Dalkavukluk geçmişte de günümüzde de geçer akçe. Şöyle ki tarihte geriye doğru gittiğimizde padişahların, kralların ve diktatörlerin tümünün etrafında menfaat sağlamak, mevki-makam sahibi olmak için bu tip adamların yani “Dalkavukların” saf tutuğunu görürüz. Padişahların, bu dalkavukları, kendilerine başka birileri dalkavukluk ve yağcılık yapmaya kalktığı zaman, “Bir dakika bu sarayın bir dalkavuğu var, haydi başka kapıya” demek için özellikle yanlarında tuttuğunu okumuştum. Bu ne kadar doğrudur bilmiyoruz; fakat bilinen bir gerçek dalkavukluğun her zaman var olduğu... Velhasılı kelam  ülkeler fethetmiş serdarlar, cihangirler, tahtlar devirmiş ihtilalciler bile nabızlarına göre şerbet vermesini bilen dalkavukları beslemişlerdir.

Ülkemizde de Osmanlı devletini yıkıp Kemalist rejimi kuranlar bu dalkavuklara prim vermiştir. Bu dalkavuklar bizzat yeni rejim tarafından, rejimin ve rejimin kurucusunun kutsallaştırılması adına desteklenmiştir. Bu dalkavuklar yazdıkları kitaplar, şiirler ve söylevler ile bu “yeni kutsal”ların cemiyetin hakiki mukaddeslerinin yerini alması ve gelecek nesillere sevdirilmesi vazifesini ifa etmiş, bu sayede makam ve mevki sahibi olmuşlardır.

Bunları misallendirecek olursak ilk sırada “dalkavuk” Behçet Kemal Çağlar’ın adını telaffuz edebiliriz. Gençliğinde bu zatın en büyük arzusu M. Kemal’i görmekmiş. Bu arzusu 1923 yılında Kayseri’de öğrenci iken M. Kemal’in çıkmış olduğu bir yurt gezisi esnasında gerçekleşir ve O’nun karşısında ezberden Nutuk okur Behçet Kemal. O ânı şöyle anlatır: “Karşısındaydım, tir tir titriyordum; bir çağlayanın altına girmiş gibi idim. Hem ferahlıyordum, hem üşüyordum... Başladım gündüzün ezberlediğim nutku, ömrümde ilk kez tutulduğum bir ilham nöbeti içinde değiştire değiştire söylemeğe... Sustuğum zaman yüzü birden aydınlandı, birden içime ışık doldu; sabah oluyor sandım, gülüşü imiş o...

İşte o “tuhaf” duygular yaşadığı ilk karşılaşmadan altı yıl sonra, genç Behçet, M. Kemal’e yaradanı görmek isteyen Yunus Emre’nin dizelerini tedai ettiren bir üslup ile bir şiir yazar. Bir vesile ile bu şiiri kendisine ulaştırır. M. Kemal şiirden memnun kalmış olacak ki altına “aferin çocuk” yazıp geri yollar. Şiirin ismi “Görmeye Geldim”dir:

Dere olsam ardından çağlasam, aksam gitsem;
Kartal olsam köşkünü her akşam tavaf etsem,
Yüzünü görmek için yakından bir saniye
Yollarda yıldızlara daldım gözlerin diye.
(....)
Gönlüm bir hançer gibi, hasretin bir kın gibi
Sıyrılmalı bu hançer paslandıran bu kından,
Bir kere görün bana yakından, çok yakından
Bilmiyorum; riya ne, hulus ne, ihtiram ne?
Doğrudan doğruya ben dönüp senin Kâbe’ne
Huşudan çok mukaddes bir cür’etin sahibi
Tûr’da “nerdesin” diye bağıran Musa gibi
Kulaklarımda bir gün çınlasın sesin diye
Sana haykırıyorum: “Gazi! Nerdesin?” diye

Bu şiiri yazmasından kısa bir süre sonra Behçet Kemal muradına erer ve Köşk’e çağrılır. M. Kemal onun şerefine kadeh kaldırır ve onu alnından öper. Ona “İşte geldin ve beni gördün.” deyince Behçet Kemal “Hemen gidecek miyim efendim?” der.
M. Kemal haline acımış olsa gerek ki, “Öyleyse şu iskemleye otur, beni seyret...” diye cevap verir.

Bu gecenin ardından Behçet Kemal baştan sona şirk kokan “En Büyük Türkün Huzurunda” şiirini kaleme alır:

Nerde böyle bir kıble gösteriyor hangi din?
Ayağının altında Peygamber Muhammedin
Ani bir mucizeyle bir miktar uçan kaya,
Yanında adi bir taş parçası ey Çankaya!
Miraca çıkmış gibi Rabba kavuşmuş gibi;
Kalbim çırpınmaktadır arşa değmiş kuş gibi !
(....)
İşte dizüstü geldim gözlerim dolu dolu;
Rab kulu olsun iller... Bizler Gazi'nin kulu
Cemalini vaat etsin Allah başka kullara:
Bize nasip olmuştur şimdiden bu manzara

Artık o ATA’nın Ozanı Behçet Kemal’dir. M. Kemal 1934 yılında şiirini ilerletmesi için Londra’ya gönderir onu. Dönüşünde de Halkevlerine müfettiş olarak atanır. Çağlar ayrıca Söyleme ve Yayma Komitesi üyesidir. Dalkavukluklarının semeresini artık almaya başlamıştır. Bu nimetlerden M. Kemal öldükten sonra da yararlanacak, 1943-49 yılları arasında milletvekilliği yapacaktır.

