Azerbaycan devletinin ve halkının Türkiye’ye bakışı hakkında neler söylemek istersiniz?
Azerbaycan toplumunun çoğunluğu Türkiye’yi kendinden bilir; fakat kıyaslama yapacak olursak, 1990’lardaki Türkiye’ye bakış ile şu anki bakış arasında ciddi oranda fark var. Bu meseleyle alakalı ehemmiyetli tespitler yapmamız gerekiyor, aksi halde ciddi yanılgılara düşebiliriz. Şimdi söyleyeceğim şeylerin maksadı uyarıdır, bunu da belirteyim. 1990’lardan bu yana Azerbaycan’ın Türkiye’ye bakışında menfi yönde bir eğilim mevcut. Bunun birkaç nedeni var; bir defa Türkiye 1990’larda bu coğrafyada tek söz sahibiyken, daha sonraki dönemlerde yönetimlerin yanlış politikaları yüzünden Türkiye’deki Amerikan etkisi artmaya başladı. Amerika bir zamanlar Türkiye üzerinden Orta Asya’da işler yapıyordu. Böylece Amerika, Türkiye’ye ihtiyaç duymadan kendi başına hareket edebilecek bir alan oluşturdu kendine. Azerbaycan’da “Türkiye bizimdir” diyen bir nesil vardı, o nesil hâlâ da var. Amma o neslin dokularına baktığımızda Türkiye tarafından korunup kollanmadığını görüyoruz. Türkiye zayıf davrandı. Bir de şimdi daha iyi anladığım bir şey; “1995’te Azerbaycan’da darbe olacak” diye bir kurgu oluşturulmaya çalıştılar; Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini bozmak için Türkiye’nin darbe yapacağını ileri sürüyorlardı. Oysa Türkiye’nin hiçbir şekilde Azerbaycan’da darbe yapmak istemediğini biliyoruz. Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’in Aliyev’e uyarısı vardı. Demirel, Tansu Çiller ile kavga içerisindeydi. Demirel, Tansu Çiller Azerbaycan’da darbe yapacakmış gibi gösterdi. Türkiye’nin iç meselelerini dışarı taşıyarak Çiller’e baskı uygulamak istedi. Maalesef o dönemlerde Türkiye-Azerbaycan ilişkileri soğudu. Daha sonra bu soğukluklar giderildi, Haydar Aliyev’in büyük payıyla elbette... Ama en büyük çaba sahibinin rahmetli Ebulfez Elçibey olduğunu ifade etmek lazım. Allah her ikisine de rahmet eylesin.

Amin.
Şu an daha iyi anlıyoruz ki, Fetullah Gülen çetesine teslim edilmiş bir coğrafyadan bahsediyoruz. Meğer Türkiye adı altında Amerika’ya çalışılıyormuş. Yıllarca FETÖ vasıtasıyla Türkiye’nin politikalarıyla oynanmış; tabiî ki Amerika adına...

1980’lerin başından itibaren Soğuk Savaş’ın sona ereceği belliydi; buna gören bazı ülkeler Orta Asya’da birtakım politikalar üretti. Türkiye bölgeyle olan derin bağlarına rağmen bunu beceremedi. Bunun sebebi Türkiye’nin Amerika’ya kayıtsız bağlı bir dış politika izlemesidir diyebilir miyiz?
Türkiye üzerinde Amerika’nın tesiri çok fazla… Sadece Turgut Özal döneminde bölgeye dair bir politika üretilmeye çalışıldı, onun da önünü kestiler, “oralar Şiilerin kontrolündedir, bırakın başkaları ilgilensin” diye yanlış yönlendirmelerde bulundular. Amerika’nın Türkiye üzerindeki etkisini de yıllardır görüyorduk. Son on dört yıl içerisinde Türkiye’nin nereye evirildiğini de görüyoruz. Türkiye yeni yeni bazı bağımsız politikalar üretiyor. Ve bu politikalar yüzünden de başı beladan kurtulmuyor; buna rağmen Türkiye “hayır efendim ben bağımsız politikalardan vazgeçmeyeceğim” diyor. Dolayısıyla Türkiye 1990’larda şu andaki gibi davranabilseydi bölge ile alâkalı ciddi boşluklar doldurulacaktı. Türkiye’nin şu anki konumu ve tutumu eskisine nazaran çok daha iyi, arada dağlar kadar fark var. Bazı şeyler Amerika’ya danışılarak yapılıyordu. Mesela Süleyman Demirel zamanlarında, Karabağ savaşları sırasında Ebulfez Elçibey’in bazı istekleri karşılanmamıştı; bu isteklerin reddedilmesinde de Amerika’nın baskısının payı olduğunu biliyoruz.

