“Büyük Ortadoğu Projesi” veya diğer deyişle “İsrail’i koruma ve yaşatma projesi” ABD ve işbirlikçilerinin binbir desise ve gizlilik içerisinde yürüttüğü, zaman zaman tökezleyen, ağza yüze bulaştırılan ve bir türlü ne istikametini ne de çizgisini bulabilen UCUBE bir proje. Ucube! Çünkü hava sertleşince kimse sahip çıkmıyor, hava yumuşayınca herkes ‘ben de, ben de’ diyor. İsrail Batı dünyasında da itibarını kaybetme yolunda. Batı dünyası, İsrail yüzünden saldırılara hedef olmamak için şimdiden ön hazırlık babında Filistin'i Tanıma seanslarına girdi bile. Batı, bazı yerlerde Müslümanlarla üstü kapalı barışmaya, uzlaşmaya çalışıyor. En azından İsrail ve Yahudi meselesinde Siyonist ve Yahudi endeksli siyaset ve politikadan vazgeçiyor. Ancak bunu yaparken müthiş bir iki yüzlülükle Şiî İran’a ve sapkın selefi gruplara kapı aralayarak Ehli Sünnet Ve’l Cemaat dünyaya fitne ateşi salıyor. Kelimeleri özenle seçiyor, öncelik verdikleri listeleri özellikle belirtiyor ve kaygısını ayrıca dile getiriyor. Ve her defasında İran’la sanal bir kavga yürütülürken yahut İran’la kavga ediyormuş görüntüsü verilirken gerçek kavgayı, gerçek savaş ve yağmayı Ehli Sünnet'e karşı yapıyor. Ve Şiî ve sapkın selefi grupları, Ehli Sünnet coğrafyanın üstüne bir katliam makinesi gibi salıveriyor. Kışkırtma, ön açma, karşı propagandistleri mahkûm etme, karşı mücahidleri bombalama, imha etme gibi stratejik hamlelerle İran-Şiî hareketin önünü açıyor. Çünkü Batı biliyor ki, Ehli Sünnet’in dirilişi, ayağa kalkışı ve devlet haline gelişi, başta İsrail'in yok oluşu, ardından da hiçbir Batılının İslâm coğrafyasını sömüremeyeceği anlamına gelmektedir. 

Bahsi geçen İslâm coğrafyası Batılının dilinde ‘Büyük Orta Doğu’dur. Çoğunluğunu Müslüman halkların oluşturduğu bu geniş coğrafya, insanlık tarihi kadar eski bir mücadele ve rekabete konu olmuş bir bölgedir. Bu rekabet zaman zaman askerî ve stratejik bir boyut kazanmış, özellikle 1. Dünya Savaşı sonrası dönemde petrolün varlığının ve değerinin anlaşılması ekonomik unsurları bölgeye ilişkin rekabetin temel parametresi haline getirmiştir. Bugün dünya enerji kaynakları içinde petrol ve doğal gazın payı yaklaşık yüzde 70’i bulurken, söz konusu enerji kaynaklarından petrolün yüzde 70-80’i, doğal gazın ise yüzde 50’si bu bölgede (Büyük Orta Doğu'da) bulunmaktadır. 

İran’ı anlamak için OPEC’i bilmeniz lazım. OPEC yani Petrol ihraç eden ülkeler örgütü 1960 Eylül’ünde ilk olarak Irak, İran, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Venezüella tarafından kurulmuştur.  Meşhur sömürgeci şirketler BP, Shell, Exxon, Mobil, Socal, Gulf, Texaco yedi güzeller denen petrol şirketleri yüz yıla yakındır bölgenin kanı emmekte ve işgali ve sömürüsünü sürdürmektedir. Birbirleri ile kavgalı olanların aslında derinlerde nasıl bir ittifak ve hesap içinde oldukları daha iyi anlaşılmıştır sanırım.

