Son günlerde yaşanan hâdiselere şöyle bir bakış attığımızda birbiriyle doğrudan ilintili olabilecek veya ayrı gözükseler de barındırdığı ibret ve hikmetten mülhem mutlaka aralarında görünmez bağlar olduğunu her tahassüs sahibi insana hissettirecek olanlarının dimağımızdaki yansımasının kalemimize iletilişi ve oradan da kâğıda dökülüşü şöyle:

Türkiye’yle Mücadelede Son Durum: Yaşandığı üzere 15 Temmuz darbe girişimi, Anadolu evlatlarının gördüğü her Fetullahçı ve Kemalist haşereyi derdest etmesiyle 16 Temmuz sabahına kalmadan bastırılmıştı. Milletin gözünden ve elinden kaçan haşeratın da saklandıkları deliklerden yakalandıkları andaki hallerini televizyon ve gazetelerden zevkle seyretmiş ve görmüştük: Elbise dolabına saklananından, çeyiz sandığına girenine, karı kılığına bürünüp de kaçmaya çalışanından, iki büklüm sığındığı mağarada Hint fakiri gibi bekleyenine kadar türlü türlü görüntüler… Ama gel gör ki bu teröristler devletin eline geçince bir güzel tımar edilmişler, semirmişler; duruşmaya çıkarkenki giyim kuşamları yerinde, duruşmada hâkime ve şehid yakınlarına karşı dil pabuç kadar! Hadi bunlar şöyle böyle yargılanıyorlar da, ensesi kalın FETÖ’cüler niçin hâlâ serbest, rahat rahat işlerini yürütüyorlar? Ondan sonra da Fetullah’a tehdit dolu mesajlar, gözdağı vesaire… Gülen, bu yaşananlara bir tarafıyla gülmesin de ne yapsın? Her yere kendilerinin vasıtasıyla sızan FETÖ’nün sızamadığı bir Ak Parti mi kalmış? Hoş Ak Parti’de, haliyle devlette üst konumları tutan mezhepsiz, müteşeyyî, liberal münafıklar bol bulunduğu için ayrıca bir de FETÖ ismiyle sızmaya gerek görülmemiş olabilir. Yeri gelmişken bu mezhepsizlerin FETÖ davalarındaki menfî durumları veyahut menfi olmasa da öyle göstermeye çalıştıkları vaziyetleri kendi cürümlerine alet ederek “adalet, insaf!” diye bağrışmalarını duyar, FETÖ ile mücadeleye çomak sokmaya çalıştıklarını hisseder, yakın zamanda kendilerinin de kapasını çalacak olan “adalet ve insaf”tan tir tir titrediklerini görür gibiyiz...
Meşhur damatlar serisinin ilki Ömer Faruk Kavurmacı’nın uykusuzluk probleminden ötürü salınışı malûm… E biz de milletçe bu yaşananlardan ötürü aylardır rahat uyuyamıyoruz, şuramıza kadar gelmiş, yarın öbür gün kaldığımız yerden temizliğe kendi bildiğimiz şekilde devam edince (hoş o zaman kendisi için de çok geç olacak) devlet bizim de uykusuzluğumuzu dikkate alacak mı?
Görüldüğü gibi FETÖ’nün Türkiye’yle mücadelesi o zaviyeden gayet iyi geçiyor.
Yaşatmak İçin Öldürmek: Ramazan ayı ile beraber, sözde DAİŞ’e karşı ABD öncülüğündeki ve aralarında DSG’nin de bulunduğu koalisyonun “Rakka’yı özgürleştirme operasyonu” başladı. Operasyon başlar başlamaz da “Koalisyon uçakları şu kadar sivili vurdu!” haberleri ajanslara sağanak gibi yağdı… Operasyonun başladığı günden şu satırların yazıldığı vakte dek Rakka operasyonundaki ürpertici sessizliğe bakacak olursak, orada bir vahşet yaşanıyor olduğu muhakkak… Operasyonun adı “Rakka’yı özgürleştirme” ama bombalanmaktan silüeti kraterle dolmuş bomboş Rakka’yı mı, yoksa DAİŞ zulmü altındaki Rakka halkını mı özgürleştirmek, sivillerin katledilmesinden anlayabilirsiniz… ABD’nin demokrasi ve “özgürlük” götüreceği her operasyonda aklıma dergimiz yazarı Gönüldaş Çakal Carlos’un şu tesbiti gelir: “İnsanlara nasıl yaşamaları gerektiğini öğretmek için bazen onları öldürmek faydalı hatta yararlı olabiliyor. Bu konuda kimse ABD’nin eline su dökemez.”