Geçelim Azerbaycan’daki Orta Asya toplumunun eğilimine... Şu anda Azerbaycan’da ciddi mânâda Amerikan, Rusya ve ne garip ki 1990’ların başından itibaren İran tesiri artıyor. Selefî akımların gücü de giderek artıyor. Sosyolojik olarak Türkiye’nin alanı daha geniş olsa da, fiili oluşuma baktığımızda Türkiye’nin eksikleri var. Azerbaycan-Türkiye ikilisinin devlet nezdinde iyi ilişkileri var, bu iyi bir şey; ancak sadece böyle olmaması lazım. Çünkü Türkiye’nin koca coğrafyada çeşitli altyapıları var. Türk medyasının, toplumunun ve STK’larının birlikte hareket etmesi gerekiyor. Şimdi daha iyi anlıyoruz ki, FETÖ Türkiye’nin birçok adımının önüne geçmiş. Mesela İHH’nın çalışmalarını takdir etmemek mümkün değil. FETÖ’nün zapt altına almaya çalıştığı coğrafyada ilişkiler kopmasın, daha iyi yönde ilerlesin diye en fazla çaba sarf eden grup İHH’dır. Bu tür birçok yapılanmaya ihtiyacımız var.

Şunun da altını çizerek tekrar etmeliyim; Türkiye, Karabağ savaşlarında Azerbaycan’a ciddi manada yardım etti; orduyu kurmasına kadar yardım etti. Ama Ebulfez Elçibey’in cumhurbaşkanı olduğu zaman Karabağ’da büyük bir çatışma vardı. O müddet içerisinde Rusya ve İran, Ebulfez Elçibey’e yönelik operasyonlar düzenledi, o dönemde de devlet içerisinde, devlet gibi hareket etmek isteyen örgütler vardı. Bu örgütler harekete geçirildi ve Ebulfez Elçibey yönetimi Karabağ’da başarısız olmaya zorlandı. Daha sonra yönetim kendi kararıyla geri çekilmek zorunda kaldı. Yani Ebulfez Elçibey siyaseten daha fazla husumet oluşmasın diye geri çekildi. Haydar Aliyev’in ülkeyi derinlikten yüzeye çıkaracağına inanıyordu Elçibey, bana kalırsa bu yüzden geri çekilmek zorunda hissetti. O dönemde Azerbaycan’ın ciddi manada helikoptere ihtiyacı vardı, lakin Demirel bu isteği karşılamadı; Azerbaycan millî hükümetinin düşmesinde küçük bir detaydır bu. Lakin önemli bir detaydır. Türkiye bize hep yardım etti, bazı isimler ve bazı politikalar yüzünden Azerbaycan’da sıkıntılar olmadı değil. Karabağ savaşında bizzat Türkiye’den gelen Anadolu insanı gönüllü olarak savaşmıştır. Dolayısıyla “Türkiye yardımcı olmadı” demek yanlış olur!

Geçtiğimiz sene de Karabağ’da çatışmalar çıkmıştı; buradaki teyakkuz hali devam ediyor mu?
Evet, teyakkuz hali sürekli devam ediyor. Biliyorsunuz büyük güçler kendi politikaları adına küçük devletleri kullanmaya gayret ediyor. Küresel çapta ABD-Rusya çatışmasının yeniden alevlenmesi bazı coğrafyalarda kartların yeniden karılmasına sebep oluyor. Sürekli Ermenileri Azerbaycan’ın üzerine provoke ediyorlar. Bu teyakkuz hali sürecektir diye düşünüyorum. Zira Karabağ sorununun savaşsız çözülemeyeceğini de söylemek zorundayım. Ben de sayın Aliyev’in şu anki tutumuna güveniyorum. Ülkesinin milli çıkarları konusunda taviz vermiyor, sabırlı davranıyor amma bu sabırlı tutum hangi sınırda çatışmaya dönüşecek onu da kestiremiyorum. Ama Aliyev’in Karabağ’dan vazgeçmediğini, toplumu düşündüğünü görüyoruz. Rusya’nın da o bölgede Amerikan dizaynı istemediğini biliyoruz. Rusya, Karabağ meselesi çözülürse Ermenistan’ın Batı’nın kontrolüne geçme riskinden rahatsız. Ermenistan bütün can damarlarıyla Rusya’ya bağlı olmasına mukabil, başka dışa bağımlı tarafları da var; bu ilginçtir. ABD-Rusya kapışmasında Ermenistan iki taraf için de anlam ifade ediyor. Her ikisi de Ermenistan’ı koruyup kolluyor.