İran dâhil en başta Suudi Arabistan olmak üzere bölgede ABD erketeliği yaparak sömürünün devamı sağlanmaktadır. Ayrıca, Orta Doğu yüzde 65-70’lik payla dünya silah pazarında ilk sırada yer alırken, ABD de silah satan ülkeler sıralamasında yüzde 67’lik payla ilk sırada yer almaktadır. Özellikle Orta Doğu ülkelerinden silaha yılda ortalama 20 milyar dolan para harcayan Suudi Arabistan yüzde 23’lük payla dünyada en fazla silah satın alan ülke özelliğini de elinde bulundurmaktadır. Suudi Arabistan, Kuveyt ve BAE’nin toplam silah ithalatı dünya silah ithalatının yaklaşık yüzde 28’ine denk gelmektedir. Bu kadar silah kime karşı kullanılacak? Bu kadar silaha ne demeye para harcanıyor? ABD para vermemek için onlara, teknoloji ve silah satıyor; yani onların petrolünü bedava tüketmek için onlara silah tükettiriyor. Mevzu bu kadar açık ve net.


İRAN Şİİ MİSYONERLİĞİ, ALEVİLER VE NUSAYRİLER

İran devletinden aldığı güçle hareket eden Caferî misyonerliğinin Türkiye ve Suriye ile birlikte Balkanlardaki Alevî Bektaşî ve Bedreddinî gruplar üzerinde de yoğun bir biçimde çalıştığı bilinmektedir. Caferî misyonerlerin Alevîlere yönelik dilleri tahlil edildiğinde “misyonerlik” faaliyetlerinin dayandığı dinî zemin ve ulaşılmak istenen hedef birbirleri ile benzeşen ortak noktalar olduğunu göstermektedir. Bunun neticesi olarak da Alevîleri Caferîleştirmek Sünnîleştirmekten daha kolay olmaktadır. Çünkü Alevî ve Caferîler arasındaki itikadî benzerlikler Sünnîler ile Alevîler arasındaki benzerliklerden daha fazladır. Bu durum İran Şiîlerine lobi faaliyetlerinde geniş bir manevra alanı oluşturmaktadır. Antakya-Hatay hattındaki İran’ın kullandığı Alevî dedeleri, Ehli Beyt isimli dernek-vakıf adına çalışma yürüten Caferî din adamları incelendiğinde, bunların hepsinin Şiî İran propagandası altında ajite edildiği rahatlıkla görülmektedir.

İran’ın misyonu, “İslâm” etiketini kullanarak Müslüman kitleler üzerindeki etkinliğini artırmak, Şiîliği yayarak siyasi güç ve hâkimiyet alanını genişletmektir. Bu konuda İran, ABD-İsrail’in desteğiyle ciddi mesafe almıştır; Irak Şiîleşmiştir. Pakistan ve Afganistan’da yine ABD-İsrail desteğiyle Şiîler ciddi mevzi ve üstünlük kazanmışlar, yönetimde etkin olmuşlardır. Ayrıca İran İslâm coğrafyasında Şiî bir eksen oluşturmak ve Rusya-Çin-Hindistan gibi ülkelerle de irtibata geçerek ortak paktlar-örgütlü antlaşmalar yapmakla meşguldür. 

İran’ın Suriye ve Irak Malikî hükümeti ile yaptığı bir mezhep dayanışmasıdır. Hatta buna Lübnan Hizbullah’ını da katabilirsiniz. Suriye, İran’ın öteden beri müttefikidir. Nusayrîlerin Şia ile hatta İslâm’la uzak-yakın bir alakası olmamasına rağmen, Suriye yönetimi İran yanında ve Şia ekseninde yer aldığından dolayı İran, Esed’in bir numaralı destekçisi ve Sünnî katliamların sorumlusudur. Malum olduğu üzere ABD-İran ittifakı neticesi işgal ve yağma edilen Irak, Şiîleşmiştir ve şu anda İran’ın tabiî müttefikidir.  İran’ın en büyük derdi Ehl-i Sünnet Müslümanlardır. Mesela; daha devrimin 3. yılında, yani 1982'de Hafız Esad’ın Hama-Humus’ta 60-80.000 Müslüman’ı katlettiği dönemde, İran, Suriye rejimine ses çıkarmamış, destek olmuştu. 

Hafız Esed döneminde başlayan Suriye-İran ilişkileri, Esed'in oğlunun gayri meşru bir şekilde veraset yoluyla iktidara gelmesiyle serpilerek sürmüştür. Gözlerden kaçan asıl nokta ekonomik, askerî, stratejik, siyasî ilişkilerin yanı sıra Suriye’de İran’ın yürüttüğü en önemli çalışmanın Şiî mezhebinin yayılması yönündeki çalışmalarıdır. Bu durum İran açısından çok yönlülük arz ediyor. “Şiîliğin yayılmasının yanı sıra İran açısından İslâm-Şiî dünyasının lideri olma gibi ham bir hayal, stratejik ve ekonomik olarak yer kapma, bölgesel ve küresel güç olma gibi içi içe geçmiş; ancak devletin resmi-mezhebi açıdan birbirini tamamlayan bir siyaseti bulunmaktadır.”

