1991 senesinde SSCB’nin çöküşüyle beraber, Amerikalılar tarihin sonunun geldiğine inandılar. 20. yüzyıl boyunca iki dünya savaşı ve bir de Soğuk Savaş yaşamış dünyada, Amerikalılar nihayet tek güç olarak kalmalarını kutluyorlardı. Amerika’nın elindeki imkânlara ve dünyanın geri kalanının manzarasına maddî cihetten bakacak olursak, aslında pek de haksız sayılmazlardı.

21. yüzyılın başka bir Amerikan yüzyılı olacağı, emin bir dille ifâde edilmeye başlanmıştı bile. 20 Ocak 1997 tarihinde Bill Clinton başkanlık görevine başlarken yaptığı konuşmada şöyle sesleniyordu:
- “20. yüzyılın bu son cumhurbaşkanlığı yemin töreninde, başımızı kaldırıp hep birlikte bizi bekleyen zorluklara bakalım... 21. yüzyılın şafağında... Amerika, dünyanın vazgeçilmez ulusu olarak tek başına durmaktadır.

Onun bu sözleri halefi Amerikan Başkanı George W. Bush tarafından 28 Ağustos 2000 tarihinde çok daha şaşalı bir şekilde tekrarlandı:
- “Bizim milletimiz tanrı tarafından seçilmiş ve dünya için bir model olarak tarih tarafından görevlendirilmiştir.

Amerika Rüyası, Siyonizm’e hizmet etmeyi “Armageddon” dolayısıyla ibadet sayan “Evanjelik” George W. Bush’un döneminde sona erdi. Siyaset bilimciler, Amerika’nın zücaciye dükkânına girmiş fil gibi Ortadoğu’ya girmesinin gelecek açısından büyük maliyetler doğuracağına dikkat çekmişlerdi ama belli ki Siyonistler için Amerika’nın da bir önemi yoktu. Aynı sene içinde Afganistan ve hemen birkaç sene sonra Irak, Amerikan ordusu tarafından işgal edildi. Uzun yıllara yayılan ve mutlak bir zaferle neticelenemeyen bu savaşlar, Amerika’yı milletlerarası planda bir yandan küçük düşürürken, ekonomide de işler çok iyi gitmiyordu. Çin’in tam da bu dönemde etkileyici bir şekilde global hiyerarşinin üst sıralarına sıçrayışı, 1980’li yıllarda Japonya’nın muhteşem ekonomik yükselişinden beri atıl vaziyette duran korkuları dirilterek Amerika’nın ilerleyen yıllardaki ekonomik canlılığının daha ne kadar sürdürülebileceğiyle ilgili gittikçe artan bir belirsizliği doğurdu.

11 Eylül saldırısı sonrasında ortaya atılan son derece muğlak bir ifâde olan “terörle savaş” politikası ve Irak’a karşı başlatılan tek taraflı keyfî savaş, Amerika’nın kendi müttefikleri arasındaki itibarının dahi zedelenmesine sebeb oldu. 2008 senesinde yaşanan ekonomik krizin kaynağında da Amerika’daki açgözlü sermayedarlar bulunuyordu. Bugün hâlen dünyanın atlatamamış olduğu ekonomik kriz, elbette Amerikan ekonomisini de derinden sarstı.