Ermeni lobisi iki devlet içerisinde de çok etkili değil mi?
Öyle, lakin Ermenistan’ın kurulmasında İngiliz ve Rusların çok önemli payı var. Yoksa Ermenistan diye bir devlet bu coğrafyada yoktu, biliyorsunuz. Ermenilerin Karabağ’a göç ettirilmesi yeni bir şeydir, 180 yahut en fazla 200 sene anca eder. Karabağ özbeöz Türk yurdudur. Dolayısıyla I. Dünya Harbi’nde bu coğrafyada dizayn edilen, ta 1800’lere dayanan Rus-Osmanlı savaşlarından itibaren parça parça Ermeniler o bölgeye getirildi. I. Dünya Harbi’nde Rusların koz olarak kullandığı enstrümanlara baktığımızda, Ermeni ayaklanmalarında Rusya’nın parmağı olduğunu görüyoruz. Özellikle Kars ve Erzurum bölgelerindeki Ermeni ayaklanmaları... Hatta Ermeni katliamlarının arkalarında Rus desteğinin olduğunu da görüyoruz. Bakın Rusya ve İngiltere’nin maksatları her ne kadar farklı olsa da, Ermenilere bakışları aynı noktadandır. Bugün de öyle. Rusya, evet Ermenistan’ın kontrolünü çok istiyor. Amma Karabağ’ın Ermenistan’a verilmesini de istemiyor. Rusya hadisenin ne ileri ne de geri gitmesini istiyor, şu anki durumdan memnun. Yani Rusya akılsız bir devlet değil. Ermenistan’a destek veren de sadece Ruslar ve İngilizler değil. Ermenistan’a İran da destek veriyor. Hem de Azerbaycan’da Şiilerin olduğunu bile bile İran desteğini Ermenistan’dan yana kullanıyor. Azerbaycan Türkiye’ye bağlıdır, Müslüman’dır, işin aslına baktığımızda meselenin ana damarında Türklük-Müslümanlık faktörü önem arz ediyor. Biz niçin Türkiye’nin Ermenistan meselesinde hiç taviz vermemesini istiyoruz? Çünkü Türkiye ve Azerbaycan’ın müşterek sorunlarından birisidir bu. Azerbaycan’ın güvendiği tek güç Türkiye’dir. Dolayısıyla Türkiye-Azerbaycan ittifakının derin olması şarttır! Türkiye, Azerbaycan ile bir ittifaktan ziyade bir bütün haline gelmelidir. Aksi takdirde coğrafyanın tamamındaki İran-Amerika-Rusya etkisi artacaktır. FETÖ’cüler de Türkiye’yi bölgedeki diğer tarafların gözünden düşürmek için birçok projeye kalkıştı, özellikle medya üzerinden. Bu küçümsenecek bir şey değil, halka halka işlenen bir şey. Yaptığımız yorum ve davranışları da buna göre ölçüp biçmeliyiz. İnce eleyip sık dokumalıyız.