1995 yılına gelinceye kadar Suriye’de Şiîler için sadece iki havza bulunmaktaydı. Bunların sayısı 12 yıl içinde 17 havzaya yükseldi. Şiî eğitim ve öğretim yapıldığı bu havzalarda çalışmalarını herhangi bir gözetim veya baskı olmaksızın yürütmekteydiler. Yine Esed rejiminde Şiî eğitimi veren üç fakülte, başkent Şam’daki Seyyide Zeyneb civarında açıldı. 2003 yılında dinî ilimlerde uzmanlaşan ilk Şiî Üniversitesi Suriye içinde çalışma ruhsatını güvenlik birimlerinden aldı. Akabinde İlmi Havzalar Müdürlüğünün kurulması bunu takip etti. Başkent Şam’da 2005 yılında çalışmalarına başladı ve Suriye’deki dinî ilimleri takip eden özel idarenin gözetiminin dışında faaliyet yürüttü. Başkent’teki Seyyide Zeyneb bölgesinde, el Rakka’daki İran kültür merkezinde, Halep’in batısındaki Hamdani’de el Meşhed binasında ve diğer Suriye şehirlerinde Şiîleştirme yürütüldü. Halkın itibar ettiği Mevlid törenleriyle, buralarda etli-pilavlı yemekler ve şeker ikramları ile faaliyetler yapıldı. İran’a turistik, kültürel ve dini mekânları ziyaret programları, Suriye’deki Şiî havzalarda okuyan öğrencilere burslar temin edildi. İran rejimine sadık İranlı ve Iraklı Şiîler Suriye vatandaşlığına geçirildi. Raporlara göre çoğunluğu Seyyide Zeyneb ve Şam çevresinde yaşayanlar olmak üzere vatandaşlığa geçirilenlerin sayısı 1 milyonu aştı.

Ama bütün bunların yanında olumlu gelişmelerde yok değil. Mesela: önceki haftalarda Sudan, ülkedeki tüm İran kültür merkezlerini kapattı. İran kültür ataşesi ve ekibinin de 72 saat içinde ülkeyi terk etmelerini istedi.

Bu durum ülkemizde faaliyet gösteren İran-Şiî lobilerine örnek olmalıdır. Yeri gelmişken burada bir şeyin altını çizmek gerekiyor ki, o da şu; bizim kendi halinde dinini-mezhebini yaşayan ne bir Şiî ne de bir Alevî ile problemimiz yoktur. Bizim derdimiz Ehl-i Sünnet’e düşmanlık eden, Ehl-i Sünnetin kanını helal gören, bunun savaşını yapan, Sünnîlerin malını yağmalayan, kızlarına tecavüz eden, gençlerini katleden, çocuklarını köleleştiren İran Şiî yayılmacılığına, Şiî emperyalizmine zemin ve yer hazırlayan Mecusi-zerdüşti karışımı Safevilerledir.

Buna en güzel örnek her gün benzeri defalarca gerçekleşen şu vahşet haberidir. Bu haber artık bize bir şeyler anlatmalı. Hadise önceki hafta vuku bulmuş ve dökülen kan henüz kurumamış. Haber şöyle;

“Şiî militanlar 7 Sünnî’nin kafasını kesip cenaze evine getirdiler. Köy halkı kesik başları görünce bayram yaptı.

BasNews'in geçtiği haberde Irak’ta Şiî grupların desteklediği ordu ile IŞİD önderliğindeki Sünnî direnişçiler arasındaki çatışmalar sürerken Basra’da yaşanan olay, Iraklı Şiîlerin nasıl bir psikolojiye sahip olduğunu ortaya koydu.

Felluce kentinde yaşanan çatışmalarda öldürülen Beşir Şelan adlı Şiî militanın Basra kentine bağlı Temimiye ilçesindeki cenaze evine, intikam için 7 Sünnî Müslümanın kesilmiş kafası gönderildi. Cenaze yerine kesik kafalarla karşılaşan cenaze evindeki matem yerini kutlamalara bıraktı.