Siyasî idealizm ve ekonomik materyalizmi birleştirmekten doğan Amerikan imajı tamamen yıkılmasa da, 2000’lerin ilk 15 yılında, yıllar boyunca telafisi mümkün olmayan yaralar aldı.
***
Monarşileri yıkmayı, millî devletleri tek bir şemsiye altında toplamayı, sınırları kaldırmayı, kültürleri yok etmeyi ve dinleri ortadan kaldırmayı hedefleyen bir düzendi “Yeni Dünya Düzeni”... Amerikan siyasetinin kurmay kadrosu, 1970’li yıllarda çöküşünü kestirdiği S.S.C.B. sonrası dünyanın hazırlığına da başlamıştı. Türkiye’den misâl verelim: Fettoş bu yıllarda Amerika’nın istasyon şefi Paul Henze tarafından istihdam edilmiş ve yıllar sonra kurulacak olan tek din, tek millet, tek kültürlü dünyaya Türkiye başta olmak üzere İslâm Âlemi ve Türkî Cumhuriyetleri entegre etmekle vazifelendirilmişti. Benzer şekilde Amerikan istihbaratının unsurları dünyanın dört bir yanında planlar yaptılar, uygulamaya koydular.
***
Amerika 21. yüzyıla bu hayallerle girerken, işler pek de umduğu gibi gitmedi. S.S.C.B’nin yıkılması Amerika’yı dünyanın tek söz sahibi kılacakken, Irak’lı Şehid Saddam Hüseyin’in Amerika’ya rağmen Kuveyt’i işgâli ve pisliğin menbaı olan İsrail’e yönelik olarak gerçekleştirdiği saldırılar, Amerika’nın dünya hâkimiyeti önünde kalın bir sis perdesi meydana getirdi.
***
Nihayet Körfez savaşı sona ermiş ve Amerika bir kez daha dünya hâkimiyetine hazırlanırken, bu kez diğer bir kahraman, Şehid Usame Bin Ladin’in mücahidlerinin İkiz Kuleleri hedef alan şehadet saldırıları gerçekleşti. Bu saldırı Amerikalıların kafa konforunu yerle bir ederken, aslında ne kadar da çaresiz olduklarını bütün dünyaya faş etti.  
***
Şu siyasî idealizm ve ekonomik materyalizm terkibine bir göz atmakta yarar var. Amerika’nın dünya siyaset sahnesinde başrolü kapmasının da vesilesi olan İkinci Dünya Savaşı ve ardından Soğuk Savaş döneminde Faşist Almanya ve Komünist Rusya karşısında izlediği siyasetin idealist olduğundan bahsedilebilir; fakat ya sonra? Bugün Amerika’nın “siyasî idealizm” diye idealize ettiği siyaset nedir? Kendilerine sorulduğunda, büyük güçler arasında denge unsuru olarak bulunmak, ikinci ve üçüncü dünya ülkelerinin büyük devletler tarafından yutulmasına mani olmak gibi sebebler saydıklarını duyarsınız. İyi de, tüm bunları kendisi yapan bir devlet, diğerlerine yaptırmıyor olmayı nasıl idealize ediyor, asıl buna hayret.
Ekonomik materyalizm bahsinde ise hakikaten de kimse eline su dökemez. Son derece başarılı olduklarını kendi ekonomilerini bile tahrib ediyor oluşlarına bakarak rahatlıkla görebiliriz.
***
Hasılı kelâm, global sermayenin Londra’dan ayrılarak Amerika’da üslenmesiyle beraber ortaya konan “Yeni Dünya Düzeni” hedefi, bir asırlık ömrünü doldurmadan “Yeni Dünya Bilmecesine” dönüşmüş vaziyette. Bugün global anlamda güçler dengesi yeniden şekilleniyor ve Batı’nın kültürleri iğdiş etmek adına bir asırdır pompaladığı popüler kültür, popüler siyaset olarak yeni bir yüzünü bize göstermeye hazırlanıyor. Bu münasebetle, yeni dünya bilmecesinin unsurlarına şöyle bir göz atmakta fayda var.

Almanya
17 veya 24 Eylül 2017 tarihlerinde Almanya’da genel seçimler gerçekleşecek. Hristiyan Birlik partilerinin ortak adayı yine Angela Merkel. Sosyal Demokrat Parti’nin başbakan adayı ise Türkiye’nin yakından tanıdığı bir diğer isim Martin Schulz. Dolayısıyla Alman siyaseti için bugünlerde birinci öncelikli gündem maddesi seçimler.
Bununla beraber 2008 senesinde yaşanan global ekonomik krizden beri Almanya, yalnız kendi ekonomisini değil bütün Avrupa Birliği ekonomisini de sırtlamış vaziyette. Yine Arab Baharı ve ardından meydana gelen göç dalgası da Avrupa Birliği’nin sürdürülebilir olması için Almanya’nın önünde duran ehemmiyetli meselelerden.