Türkiye geçtiğimiz süreçte bir heyetle Özbekistan ve Pakistan’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Siz de başta yılbaşında gece kulübüne yapılan saldırı olmak üzere Türkiye’ye yapılan saldırılar ile bu ziyaretlerin alâkası olduğunu iddia ettiniz. Bu saldırılarla ziyaretlerin nasıl bir alakası var?
Dikkat ediyorsanız, saldırı gerçekleştiren ve Suriye’de savaşan DAİŞ’li profilleri giderek değişiyor yahut da bize öyle gösteriliyor. Mesela eskiden daha farklı olan DAİŞ mensubunun tipi, şimdi de çekik gözlü, Ortaasyalı tipe dönüştürüldü. Bu büyük bir operasyondur. İki seneye yakındır İsrail, Rusya ve Batı medyası Orta Asya’da DAİŞ korkusu estirmeye çalışıyor. Rusya da Orta Asya’yı ikaz eden bazı yorumlar yapmaya başladı. Ve bazı bilgilerime göre, Rusya istihbarat faaliyetlerini de artırdı; başta Kazakistan, Özbekistan ve diğer sınır hatlarında... Biliyorsunuz, Rusya istihbarat yetkililerinin dışarıda operasyon yapma yetkisi de var. İki senedir Orta Asya’da bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. En önemli husus da Türkiye’nin o bölgelerdeki kimlik bağının olması. Özbekistan ziyareti çok önemli bir hamleydi. Türkiye-Özbekistan ilişkilerinin muhakkak iyileşmesi gerekiyor. Sayın cumhurbaşkanının Özbekistan ziyareti bana göre çok hayatidir. Teröristlerin görünüşlerinin daha da değişeceğini düşünüyorum. İnce görüyorlar; ama başarıyorlar. Önce Arap düşmanlığı öne çıkarıldı; şimdi de Asyalı düşmanlığını işlemeye çalışıyorlar. Buna dikkat etmek lazım. Ne tuhafsa bu saldırıyı yapanlar görüntülerini bırakmışlar. Çok hassas nokta.

Bu boşu boşuna yapılmış, tesadüfen bulunmuş bir görüntü değildir. Gece kulübü saldırısında Orta Asya düşmanlığını körüklemeye çalışıyorlar. Bir şey daha; DAİŞ’in ne olacağı ciddi bir sorundur. Tamam, Türkiye büyük çaba sarf ediyor, bitirmeye çalışıyor; ama bu teröristlerin, bilhassa Suriye ve Irak’tan kovulduktan sonra bir yere çıkması gerekecek, doğru mu? DAİŞ’in içerisine Orta Asyalılara benzeyen insanları kim koydu ve niçin koydu, kim ve niçin Orta Asyalıları DAİŞ’in içine çekti? İngilizlerin uzun zamandır Çeçenistan içerisinde yapmak istediği şeylere bakın. Kafkasya kökenlilerin hepsini aynı kefeye koyamayız. Bunların içerisinde cidden DAİŞ elemanı olanların var olduğunu biliyoruz. Ama Türkiye’den yana olan Çeçen mücahitlerin olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla buradaki ince oyunu görmek lazım. Karmaşık bir süreçten geçiyoruz, bütün Müslümanları aynı kefeye koymak istiyorlar.
Türkiye’de de bir takım projelerle Kürt-Türk çatışmasını körüklüyorlar. Bunlar şimdiye kadar tutmadı. Arap-Türk düşmanlığını körüklemeye çalıştılar bunu da gördük. Şimdi de Orta Asya, Kafkasya ile alakalı algılar oluşturmaya çalışıyorlar. Bir yazımda da söylediğim gibi Orta Asya’da bir şeylerin geliştiğini görebiliyorum. Yeni bir oyun sahası oluştu. Rusya, Orta Asya’yı Amerika’ya teslim etmek istemiyor; Amerika da Orta Asya’yı kullanmak istiyor. Orta Asya’daki sesler Türkiye’de fazla takip edilemiyor ama Kerimov döneminde herkes farklı zannederken, Kerimov Amerika ile anlaşmaya çok meyilliydi. Şu anki Türkmenistan başkanı da Rusya’ya “hayır” demeye başladı. Bu yüzden de Rusya Türkmenistan’a ekonomik baskı uygulamaya çalıştı. Bunlar kısık sesler ama ileride yükselecektir. Onun için Orta Asya’ya dikkat etmek gerek. Şu anda Türkiye’nin Orta Asya’ya yönelik derin politikalar izlemesi gerekiyor. Soğuk Savaş sonrası düşülen yanlışa düşülmemeli. Bu sebeple Türkiye’nin Özbekistan ziyareti, İslâm büyüklerimizi ziyareti ayrı bir hayatî önem taşıyor. İslâm, Allah dostlarının omuzlarında yürüyen derin bir yoldur. Biz o yola sahip çıkmaya çalışıyoruz, biz İslâm Âlemi’nin topyekûn bütününü bu yolun bütünlüğünde görüyoruz.