Kemalist Darbe Gerçekleşti de Haberimiz mi Yok: Evet, Kemalistler biz farkına varamadan darbe mi yaptı? Nâmı Lût kavmine kadar varmış bir Ahbes’e en ufak laf edene tutuklamalar, yağan cezalar; 28 Şubat’ta verilmiş kararları infaz etmeler, senelerdir suçsuz yere hapis yatan Müslümanların şu hükümette dahi hâlâ içeride olması… Demek ki sağa sola demokrasi havariliği yapanlar, demokrasi ve insan hakları laiklikle çatışınca laikliği kurtarma derdindeler. Demek ki Müslümanların makûs talihi için biçilen “1000 yıl”lık süre bazı Müslümanların(!) kafasında bitmemiş… İnşallah tez vakitte bu dediklerimiz hatalı çıkar da rahat bir nefes alırız…
Yüz Kişiyi Havaya Uçuran Adamın Kimliği: Artık Paris’te, Londra’da ve Batı’nın muhtelif şehirlerinde rehin alma, bıçaklama, tarama, bombalama, kamyonla girme, uçakla dalma vesair eylemlerin yaygınlaşmakta olduğunu görüyoruz. Peki, Batı’nın o meşhur istihbarat servisleri ve güvenlik birimleri bu sırada ne yapıyor? İşte Nazileri ezen, Sovyetleri parça parça eden, düşmanın en gizli bilgilerini tereyağından kıl çeker gibi bulan, telefonların kameralarına kadar sızıp insanları takip eden, suçluyu bilmem kaç kilometre öteden gözbebeğini okuyarak tanıyan teknolojilere sahip ve daha bilmem ne meziyeti olan istihbarat birimlerinin bu eylemler karşısında yapabildiği tek şey yüz küsur kişinin havaya uçtuğu, 300’ünün de yaralandığı eylemden sonra saldırganın kimliğini tespit etmek, tabii onda da doğrularsa… Bu durumda bize sadece tebessüm etmek düşüyor.
Şeytan’ın İşini Kolaylaştıranlar: Yine Türkiye Cumhuriyeti’nde bir Ramazan klasiği olarak boy boy ve soy soy sapıklar televizyonda, radyoda, internette, belediye programlarında şurada burada hâsılı her yerde mantar gibi bitmeye başladılar. Kimisi fecr vaktine itiraz ederek milletin orucuna göz diker, kimisi ateistlere karşı İslâmî bir evrim teorisini (!) savunur, kimisi camilerde meal mukabelesi (nasıl oluyorsa) okunması için yırtınır ve nihayet başarılı olur, kimisi ahireti reddeder, öteki bunu icad eder, beriki şunu fırtlatır; hâsılı hepsi birden hadisleri reddederek mezatı tamamlar. Elbette herkes Müslüman olacak diye bir kaide yok, biliyoruz ki kendini Müslüman zannedip cehennemde zebanilerin “cee!”siyle karşılaşacak olan mealciler/reformistler ister istemez bir yerlerden peyda olacak; ama derdimiz bunların kim(ler) tarafından parlatıldığı, medyaya çıkarıldığı ve neden yetkili makamlarca hala kafalarına balyoz inmediği! Acaba Diyanet İşleri Başkanlığı hadisleri elemekten, Hz. Mehdi’yi inkâr etmekten, Şia için ilmihâl hazırlamaktan, mezhepçiliği tel’in adı altında Ehli Sünnet’e çatmaktan vakit bulamadığı için mi bu sapıklıklara “dur!” diyemiyor? Hele Cumhurbaşkanı Recep Tayyib Erdoğan’ın son zamanlarda sık sık “Ehli Sünnet” vurgusu yaptığını göz önüne alırsak bu ne cür’et! Tarih kitaplarının “Gelmiş geçmiş en dehşetli Mu’tezilî zulüm dönemi” olarak yazacağı bu günlerde yaşadıklarımızın pek yakında kokusu açığa çıkacak.