Almanya her ne kadar nüfusu ve ekonomisiyle beraber önemli bir güç unsuru olarak ön plana çıkıyorsa da, İkinci Dünya Savaşı’nı kaybettiğinden beri Amerika’nın Avrupa’daki uydusu pozisyonundan çıkabilmiş değil. Bu sebebden bağımsız bir Alman siyaseti değerlendirmesi mümkün görünmüyor. Bunun yerine Amerikan siyasetinde Almanya’ya düşen role bakmak daha akla yatkın.

Alman milleti nezdinden Almanya’ya bakacak olursak... Avrupa’da yükselen yeni trend popülist faşizm olduğuna ve Alman milleti de bu trende son derece yatkın bulunduğuna göre Amerika’nın Almanya üzerindeki hegemonyasının orta ve uzun vadede sürdürülebilir olmaktan çıkacağını kestirebiliriz. Bugünün dünyasında her devlet kendisine yeni bir rol biçerken, eğer ki Alman devleti Amerika’nın uydusu konumunu sürdürmeyi seçecek olursa, ileride bunun bedelini mutlaka ödeyecektir. Bilhassa ekonomik veyahut demografik olarak Almanya’da gerçekleşmesi muhtemel bir krizin böyle bir değişimi körükleyeceği muhakkak.

Fransa
Seçimlerin yaklaştığı Avrupa ülkelerinden bir diğeri de Fransa. 27 Nisan ve 7 Mayıs tarihleri arasında Cumhurbaşkanlığı ve 11-18 Haziran 2017 tarihleri arasında da milletvekili seçimleri yapılacak Fransa’da da öncelikli gündem maddesi yine seçimler.

Almanya’ya nisbetle ekonomik krizden daha derin bir şekilde etkilenen Fransa’da sağ partilerin yükselişi devam ediyor. Özellikle son bir kaç senedir adını sıkça duyduğumuz Marine Le Pen, yapılan seçim anketlerinde ön plana çıkan isim.

Yükselişte olan Le Pen’in seçim vaatlerine bakarak Fransa’nın içinde bulunduğu şartları daha iyi bir şekilde anlayabileceğimizi umuyoruz. Bu vaatlere bakacak olursak; Brexit’e benzer bir Frexit uygulanması, Schengen Bölgesinden ayrılma, millî para birimine geçilmesi, serbest ticaret anlaşmalarının feshi ve Fransız ordusunun çok büyük oranda güçlendirilmesi gibi vaatler ön plana çıkıyor.

Tüm bunlara baktığımızda söyleyebileceğimiz Avrupa Birliği için sonun zannedilenden de yakın olduğuyla beraber, Fransa’nın yeni dünya bilmecesinde kendisine yeni bir rol ve ortak arayışında olacağıdır.

Birleşik Krallık
Geçtiğimiz aylarda yapılan referandum ile Birleşik Krallık Avrupa Birliği’nden ayrıldı ve bugünlerde kendi rotasını arıyor. Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May, Brexit sonrası ülkesinin Avrupa Birliği dışında kalan ülkelerle ticarî bağların güçlendirileceğinin altını çizdi. Bu amaç ile de, serbest ticaret anlaşmaları yapılacak ülkeleri sıraladı; Hindistan, Çin, Avustralya, Yeni Zelanda, Singapur, Güney Kore ve Meksika. Bu sıralama Birleşik Krallık’ın ağırlığını hangi coğrafyaya koyacağını da açıkça göstermekte. Dikkat ediyorsanız bu ülkelerin bir çoğu Birleşik Krallık’ın eski sömürgeleridir aynı zamanda.

Bununla beraber Amerika’da Donald Trump’ın Başkanlığa oturmasının hemen akabinde ilk ziyaretçisi Theresa May oldu. Theresa May’in Amerika’nın ardından hiçbir yere uğramadan doğrudan Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaret ayrıca manidar.