Allah dostlarının kabirlerini ziyaret ederken, hem Selefilere hem de Şiilere bir mesaj verildi, öyle mi?
Evet, “biz topyekûn İslâm medeniyetinin bayraktarı olmaya devam edeceğiz” mesajı vardı. Burada toplumu bir arada tutma mesajı var, parçalanmaların önüne geçme gayreti var. Ki Amerika da parçalayarak işini görmekte, bunu biliyoruz. İran ve Suudi Arabistan üzerinden İngilizlerin de derin projeleri var. Türkiye de diyor ki, “ben bunun farkındayım, önünü keseceğim”. Türkiye’nin de bariyer olabilmesi için elindeki enstrümanların genişlemesi lazım. Ama diğer taraftan sosyolojik hatlarının da gelişmesi lazım. STK ve medya üzerinden de çalışmalar yapılması gerekiyor. Yıllarca FETÖ’nün Amerika adına yaptıklarını, bu milletin, bu devletin millî çıkarlarını kollayan güçlerin devreye girerek, millî bir istikamette yapması lazım. Türkiye’deki kuruluşların devleti adına oradaki toplum ve örgütlerle dayanışma halinde olması lazım. Bunu sadece devlet yapmamalı, maalesef Türkiye’de önce devlet bir yere odaklanıyor, daha sonra da medya onun peşinden gidiyor. Böyle olmaz. Bazen de tam tersi olmalı, STK ve medyanın diğer ülke ve toplumlarla dayanışma içerisinde olması lazım. İktidara yol ve alan açıcı faaliyetler yürütmesi gerekiyor. Bakın Osmanlı’da bunun çok mühim örnekleri vardır. Osmanlı’daki özelliklerin çeyreği Türkiye’de olsa, coğrafyada yaşanan hadiselerin yüzde 1’iyle bile karşılaşılmayacaktı. Mesela Amerika dışişlerinin yıllık destek verdiği projelere bakılsa insanlar şaşırır. Birçok düşünce kuruluşu var... Millî Demokrasi Enstitüsü’nün yaptığı projelere bakınız, Think Tank kuruluşu. Devlete yol gösteriyorlar. Almanya’nın Naumann Found’u var. Bizim de Think Tank kuruluşlarımıza eğilmemiz gerekiyor.

Bizde Cumhurbaşkanı bir şey söylüyor; medyası, STK’ları, düşünce kuruluşları onun söylediği şeyleri ispat etme kabilinden çalışma yapmaya başlıyorlar.
Tayyip Erdoğan zaten iyi bir lider, onun açtığı yoldan gidiyoruz hepimiz, doğru. Ama her şeyi de onun üzerine yüklemeyin kardeşim. Bazen öyle şeylere açıklama getirmek zorunda kalıyor ki adam. Biraz yükünün azaltılması lazım bana kalırsa. Bunu için STK’ların ve düşünce kuruluşlarının, fonların harekete geçmesi lazım, daha fazla ve nitelikli kurum lazım. İran’ın, Rusya’nın yaptıklarına da bakmak lazım… Tabiî Türkiye’nin yaptığı muazzam şeyler var, onları ayrı bir kenara koymak lazım. Mesela insan odaklı politikalar noktasında Türkiye’nin bir benzeri daha yoktur dünyada. Onlar bu meselede bizimle kıyaslanamaz, bizim yaptığımız şeyi de tahayyül edemez. Ama diğer meselelerde siyasetin dokusunda sinsilik yatmakta. Türkiye bu konuda biraz zayıf. Benim isteğim devlete STK ve düşünce kuruluşlarının alan açması, yükünü azaltması, devletle bunun istişare edilmesi gerekiyor.