“Nerede o eski Ramazanlar” demeyeceğimiz günlerin tez vakitte gelmesi dileğiyle…
Katar Mevzuu: Katar ile Vahhabî memleketlerinin, ABD’nin direktifiyle arasının bozulduğu, Katar’a şimdilik ucunda mermi olmayan silahlarla saldırıldığı malûm… ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un Müslümanlık iddiasındaki Vahhabîlere Ramazan’ı hatırlatarak, ambargoyu hafifletme yönünde çağrıda bulunduğu da malûm… Katar’da bulunan veya Katar’ın destek verdiği İhvan, Hamas gibi örgütler ve bunların üyeleriyle birkaç âlimin Suud liderliğindeki Araplarca terörist ilan edildiği de malûm… Birkaç ay evvel “Yaşasın Kral Selman” “Kral Selman’ın bir tarafı Türk’tür” “Kral Selman ikinci Faysal bin Abdülaziz’dir” diye bağıran, haysiyetli bir dünya görüşünden mahrum zevzek yazar ve analistlerin şimdi keskinlikte had tanımayarak Selman’ın bir münafıklığını bırakmadıkları da malûm… Elbette Beyaz Saray’daki kara mücrimlerin planlarını bir onlar bilir bir de Allah... Yine O’nun izniyle bazılarına ayan olup da bazılarına bir türlü malûm olamayan bir şey varsa, o da Katar’a çekilen bu operasyonun başyazarımızın haftalar öncesinden işaret ettiği gibi aslında doğrudan doğruya Türkiye’ye çekildiği… Ancak burada ince ve keskin bir nokta var ki onu anlayabilmiş değiliz; bu gerilimde gölgede kalan İran’ın parmağı ne? Suud önderliğindeki bazı Arap devletleri haricinde İran’ın, ülkemiz de dâhil olmak üzere Ortadoğu’da sızmadığı bir yer bilmiyoruz! Türkiye’deki İrancı çevrelerin de Katar mevzuunda organize bir şekilde Araplar aleyhinde şahlandığını görünce içimize bir şüphe düşmedi değil. Haydi bakalım hayırlısı…
Ülke içi hadiselerle hiçbir zaman işi olmayan ve olmayacak olan, dolayısıyla Anadolu’nun ve Anadolu insanının mânâsını kavrayamamış, onun için de dışarıdan medet uman Müslüman görünümlü engelciler ise yaşanan her olayı ülke dışını koklayarak anlamaya çalışsın dursun. Dostun sevgi, düşmanın da buğz kutbu Anadolu’dur. Türkiye’nin bulunduğu topraklar merkezdir, dolayısıyla burada yetişen ilim adamı, mütefekkir, devlet adamı, mucid, icad, fikir, icraat vesaire ister Batı, ister Suud, ister İran için asıl ve öncelikli imha hedefidir.
Harfler Kavga Etti! Geçtiğimiz aylarda mitoz bölünmeyle TKP’den ayrılan HTKP ile KP Ankara Kızılay’da bıçak, taş, sopa, soda şişesi ve sapan kullanarak birbirlerine girdi. Kavgada her iki gruptan 15 kişi yaralandı. NHKM ise çığlıklar içerisinde, yaşanan arbedede arada kaldı. Bu olay üzerine DİSK olayı yatıştırmaya çalışır, FKF kınarken, MK’nın ise bu duruma ağzı bir karış açık kaldı. Dallanıp budaklanan olay karşısında tüm kombinasyonlarıyla geriye kalan 19 harfin tepkisinin ne olacağı merak ediliyor.
Bu İşte Bir Hikmet Var: Gülbeddin Hikmetyar nihayet sessizliğini bozdu, Afganistan’da asırlardır kesintisiz süren savaşın Afgan halkına büyük bir zarar verdiğini söyledi. Mevcut Afgan hükümeti ile Hizb-i İslâmî lideri Hikmetyar’ın anlaşmasının üzerinden yaklaşık 9 ay geçti; bu süreçte Hikmetyar ülkesine döndü ve şanlı örgütü Hizb-i İslâmî uluslararası kara listeden çıkarıldı, birçok Hizb-i İslâmî yöneticisi ve militanı tutsaklıktan kurtuldu vesaire… Sovyet ayısının postu üzerine kurulmuş, arka fonda kısılan “Varshavianka” doğan güneşi seyre dalan, tan yeli niyetine esen demokrasi rüzgârı ile mest olan bazı Afgan mücahidlerinin aksine Hikmetyar, ABD ve NATO işgaline direnen bir-iki liderden biridir. Her ne kadar Taliban içinde sesi çok çıkan bir grup bu anlaşmayı ABD ile işbirliği olarak değerlendirip Hikmetyar’ı ihanetle suçlasa da biz, Taliban içerisindeki salt şiddet yanlısı ve Afganistan gibi bir ülkede dahi DAİŞ’e yol veren Vahhabîleri göz önüne alarak, yaşlı mücahidin zamanında nice gruplarla ittifak kurduğunu ve her nasılsa hepsinden de kârlı çıktığını biliyoruz. Yahu hadi Taliban’ı anladık orada mücadele ediyor eleştirebilir; ya burada mücadeleden tek anladığı konsolosluk önlerine gidip pankart germek olanlara ne oluyor da Hikmetyar’a veya bir başkasına söz söyleyebiliyorlar? İleride Afganistan mevzuuna dair tafsilatlı bir yazı yayınlayacağımızı bildiriyor, şimdilik bu işte bir hikmet var deyip susuyoruz.

Yakın zamanda yaşanan ülke çapında ve dışındaki hadiselere şöyle bir bakınca net biçimde görülüyor ki; her şey birbirinin içerisine girmiş, karman çorman olmuş, matruşka gibi bir olayın içinden zıddı bildiğimiz başka bir olay çıkıyor, onun içinden de her ikisine zıt başka bir olay… Bu vaziyette tüm dünya ya “Beklenen Mütefekkir”e tâbi olup, Mutlak Fikri kuşanıp kurtulacak ya da tüm bu insanlığın başına bir deli güllabicisi gerekecek!..
 
Baran Dergisi 544. Sayı