Diğer taraftan, dünya düzeninin hâlen maddî menfaate dayalı bir düzen olduğunu ve sermaye üzerindeki Yahudi hegemonyasının son iki durağından birinin Londra, diğerinin New York olduğunu da düşünecek olursak, yeni dünya bilmecesinde Birleşik Krallık, A.B.D. ve İsrail’in tabiî ortaklar olacakları muhtemel...

İsrail
2010 senesinden beri cereyan eden isyanların ve iç savaşların ortasındaki İsrail’in dikkat ediyorsanız hiç ama hiç sesi soluğu çıkmıyor. Öyle zaman oluyor ki sükûnet, konuşmaktan çok daha açık bir şekilde kimi şeyleri ifâde ediyor.  Şöyle biraz geriden beri günümüze doğru İsrail’e ve Yahudilere kısaca bir bakalım.

“ODET YİNON PLANI”, 1982’de, ISRAEL SHAKAK tarafından “KİVUNİM” isimli Dünya Siyonist dergisinde yayınlandı. Bu plan; Ortadoğu’nun silahsızlandırılması ve kontrolü amacı ile millî ve dinî ayrıştırma, bölgede kontrol dışı güç bırakılmamasını öngören bir plandır.

1980’li yıllarda yayımlanan bu plana göre; Türkiye, Irak, Suriye, Suudî Arabistan, Sudan, Afganistan, Ürdün, Fas, Cezayir ve Tunus, İsrail Devleti’nin varlığı önünde tehdittir. İç dinamiklerine göre bunları dağıtmak, bölmek, silahsızlandırmak ve yok etmek gerekir. Bunun için mezheb, ırk, din ve mahallî ihtilâflar kaşınmalıdır.

Soğuk Savaş’ı fırsat bilip Komünizm tehlikesine karşı yahut Komünizm ile beraber sızdıkları Müslüman ülkelere, 1991 senesindeki Irak’ı işgâl teşebbüsünden beri fiilen saldırıyorlar. Maşa olarak kullanılan Batılıların idealsizlikleri dolayısıyla bu saldırılar her zaman beklenen neticeyi vermiyorsa da, arka planda Yahudi, tüm bu aksaklıkları da hesaba katarak planını ince ince işliyor.

Odet Yinon planından bugüne kadar bahse konu olan memleketlerde yaşananlara bakacak olursak:

Irak’ı işgâl etti ve iç savaşa sürüklediler.
Afganistan’ı işgâl etti ve iç savaşa sürüklediler.
Libya’yı işgâl etti ve iç savaşa sürüklediler.
Sudan’ı ikiye böldüler.
Mısır’da askerî darbe ile meşru iktidarı devirdiler, Müslümanları cezaevine attılar.
Suriye’yi global güçlerin bilek güreşi sahası hâline getirdiler, iç savaş çıkardılar.
15 Temmuz, Anadolu’yu işgâl ve bölme teşebbüsü...
Ve 15 Temmuz’dan beri Anadolu ihtilâlini pörsütmek üzere gerçekleşen saldırılar, bunlar hepsi aynı planın uygulamadaki adımlarıdır.
Hâsılı kelâm, hasmımızı tanımamız gerekiyor. Düşmanını tanımayan, çözmeyen, maksadını anlamayan, kullandığı tarzı ve tekniği kestiremeyen, tarafları sağlıklı bir şekilde okuyamayan, buna göre taktik ittifaklar kuramayan bu savaşı kaybeder.
Şimdi hemen kafanızda “komplo teorisi” damgaları da dolaşmasın. Üstad Necib Fazıl’ın şairliğinden çokça bahsedilir, hattâ fikir adamlığından da bahsedilir kimi zaman; fakat onun hasmını görür görmez tanıma ve ciğerine kadar deşifre etmedeki mahareti pek de konuşulmaz. Bizim bugün idrak ettiğimiz bu manzarayı, Üstad, 4 Ekim 1946 tarihli Büyük Doğu dergisinin 49. sayısından itibaren teferruatlı bir şekilde kaleme almıştır. Büyük Doğu Yayınlarının “Yahudilik-Dönmelik-Masonluk” adı altında topladığı bu makaleleri, şimdi bir de bu gözle okumakta fayda var.
***
Her ne kadar Yahudi kafasının mahsulü olan “Yeni Dünya Düzeni” muvaffak olamamışsa da, yeni dünya bilmecesinin en büyük parçasının Yahudi olduğu ve olacağı unutulmamalı.
Not: Doğu Akdeniz’de değeri yüz trilyon doları bulduğu iddia edilen bir doğalgaz rezervi de şu sıralarda İsrail tarafından çıkartılmaya ve satılmaya hazırlanıyor. Bu gelişme Mısır, Suriye, Kıbrıs, Türkiye ve hattâ Yunanistan’da cereyan eden hadiselerden ayrı olarak değerlendirilmeyecek kadar ehemmiyetli.