Amerika, Rusya, İran, Türkiye ve Batı bloğunun topyekun dahil olduğu bir denklemin içerisindeyiz. Karışık bir süreç... Son dönemde Batı basınından takip ettiğimiz üzere, NATO Doğu Avrupa ülkelerine askerî yığınak yapıyor. Olası bir Rusya-Batı savaşı mümkün müdür, yoksa Amerika bu durumu Avrupa Birliği’nin dağılacağını görüp önüne geçmek ve Avrupa’yı kenetlemek için bir tehdid olarak mı kullanıyor?
Ben böyle bir savaşı beklemiyorum. Birkaç sebebi var. Bir defa Amerika, Rusya ile böyle bir savaşı göze alırsa Rus tarafında bir ittifak hattı oluşacak. Amerika bunu hesaplıyor. Dağılmakta olan Avrupa’nın toparlanması için önce Doğu Avrupa’yı bir araya getirmek istiyorlar. Rusya’ya caydırıcı baskı yapmak istiyorlar. Bilindiği üzere, Rusya’da, Finlandiya’da, Estonya’da ve Baltık bölgelerde savaş tatbikatları falan yapıldı. Şu anda Soğuk Savaş rüzgârları yeniden esiyor. Ben bunun hiçbir şekilde savaşa dönüşeceğini düşünmüyorum. Rusya savaşı istemiyor. Amerika da olası bir savaş durumunda Irak’ta aldığı desteğin yüzde birini alamaz. Bunlar önemli faktörler. Amerika “ben savaşıyorum” diyemez, normalde blok halinde geliyor. Bir defa o bloğun içerisinde Türkiye olmayacak, Yunanistan ve Almanya da öyle. “Ben de Rusya ile savaşa gireyim” diye düşünen ülke çıkmayacaktır. Amerika bunun farkında, ancak Rusya’yı sıkıştırmaya çalışıyor. Yani hadiseyi yanlış okumaya devam ediyor. Ukrayna üzerinden Rusya’daki ortamı bulandırabildiler; ama Suriye’de Rusya’nın aktif hale gelmesinde Amerika’nın yanlış adımları vardır. Amerika kendince, “ben bir taşla iki kuş vururum, Rusya DAİŞ’i de temizler” dedi. Rus toplumu ile Putin’in arasını açmak istediler; ama bunu başaramadılar. Ben bunu çoğu zaman yazdım, eğer hedef Rusya’yı ekonomik sıkıntıya sokmak ve halk ile liderin arasını açmaksa bunu başaramazlar. Ruslar az ile yetinen bir toplum. Fransa’daki, Amerika’daki lüks hayat orada yok.

Az ile yetinme meselesinde biraz Türk toplumuna benziyorlar herhalde?
Evet. Rusya’da son zamanlarda şu dezavantaj ortaya çıktı. Rusya’nın siyasî elit kesimi çok zenginleşti. Siyasî kesim zenginleştikçe, halk ile arasındaki renk solmaya başladı. Eskiden öyle değildi. Elit kesimlerin ellerinde para var ve bu paranın saklandığı yerler Batı’nın bankaları. Putin’in kendisi de halka hitap eder; ama halk gibi yaşayan bir lider değil. Çok zengin birisi. Ancak yine de Putin Rusya toplumunu birleştirebildi. Amerika, Rusya’ya baskı yapmadan önce Putin’e karşı çıkan sesler daha yüksekti. Ne zamanki Amerika Rusya’ya baskı yaptı, Rus halkı Putin’i tutmaya başladı. “Ülkemize tehdit var” dediler, bu Rusya’ya has bir tavırdır. Türkiye ile kıyaslayalım, Türkiye’de Kemal Kılıçdaroğlu’nun sesi farklı çıkıyor mesela. HDP’nin sesi de öyle. Ancak Rusya tehdit altında iken Putin’e tam muhalif kişilerin sesi bile kesildi, Putin’e destek verdiler. Ruslar “Ana Rusya” diyorlar buna. Ana Rusya’ya küfredilsin, o alkolik çoluğunu çocuğunu umursamayan insan dahi ayaklanıp Ana Rusya’ya hakaret edildiği için harekete geçiyor. “Putin bitiyor” dediklerinde de söylemiştim, bu yaşananlardan sonra daha güçlü bir Putin ortaya çıkacak demiştim.

Trump başkanlığında ABD’nin dış politikası değişir mi sizce? Rusya da ABD’nin elçileri sınırdışı etmesine rağmen harekete geçmedi, Trump’ın başkanlığını bekliyor.
Evet, Rusya bekliyor. Bazı şeylerin değişeceğini ben de bekliyorum. Zaten Trump’ın açıklamaları da bu istikamettedir. Ama toptan ABD politikası değişmez. Çünkü Amerika öyle bir devlet ki, siyasî figüranların ortaya çıkması bile belli bir fikir birliğiyle oluyor. Evet, Amerika’da “hangi Amerika” diyebileceğimiz bir kutuplaşma var. Bu kutuplaşmanın iki başında CIA ve FBI duruyor. Evanjelistler Trump’ın yanında yer almıştı. Finans çevreleri ve medya Clinton yanında yer aldı.

