbrahim Yaşasın), kan bağışında bulunmak ister. Ancak ilginç bir durumla karşılaşır. 1986’da yaşanan Çernobil faciası sebebiyle ABD’de Federal Sağlık Kanunlarına göre, 1980-1996 arasında Türkiye’de 5 ay geçirenlerden kan alınmasına bu yasa izin vermiyor… Çünkü nükleer kaza neticesi meydana gelen serpintilerden onun vücuduna radyasyon sızmış olabilir!

Türkiye’nin Çernobil’i -deyim yerindeyse- “Kemalizm” adı altında pompalanan ne idüğü belirsiz sapkın ideoloji’dir.
Bu ideolojiyi kendilerine kalkan yapan, “yumurtasızlar çetesi” gibi istedikleri yere nüfuz etme maharetini gösteren sapkınlar türüyor.
Çernobil faciasından daha ağır felaketlere düçar olmuş olan halkımızın bedeni ayakta, ruhu kelepçeli!
Ruhunu ifsad ettikleri milletin felaketine seyirci olanların işin ucunu LBGT’ye dayandırması gayet normal!

Adam sağlam Atatürkçü’dür. Ata’sını -vatanını sevdiği için, Yunan’ı denize döktüğü için vs.- sever, sayar. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi. Bütün bunları bir kenara bıraksak bile, ne olursa olsun, kendisini “Müslüman” kabul eden bir insana, “değilsin!” deme lüksümüz de yok?

Amma velakin, kendisini İslâm davasına adayan, bu uğurda çalışmayı şiar edinen birilerinin içine bu meş’um virüs kaçtı ise, bu, vicdan dediğimiz şeyin ayaklar altına alınmış halinden başka bir şey değildir! “VİCDAN”

“TELEGRAMCILAR’da olmayan şey; insanda bulmak istedikleri şey iyi veya kötü, doğru veya yanlış, şu güyâ ‘ilim adına’ herşey meşrudur mel’unluğu ile zulmü meşrulaştıran bir anlayışın içinde, akla hayâle gelebilecek her pisliği muhatabında bulabilmek için, zaferi(!) bu bir vicdansızlık. Devlet adına yapılan yerde bile, ‘kapalı çarşı yansa bile, benim oradan kapacağım bir altın için değer!’ anlayışındaki fert karakteri için biçilmiş kaftan bir iş(!)... TELEGRAM bir yana, kendileri de bir bakıma bir netice olan bu tiplerde, bütün bir ruhî -sosyal - siyasî düzenin özünü-lübbünü gördüm; her türlü doğru - iyi - güzel’i kendine tâbi kılan, bozan bir asıl. Bizzat zaferi, neticede toplumu çürüten imâlinde bir muhafızlık.”*

Onların çıkışı yoktur! Hangi tevili yaparlarsa yapsınlar onlar gibilerin çıkışı yoktur!

Bu yüzden Abdulhakim Arvasî (k.s) : “Hiçbir amelime güvenmiyorum lakin Allahu Teâlâ’nın düşmanlarına düşmanlığım var.” diyor.
 
 *Salih Mirzabeyoğlu, Ölüm Odası –Giriş-, sh. 70.


Baran Dergisi 651. Sayı