Amerika Birleşik Devletleri
Amerika “Yeni Dünya Düzeni” iddiasını isbat edemedi. Ekonomik, askerî, siyasî ve psikolojik olarak gücü böylesi bir düzen kurmaya muktedirse de, fikir olarak yeni bir sistem teklifinde bulunamadı. Hâl böyle olunca da bir müddet için yıldızı parlamış olsa da, neticesinde hâkimiyeti tesis edemedi.

Sermayenin menfaati istikâmetinde politikalar üretir, savaşlara girerken kendi milletini geri plana attı. 20. Yüzyılın Amerikan Rüyası, 21. Yüzyılda kendi milletinin barınma, beslenme, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz bir ülke konumuna düştü. Sahib olduğu iddia edilen servet her ne kadar büyük olursa olsun, gelir dağılımındaki uçurum her geçen gün derinleşti ve sermaye odaklarının elindeki servet büyürken, Amerikan halkı her geçen gün daha da fakirleşti.

Nihayetinde 2016 senesinin Kasım ayında Amerika’daki sosyal refahın ne derece bozulduğunun adeta isbatı olarak Başkanlık seçimlerini Donald Trump kazandı.
Peki Trump ne vadediyor? Ekonomik olarak Amerika’da işsizliğin kaynağı olarak görülen yasadışı 11 milyon göçmeni sınırdışı etmeye hazırlanıyor. Ardından Amerika’nın en büyük tedarikçisi olan Çin ile mevcut ticaret anlaşmasını değiştirmek istiyor. Bununla beraber üreticileri gümrük vergisiyle korkutmak suretiyle Amerika’da üretim yapmaya zorluyor. Askerî olarak NATO’nun artık işlevini yitirdiğini ve Amerika’nın sırtında bir yük olduğu ile gelecekte ya NATO yapılanmasının değişeceğini yahut ortadan kalkacağının sinyallerini veriyor. Kırım’ı ilhakından beri Avrupa’yı bir arada tutmak için kullanılan Rus Öcüsü politikasından da vazgeçeceğini deklare ediyor. Siyasî olarak baktığımızda da, Amerika’nın diplomasi anlayışı dolayısıyla senelerdir vıcık vıcık bir hâl almış olan “diplomasi”yi yeniden eski ciddiyetine kavuşturacak gibi görünüyor. Anladığımız kadarıyla Amerika’nın ve oturduğu koltuğun hak ettiği saygı, Başkanlığı döneminde Trump’ın bir numaralı önceliği olacak. Bununla beraber sermaye odaklarının global tetikçisi hâline gelmiş basına karşı tepkisini de esirgemiyor.

Bunlar şimdiye kadar gözlemlediklerimiz. Bundan sonrasında nasıl bir Trump görürüz, elbette ki meçhul. Fakat meçhul olmayan tek bir şey var ki, o da Amerikan haklının refah seviyesi yerlerde sürünüyor ve Amerikan devleti illâ ki bu meseleyi çözüme kavuşturmak zorunda.

