1923 senesinde, mevzuu sadece ekonomi ve iktisat olan, İzmir İktisat Kongresinde; Latin alfabesinin kabul edilmesi hususunda tekliflerde bulunulmuş, Kongre Başkanı Kâzım Karabekir Paşa bunu sert bir dille redderek söyle demiştir: “Bu mesele maarife ta‘alluk ettiği için bizim kongremizin iştigal edeceği mesâ’ilin haricindedir. Fakat çok zamandan beri bu mesele vakit vakit ortaya atılmaktadır. Bendeniz de bunun künhüne kadar uğraştığım için müsaadenizle birkaç söz söyleyeyim:

Bu fikr bir zamanlar Avrupa’da herc ü merci mûcib oldu. Bu cereyan evvela orada başladı, bizim İslam hurufatımız kâfi değilmiş, binaenaleyh Latin hurufatı alınmalı imiş; orada bazı arkadaşlarımız bu fikrin mürevvici oldular. Fakat neticede bunun felaketli olduğunu anladılar ve pişman oldular. Bu fikr müdhiş bir felaket olduğunu Arnavud kavmi de pek geç olarak anladı. Mea’t-teessüf arz ederim ki Azerbaycanlı arkadaşlarımız da bu felakete bugün düştü. Bu hususça hususî olarak bizden de fikir soranlar oluyordu.

Biz bunun vahametini ve bu harflerin değiştirilmesinin bugün kürre-i arz üzerinde yaşayan üç yüz elli milyon ehl-i İslâm’a aid olduğunu söyledikse de onlar anlaşılmaz bir şekl-i hurûf kabulü noktasına doğru yürüdüler. Arkadaşlar bugün hangi ecnebi ile görüşseniz ilk işiteceğiniz sözler: “Türkçe gayet güzel bir lisandır, kolaydır, fakat harfleri fenadır.” Bunlar bütün ecnebilerin ağzında ve sizinle ilk görüşen bir ecnebinin size telkin edeceği şeylerdir ve bu fikir ekseriyetle gayr-ı İslam insanlardan ibaret olan birtakım tercümanlar vasıtasıyla her tarafta ve hassaten İstanbul’da ecnebilere telkin edilmektedir. Bunlar bir ecnebi ile temasa geldiler mi Türkçenin yazısı gayet zordur ve öğrenilemez derler. O ecnebiler de bu sözleri aynen kabul ederler. Bizi kemirmek isteyen ve meatteessüf içimizde teb`a-i sâdıka diye asırlarca yaşayan herifler tarafından zerk edilen ve şeytankârâne olan bu fikirler bizi seven ve ırkımızla temasa gelen ecnebilerce şayan-ı kabul görülememektedir. Zira bizi seven Avrupalılar ve Avrupa’dan memleketimize gelmiş ve saf köylülerimizle veyahut ilm ü irfan hamûlesini tamamiyle hâ’iz olanlar ile görüşmüş bulunanlar Türk ırkına meftun olmuşlardır. Bu meftuniyyetlerini gizlemezler çünkü Türk müsafirperverdir. Sadıktır. Sözünde durur, fedakârdır. Müsafirine karşı elinden geleni yapar, bu haslet dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Binaenaleyh bizi seven bu insanlar Avrupalı veya Amerikalı olsun bu hain ve iltizamkâr tercümanlar vasıtasıyla bizim lisanımızı öğrenmek dahi arzu etse bizim lisanımız güçtür diye propagandaya maruz kalınca öğrenmekten vazgeçer. Hâlbuki bir kavme iktisaden bağlanmak o kavmin lisanına hâkim olan insanların çokluğu ile mütenasibdir. Bugün Amerika’da birkaç bin Amerikalı bizim dilimizi bilse bizim bütün emtiamız oraya gider ve bu suretle külliyetli servet temin edilir.” Hülâsa Karabekir Paşa, Latin alfabesinin kabul edilmesi, bizim İslam Âlemiyle bağımızı kopartır demek istiyor.

Osmanlı’dan kopartılan topraklarda, mantar gibi çoğalan devletçiklere de emperyalistlerin ilk işi; Latin alfabesine geçiş, laiklik ve cumhuriyet düzeni kurdurmak olmuştur. Arnavutluk daha evvel geçmiş, kendi konuşma dili ile bir yazı icat etmiştir. Bugünkü Azerbaycan topraklarını işgal eden Bolşevik-Komünist Rusya’da, 1922 yılında Azerbaycan’a Latin alfabesini kabul ettirmiştir. Azerbaycan eski bir Osmanlı toprağı olduğu için, yazı olarak hala Osmanlı yazı dilini kullanıyordu. Bu konuda Bernard Lewis yaptığı çalışmada iki sonuç çıkartmıştı:

1) Rusya bu bölgede kültür hâkimiyetini kurmak için, önünde engel olarak İslam’ı görüyor...