Özellikle Yahudi sermayesi.
Şu anda Amerika’nın hangi coğrafyada ne yaptığını konuşuyoruz. Ama önümüzdeki süreçte Amerika’nın içini konuşacağız.

Amerikan Rüyası kabusa dönüştü.
Tek kutuplu dünyayı bitiren, Amerika’nın kendi politikalarıdır. Çok güzel de oldu açıkçası, üzüldüğümü söyleyemem. Obama’nın politikalarının bunda büyük payı var. Amerika zirveden aşağıya doğru düşecek.

Yeni bir dünya düzeni kurulacak.
Her yüzyılın sonunda olduğu gibi.

Bu yeni dünya düzeninde Türkiye’nin rolü ve misyonu ne olacak?
Türkiye kaybettiği önemli şeyleri geri alacaktır. En önemlisi artık yedekte değil, asıl olacaktır. Türkiye İngiliz projesinin bir yedeğiydi.

Sonra da Amerika’nın “ileri uç karakolu” gibi bir hâle de geldi.
1940’lardan sonra öyle oldu. Türkiye yeni süreçte asıl unsurlardan, önemli taraflardan biri olacak. Bizim kavgamız da bu, masa başında küçük bir yer de Türkiye’ye ait olabilir, çok geniş bir yer de. Kavgamız budur, daha fazla ne kadar yer kaplayabileceğimizdir. İran, Rusya, Amerika da masada geniş alana sahip olmak istiyor. Türkiye’ye yapılan saldırıları da böyle görmek lazım. Türkiye’yi bir alana razı bırakmak istiyorlar. Türkiye de “hayır efendim sıkıştırmalara rağmen alan açacağız” diyor. Reina saldırısında çekik gözlü birinin yapmasını şaşkınlıkla karşılamadım.

Son zamanlarda İsrail’in sesi hiç çıkmıyor, memnun bir şekilde sadece olanları seyrediyor.
İngiltere’nin de sesi çıkmıyor. Anlıyoruz ki, projenin akıl kısmında Yahudi lobisi var. Zaten bu lobiler de Filistinlilerin topraklarında İsrail’i kuran çevreler. Amerika’da gerçekleşen hadiselere baktığımız zaman, Anglosaksonlar ile Yahudilerin sorun yaşayacağı aşikârdır.

Zaten Anglosaksonlar ile Yahudilerin gayeleri bir yerden sonra zıtlaşıyor.
Her ikisi de dünyayı yalnız başına yönetmek istiyor.

Teolojik açıdan da ters düşüyorlar.
Clinton-Trump yarışmasında bunu görmüştük. Olsun yine de işler iyiye gidiyor. Her ne kadar, birçok şeyle mücadele etsek de Türkiye dar boğazdan eğilmeden bükülmeden çıkacaktır. Önümüzdeki yüz sene içerisindeki yerimizi belirleyeceğimiz bir süreçten geçiyoruz.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Türkiye’nin sadece bölgedeki yönetimlerle değil, toplumlarla da çalışmalar yapması gerekiyor. Orta Asya, Kafkasya ve Balkanlar... Sadece yönetimler değil, lütfen toplumlarla da etkileşimler yapılsın. Yönetimdeki kişiler gelip geçidir, kalıcı olan ise toplumlardır. Eğer biz şu anda çalışmazsak, 10-15 sene sonra yönetime gelen kişiler yine birilerinin adamı olacak. Biz bizimle aynı düşünen insanları bulmalı, onlara kol kanat germeliyiz. Bu insanları illa bir yere getireceğiz diye bir kaide yok. O insanların o coğrafyada olmaları bize yeter. Bunu yapan STK’lara da bazen saldırıyoruz, bunu yapmamalıyız.

Teşekkür ediyoruz vakit ayırdığınız için.
Ben teşekkür ederim, kolay gelsin.

Baran Dergisi 523. Sayı