Rusya
Ukrayna’daki iç savaş ve Kırım’ı ilhakının akabinde Batı tarafından uygulanan ambargodan sonra sıkıntılı günler geçiren Rusya, masadaki yerini Suriye’de fiilen sahaya inerek geri kazandı. Bununla beraber Astana’da yapılan barış görüşmelerinde elde edilen ateşkes ile çözüm merci olarak kendisini ortaya koymasını bildi. Bundan sonrasında eğer ki Suriye’de kalıcı bir barışın sağlanmasına da vesile olabilirse, dünyanın meselelerini derinleştiren Amerika yerine bir çözüm merci konumuna gelebilir.

Çin
Yeni Dünya Bilmecesi ciddiyeti yanı sıra birçok trajikomik vaziyeti de bünyesinde ihtiva ediyor. Globalizmin öncüsü Amerika bugünlerde kendi içine kapanmak için uğraşırken, Komünist Çin, global ekonominin devam edebilmesinin kavgasını veriyor. İster trajedi deyin, ister komedi...
Üretimdeki uzmanlığı ve güçlü demografisiyle Çin ön plana çıkıyor olsa da, dünya dengeleri arasında hâlen belirleyici bir güç olmaktan uzak. Bununla beraber Birleşik Krallık ve Amerika’nın yüzünü Uzak Doğu’ya çevirdiği bugünlerde, bölge içinde büyük bir güç olarak bulunuyor.

Türkiye
Almanya ve Fransa’da gündemin öncelikli maddesi nasıl ki seçimlerse, Türkiye’nin de birinci öncelikli gündem maddesi Anayasa referandumu. Bilindiği üzere Türkiye’de yürütme sistemi değişiyor ve Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiliyor.
Bilmecedeki Türkiye’nin yerine gelecek olursak... Türkiye, Almanya ve Fransa ile Avrupa Birliği için muhtemel mülteci krizi önündeki tek engel. Birleşik Krallık, Amerika ve Rusya ile İslâm âlemi arasında kilit. İsrail için hem tehdit ve hem de enerji nakil hattı için son derece ehemmiyetli bir köprü konumunda bulunuyor.
Türkiye kendi gücü itibariyle olmasa bile bu bilmecenin içinden çıkabilecek tüm ittifak ve çatışmalar açısından anahtar bir konumda...

Neticede
Yazımızın başından beri ifâde ettiğimiz üzere saha ve zemin müsait olmasına rağmen Amerika “Yeni Dünya Düzeni” iddiasını isbat edemedi. Çünkü her ne kadar madde planına hakim olmuşsa da insanlığın meselelerine çözüm getiren yeni bir sistemi gaye ve vasıta olarak ne kendi ve ne de dünya insanlığına sunamadı. İnsanlığın içinde bulunduğu meselelere çözüm getirmek yerine, hakimiyetinin kaynağı olarak gördüğü global sermayenin meselelerine çözüm merci oldu. Bu işin sonunun nereye vardığı da bugün açıkça ortada.

Türkiye kendi gücü itibariyle olmasa bile, bilmecenin içinden çıkabilecek ittifak ve ihtilâflar içindeki anahtar konumu dolayısıyla ehemmiyetli dedik. Bu doğru; fakat eksik bir teşhis. Bununla beraber Anadolu kendisinin, İslâm Âleminin ve global plandaki insanlığın meselelerine çözüm getirecek tek fikri, Büyük Doğu-İbda’yı ihtiva ediyor oluşu dolayısıyla tüm bu bilmecenin içinde yükselerek çıkmaya muktedir tek devlet. Diğer devletler de güçlenebilir, ittifaklar kurabilir, çatışabilir, birbirini yenebilir yahut yenilebilir; fakat bir tek Türkiye, yeni bir sistem vazederek hakikaten yeni bir dünya düzeninin vesilesi olabilir.

Batı’nın, iki büyük dünya savaşı ve ardından Soğuk Savaş sona erdikten, yani silahlar sustuktan sonra konuşacak bir şeyi kalmadı. Batı o gün kaybetti.
***
İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun da “Adalet Mutlak’a” başlıklı konferansında dediği gibi, biz de diyoruz ki:
- “Yeni dünya düzeni kurulacaksa, buradan başlasın.”
Milletimiz bu başlangıca şimdiden hazır ve nazır...

Baran Dergisi 526. Sayı