1931 yılında Ankara Halkevi’nin açılışında, en önemli rejim dalkavuklarının (Recep Peker, Reşit Galip, Aka Gündüz) söylevlerini takiben bir şiir okuması planlanır. Bu durum daha 24 yaşındaki bir sanatçı için müthiş bir itibar demektir Aslında rejim onun üzerinden diğer sanatçılardan beklentisini anlatmaktadır.

Gerçekten de açılış günü bir şiir okumakla kalmaz kendisinin hazırladığı ve baş rolünü yine kendisinin oynadığı Çoban piyesini M. Kemal’in huzurunda sahneler. Piyeste İslam dini aşağılanarak boş bir inanç olarak tanımlanır; M. Kemal ve Türklük ise kutsanır:

Ne mi yapar! Bir insan... Yeniden millet yapar
İşte: Bunun misali: Irkında, kendinde var!
Kör ve sağır göklerle niçin onu bir tutmak
Vazgeç mavi kubbeden, o mavi gözlere bak.

Piyeste M. Kemal halkı din gibi hurafelerden ayıran karanlıklardan kurtaran ve nura gark edendir. Piyesin sonunda M. Kemal’in büstü sahneye çıkar. Gençliğe hitabe elektriklerle sahneye yazılır. Bundan hemen önce olan bölümde Türk milletinin başına gelenlerin kader değil, M. Kemal’in yazdığı alın yazısı olduğu anlatılır:

Alın yazın yazılmış denirse bir gün eğer
Hayır deme, evet de; ilave et: Ne kader?
Ne Kaza yazdı onu; ne tesadüf, ne ezel!
Hazırlayan bu kafa, yazan da bu el.

M. Kemal bu piyesten çok memnun kalır ve tüm kadroyu Nihal Atsız’ın Dalkavuklar Gecesi romanındaki Kral Subbiluliyuma (M.Kemal)’nın meşhur dalkavuklar sofrasına davet eder.

Fakat Behçet Kemal’in dalkavuklukta zirve yaptığı dönem Cumhuriyetin onuncu yıl kutlamaları olur. Devlet tarafından bastırılan Cumhuriyetin 10’uncu Yılı İçin Yazılan Şiirler kitabına seçilen şiiri yurt çapında yapılan törenlerde okunmakla kalmayacak radyolarda yayınlanan program çerçevesinde tüm yurda dinletilecektir:

Böyle çıkmamıştır gemiden o dağa Nuh
-Nasıl girerse girsin- ilk bedene o ilk ruh
Gazi Anadolu’ya girer gibi girmiştir...
Bu, Tanrı aklının da zor aldığı bir iştir:
(....)
Neyin eşi deseler Gaziyi kıskanırım;
Ne ilk ruhu anarım ne de Nuh’u tanırım;
Mikyas tanımıyorum efsane mazi gibi...
Gazi Anadoluya girmiştir Gazi gibi....
(.....)
Neden sonra -ne yıldız ne gün ne hilal gibi-
Mustafa Kemal doğdu Mustafa Kemal gibi
Nuru kamaştırmadan gözleri ruha değer.
Aynı kitapta geçen “On Yıldan Sonra Şiiri” de ayrı bir rezalettir:
Diyorum kapılmadan softaların huyuna;
Dünya yaratılmıştır onun yüzü suyuna
Hilkatteki en büyük maksadı anacağım
Haydi, kalkın ayağa, o adı anacağım:
Neler kazandırmadı Gazi bu memlekete
On yıl var ki, yükseltti bizi Cumhuriyete...

Gördüğünüz üzere sadece bir misalle verdiğimiz dalkavuklar sofrasının daha nice kadrolu dalkavukları vardır.

Meşhur poetikasında san’atı ve şiiri “Şiir ham ve cılık bir duygu hali değil, üstün mamul bir idrak işi ve hiçbir sınırda durmaksızın mutlak hakikati ebediyen arama faaliyeti” diye tarif eden; şairi ise “Şair göğsünü didikleyici pelikan kuşuvari, san'atı üzerinde nefsini törpüleyen, nefsi üzerinde düşünen her an ard arda san'atının kanunlarını heceleyen, san'atının zaman ve mekanını birbirleriyle kaynaştıran ve takoz takoz iklimini kuran mana mimarı”dır diye tanımlayan ve gerçek san’at, şiir ve şairi;
Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış;

Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...

dizeleriyle müşahhaslaştıran “Sultanu'ş-Şuara” Üstad Necip Fazıl’ı, bu dalkavuklar kıyaslama cüretinden imtina etmek suretiyle gerçek sanatkar nasıl olurun örneği olarak anmadan edemeyeceğim. Günümüzde de bu rejim ve kurucusunun dalkavukluğunu yapanlar, üflesen yıkılacak kıvama gelmiş bu rejimi ayakta tutmak için uydurma tarih yazan sözde tarihçiler ve M. Kemal hakkında hurafeler ve hikayeler üreterek köşeyi dönen yazar-çizer bir sürü soytarı mevcuttur. Bunlara ve geçmişteki tüm soytarılara Neyzen Tevfik’in şu mısraları ile cevap vererek yazımızı bitirelim:

Asrın bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir paye, kavuk sallamayınca,
Kürsi-i liyakat pezevenk ve puşt olanındır!


Baran Dergisi 698.Sayı