2)Türkiye Türklüğü ile bağı kesmenin gerekliliği...

Çünkü o dönemde hâlâ resmi olarak bir Osmanlı Devleti bulunmakta ve Osmanlı dünyada sadece Müslümanların değil, bütün mazlumların umududur. Rusların işgalinden Bakû’yü kurtaran Osmanlı ordusuna karşı halkın büyük bir sempatisi olduğundan, bu bağ kesilmeliydi.

Ancak, 1928 yılında yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin Latin alfabesini kabulü ile aynı Rusya bu defa başta Azerbaycan olmak üzere diğer işgal ettiği Türkî cumhuriyetlerinde de Latin alfabesini kaldırıp kendi yazı dili olan Kiril alfabesinin kullanılmasını istiyor. (Sanırım bu hadise bile ülkemizde yapılan harf inkılâbı cinayetinin, bu küçük kıyametin ne gâye ile yapıldığını anlatmak için sayfalar dolusu kitaplar yazmaya gerek olmayan delilidir.) Sovyet Rusya’daki Türk halkları, Türkiye’de yaşanan harf devriminden sonra Lâtin alfabesine hızla geçmiştir. 1928’de Nogay’lar, 1929’da Kırım, 1928’de Özbekistan, 1930’da Kafkasya’da Kumuklar Latin harflerini kullanmaya başlamışlardır. Türklerin Latin alfabesine geçişi, 1936'dan itibaren Stalin'in talimatıyla durduruldu ve 1939’a gelindiğinde, Sovyetler Birliği’nin bütün cumhuriyetlerinde, Latin harfleri bırakılarak, Kiril alfabesinin kullanılması sağlandı. Mâmafih Rusya çarlık rejiminden bolşevik dönemine geçtiğinde bile, kullandığı alfabeden (Kiril alfabesi) kültür birliği bozulmasın diye vazgeçmemiştir. Acaba ülkemizde harf inkılâbına devrim diyenler, Rusya’nın bu tutumunu hiç akıllarına getiriyorlar mı?

17 Kasım 1926 tarihli Hür Fikir gazetesinde Kılıçzade Hakkı; Kur’an’ın kutsallığının, hangi dilde yazıldığı ile alâkası olmadığını belirten bir makale yazmıştır. Makalenin başlığı Kılıçzade’nin tezini apaçık özetliyordu; Arap Harflerini de Cebrail Getirmemişti ya (Levend 1972: 397). Lakin bu tezde biraz kurnazlık da vardı. Tez Arabî –Farisi alfabeyi savunmaların esas endişelerinden birini görmezlikten geliyordu… Eğer Latin temelli bir alfabe kabul edilirse, Kur’an’ı okuyabilen –anlayıp anlamadıkları bir yana- Türklerin sayısında kayda değer bir azalma olacaktı nokta. Zira insanların çoğunun, ömürleri boyunca sadece tek bir alfabe öğrenmeleri beklenir. (Trajik Başarı / Türk Dil Reformu, Geoffrey Lewis, Paradigma Yayınları, 1.Baskı, 2007, s. 42–43)

Zaten Latin alfabesine karşı çıkanların da en büyük nedeni olan Kur’an harfleri öğrenmenin zorluğundan ve İslam âlemiyle bağımızın kesilmesinden, hakikâti terennüm edenler korktukları için itirazlar geliyordu. Mevzuun enteresan tarafı, itiraz edenlerin içinde Yahudi asıllı Avram Galanti diye bir yazar vardı. “Arabi Harfler Terakkimize Mani Değildir” isimli eseri, en güçlü şekilde Osmanlı yazı dilinin müdâfî olmuştur. Diğer bir ilginçlik de, Latin alfabesine “tam bir felaket olur” diyerek karşı çıkan Fuat Köprülü’nün, alfabe kabulünden sonra bu defa da Latince savunuculuğa geçmesidir. Bu durumu kendine soranlara da “gazi beni ikna etti” diyerek cevap vermesidir. Demek ki vatanını, kültürünü sevip sevmemenin, geçmişine bağlı kalıp kalmamanın; kan ve ırkla bağlantılı olmadığı, çarkçılığın da genetik olduğu, burada ispatlamış oluyor.


Baran Dergisi 677. Sayı