Yöneten ve yönetilen ayrımı elzem olduğuna göre aralarındaki birliği temin eden ortak bir şeye ihtiyaç vardır. Sadece kılıç veya devlet zoruyla müşterek bir bağ kurulamaz, ancak tek taraflı bir zorbalık olur ve böyle bir durumda sağlıklı yürüyen bir düzenden bahsedilemez. Devlet ve toplum düzenini ancak gönüllü kurulan ortak bir bağ sağlayabilir. Bana öyle bir şey teklif et ki aramızda ortak bir bağ olsun. Aramızdaki bağ koptuğu zaman ise nereden patlak vereceği belli olmayan mayın tarlasına döner.

İktidarı ele geçirenlerin rahat koltuklarında ve yukarıdan buyurganlık yapmaları kolay ama aşağıda işler böyle yürümüyor. Öyle ki bir toplumun yüzde 10’u bir emre direndiği zaman o mevzudaki uygulama yönetenlerin zararına döner ve böyle örnekler çoğaldığı zaman sürekli verilen açıklar misali sistem iflasa gider. Eşyanın kuralı budur. Toplum ve devlet aygıtı bir organizma gibidir. İyi beslenmeyen bünye önce yatağa düşer, sonra komaya, sonra da tarihe intikal eder. Tazelenen bünye ile tükenen bünye farkı gibi.

Dünyada sistem tartışmaları varken, bizde de Anayasa ve Başkanlık Sistemi tartışmaları yapılıyor. Halbuki Anayasalar toplumla bağı olan bir yönetim teklifidir, bir toplum sözleşmesi alanıdır. Keza Başkanlık Sistemi de... Toplumla gerçekçi bir bağ kuramayan Anayasa veya devlet ve hükümet şeklinin sağlıklı yürümesi söz konusu değildir. Bizde Anayasa tartışmalarında toplumsal bir mutabakat, ortak bir irade falan yok. Siyasî iktidar kavgalarına malzeme yapılıyor. Esasen işi gündeme getiren Ak Parti’nin de toplumun köklerinden gelen sağlam bir ideolojisi yok. Kendi iktidarını sağlama almak ve yürütmedeki engelleri ortadan kaldırmaktan öte bir amaç sahibi değil. Bu ise gündelik siyasete tekabül eder; devlet ve hükümet şekli daha ciddi bir iştir.

Bütün partiler birleşsin gibi reel olmayan tekliflerden ziyade devletle toplumun bağının kurulmasından bahsediyoruz. Bu bağ ise ortak hususların kurumsallaşmasıdır. Demek ki yöneten ile yönetilen arasındaki bağ onların nefslerini aşan ilke ve değerler bütünü olmak zorundadır. Aksi takdirde arada diktatörlük doğar. “Niye senin dediğin oluyor?” hesabı her zaman bir muhalefete haklılık kazandırır. Her açıdan meşruiyet çok önemli...

Kürt meselesinde ise Ak Parti iktidarına rağmen devletin Cumhuriyetten beri olan yanlış bakışı devam ediyor. İş sadece Doğu’ya maddî yatırım, havalimanı ve yol mevzuu değil ki. Kürt vatandaşı ile devletin arasında ortak olan şey nedir? Sen öyle bir şey teklif edeceksin ki, her bir ferde hitap eder tarafı olacak. Türk, Kürt, Çerkez vs. rahatça yerini bulacağı gibi, inançlı-inançsız vs.ye de adaletli bir yer göstereceksin. Her şeyden önce sen kültürel bir bütünlük içinde sosyal ve siyasî sistem önereceksin. Mesele Anayasa tekniğinden önce kültür davası meselesidir. Halkla irtibatın hem maddî, hem manevî dinamik bir sistem bütünlüğünde olduğu zaman, kasıtlı ve müzmin muhalefet etmek isteyenlerin de ellerinde malzeme kalmayacak. Gerçek muhalefet ise daha iyiyi arama ve aksaklıklar hususunda uyarma şeklinde olacak. Fakat aidiyet hissi kurulamadan ve gelir dağılımında büyük bir adaletsizlik varken ülkede her şey olabilir, her türlü istikrarsızlık olabilir. “Kök ideolocya” etrafında ideal oluşmazsa ileriye yönelik hamle de olmaz. Birbiriyle didişen değil, birbiriyle pekişen millet olmalı. En son 15 Temmuz’da görüldüğü gibi... Fakat bunun sistemli ve kalıcı hâle getirilmesi gerek.

Kürtlerle bin yıldır beraber yaşadık ama bu bin yıl nasıl yaşandı, uygulamalara bakıyor muyuz? Yoksa işin edebiyatını mı yapıyoruz? Osmanlı hangi sistemi nerede, nasıl uygulamış ve bütünlüğü nasıl koruyabilmiş? Osmanlı her bölgeye göre farklı bir uygulama getirmiş ve bunları kendisine bağlayabilmiş, Doğu’ya farklı, Balkanlara ve Afrika’ya farklı bakabilmiş.