Konu hakkında İlaf’a konuşan öldürülen Şiî milisin arkadaşlarından Yüzbaşı Haydar Metruş, arkadaşlarının intikamını almak ve ailesini mutlu etmek için böyle bir şeyi tercih ettiklerini belirterek, “Felluce’de Beşir’i vurduklarında hemen intikamını almak için bunu yaptık. Ailesi bilmeli ki Beşir’in kanı boşa akmamış.” dedi.

Irak'ın işgal edildiği 2003 yılından bugüne kadar yaklaşık 1 Milyon Sünnî benzer şekilde ABD destekli Şiî yönetime bağlı Irak Ordusu ve Şiî milisler tarafından katledildi.

İran Şiîleri bu hususta yeni değiller. Onların son dönemde ABD erketeleği yapma gibi özel görevleri var. Ve Sünnî katletme şenlikleri düzenleme gibi alçakça fantezileri. Suriye ve Irak’ta Şiî Terör örgütlerinin katliamları halen kesintisiz sürmektedir.

Esed rejimine destek için Suriye’ye İran Devrim Muhafızları, Besicler, Lübnan Hizbullah’ı, Irak Hizbullah’ı, Yemenli Şiî Husiler, Asaib Ehlil Hak, Bedir Tugayları, Mehdi Ordusu, Mihraç Ural gibi Alevî teröristlerden oluşan binlerce paralı-gönüllü katil Sünnîlere saldırmakta hiçbir beis görmemektedir. Iraklı, Pakistanlı, Afganistanlı, İranlı, Lübnanlı Şiî teröristlerin bir araya gelerek oluşturduğu Ebul Fazl Abbas Tugayları adlı örgüt de yine benzer şekilde katliamlara imza atmaktadır. 

BİTİRİRKEN!

İran ve Şiîlik başka bir şey. Yeni bir nizam ve yeni bir devlet kurmadan İran ve Şiîlik durdurulamaz ve karşı konulamaz. Şiî de bunu bildiği için tüm gücüyle Ehl-i Sünnetin devletleşmesinin önüne geçmeye çalışıyor. Ama artık sona gelindi. Yeni Selahaddinler, Yavuzlar, İdrisi Bitlisiler ve Abdulhamitler yolda geliyor. Ve bu defa çarpışma çetin olacak. Nihayetinde İran Şiî Cumhuriyetinin yaptıkları hali hazırda ortada. Bilhassa Belücistan’da yaptıkları. Yazımı Belücistan’dan ciğerleri yakan bir konuşma ile noktalamak istiyorum.

İran Hareketul Ensar cemaati yayınladığı bir videoda Şiîlerin zulmünden bahsederken isimleri sırf Aişe olduğu için işkenceye muhatap olan Sünnî kızlar olduğunu beyan ettiler.

Hareketul Ensar kendilerine yöneltilen “Siyasi yollar varken neden silaha sarıldınız?” sorusuna “Belucistan bölgesinde bir tane özgür hareket edebilen bir politikacının varlığını gösterebilir misiniz?” diye cevap veriyor.

Ayrıca Sünnîlere ait mescidlerin yıkıldığı ve âlimlerin katledildiğinin iddia edildiği videoda Sünnî halkın Şiîlerden ne kadar büyük zulümlere maruz kaldığı gözler önüne seriliyor.

İşte o açıklamadan satır başları:

Belucistan bölgesinde, bize bir tane bile olsa, yaşayan ve tamamen özgür hareket edebilen Belucî bir politikacı gösterebilir misiniz ?

Ehl-i Sünnetin mescitlerini kimler yıkıp perişan ediyor ?

İran’daki Ehl-i sünnet alimlerini ve şeyhlerini katledenler kimler ?

Kimdir Irak’a, Pakistan’a, Suriye’ye Lübnan’a ve Haliç ülkelerine ve daha nice ülkeye bunca fitneyi yayan?

Kimdir Suriye ve Irak'ta ve diğer müslüman ülkelerde kız kardeşlerimizin ırzlarına geçenler?

Kimdir Suriye’de çocuklarımızı milliyetçilik bıçağı ile katledenler?

Kimdir o çocukları katleden, sadece Ömer ismini taşıdıkları için?

Kimdir 20 tane bacımızı Suriye’de kaçırıp alıkoyanlar?

20 tane bacımızı kaçırıp tecavüz edenler… Sırf isimleri Ayşe olduğu için…

Kimdir bu cürümlerin ardındakiler? 

Baran Dergisi 410. Sayısı