İslâm’da fert ve toplum ile devlet arasında beyat akdi ile yetki verilir. Burada irade beyanı ve tercih (seçim) söz konusudur. İslâm’da devlet başkanı yetkiyi zatından almaz (velayeti zat). Ona yetki verilir; buna velayet-i tefviz denilir. Tefviz kelimesi, “bir işi birine verme, birinin sorumluluğuna bırakma, ihale etme” mânâlarına gelir. Velayette, vekil-müvekkil ilişkisi vardır ve rıza esastır. İslâm’da siyasî iktidara toplum işlerini kapsadığı için velayet-i âmme denir. İslâmî sistemde iktidar ve yetki emanettir. (1)

Burada dikkat edilecek husus yöneticileri de bağlayan bir üst norm, bir üst değer üzerinde karşılıklı beyat edilmesidir. Çünkü beyat tek taraflı değil, iki taraflıdır ve iki tarafın rızası iledir. İtaat ilişkisi bütün tarafları bağlayan bir şarta göredir, yani mutlak değildir. Keyfîlik ise bu şartı ihlâl etmek demektir. Padişahın mutlakıyeti olsaydı, hâl vakaları yaşanmazdı. Alderson’un bir tesbiti: “Bu hâl vakaları, en azından, padişahların mutlakıyetlerinin aynı devirdeki herhangi bir Avrupalı monarka göre çok daha büyük ölçüde kısıtlanmış olduğunu ispat eder.” Ve İslâm’da beyat edilen husus Batı krallıklarından ve yönetimlerinden farklı olarak zata değil, ona verilen yetkiyi kullanması üzerinedir. Bu ortak olan şey ise, Allah ve Resûlü’nün hükümleridir. Sultan beyata uymazsa yani Kitap ve Sünnete uymazsa önce nasihat edilir, düzeltmeye gidilir, yine devam ettiği fisk dönemi de olabilir ve sonra azledilir. Olmazsa silahla mücadele yapılır, yani “huruç ale-s Sultan”. Çünkü İslâm’da iyiliğe itaat var, kötülüğe itaat yoktur.

Şunu da ilave edelim ki, hâkimiyetin kaynağı mutlak olarak izah edilemediği zaman, beşerî sistemlerin kula kulluğu devreye girer ve isyan hakkı da doğar. Allah’a kulluğu beğenmeyen ve insanı putlaştıran Batı sistemlerinin neticesi tabiî olarak kula kulluğa varır. Çünkü “mutlak” yerine konan bir insan düşüncesi gider, başka bir insan düşüncesi gelir. Hakikat sık sık değişir ve sistemler birbirini tekzip ede ede gider.

Yönetici ile yönetilen arasında ortak olan bir bağ?.. Her fert kendini sistemde bulmalı ve ifade edebilmeli, az-çok yerinin garanti olduğunu bilmeli. Aidiyeti hissedebilmeli. Eğer bu nisbet kurulamazsa sistemden iyi para kazanan dahî yönetime isyan edebilir.

Hazret-i Muaviye’nin bir sözü var, mealen: “Halk ile aramda her zaman bir bağ vardır, bazen yakınlaşır, bazen uzaklaşır, fakat onun kopmasına hiç bir zaman müsaade etmem”...

Halkın köklerinden gelen ve ortak paylaşımı ve adaleti hedefleyen bir Anayasa ancak çözüm olabilir. Aklî ve imanî olacak. Hem beyinle, hem kalble yazılacak. Dünya sistemlerini taramış ama yüzde yüz yerli. Bizim teklifimiz olan BD-İBDA Başyücelik modeli bunu kapsıyor. Ve toplum ile devleti ortak noktalarda buluşmaya davet ediyor. Beyatın çerçevesini çiziyor. Beyatın özünde, Allah Resûlü’ne bağlılıklarını bildiren ve Fetih Suresi’nde geçen sahabîlerin ahidleşmesi olan Beyat-ı Rıdvan vardır, razılık-hoşnutluk vardır. Medine şehir devletinin kuruluş adımı olan 620-622 yıllarındaki Akabe Beyatleri’ni de zikredelim.

Medenî Kanunu İsviçre’den, Ticaret Kanunu’nu Fransızların sömürgelerine uyguladığı ticaret kanunlarından, Ceza Hukuku İtalya’dan aparılan bir rejimin bu yanlış yolunun hâlâ takipçisi olmanın bağımsızlıkla, milli ve yerli bir anayasa yapma ile ilgisi olamaz. Hem Batı emperyalizminden şikâyet edeceksin hem fikir, hukuk, norm ve değer olarak Batı’yı körü körüne taklit edeceksin. Bu hâl, milletin birliğini bozmak ve ruh kökünü baltalamaktır. Millet-devlet zıtlığının ve bunalımların sebebi de yıllardır bu olmuştur.

Yeni anayasanın liberal özellikte olacağı söyleniyor. Ferdî hürriyetlerden bahseden liberalizmin ekonomik ayağı kapitalizm iken bu da Batı emperyalizmi demek iken bizim bu görüşlere sığınmamız millî ve yerli bir anayasa yapamamamız demektir. Hele hele 15 Temmuz gibi bir millet şahlanışından sonra yapılacak Anayasa’nın başlangıcında 15 Temmuz ruhu ve millî iradenin sembolü İslâm ve Ezan-ı Muhammedî’den bahsetmemek tek kelime ile ruhsuz bir anayasa yapmak olur. Ortada böyle bir mutabakat varken, bir deli bir kuyuya taş atar hesabı, laiklik ve Batıcılığa esaret demek olan renksiz, ruhsuz ve liberal bir Anayasanın bu millete bir yarar sağlamayacağı açıktır. Islahatçı kafa ile yeni bir Anayasa yapılamaz ve toplumla bağını kuramayan Anayasalar ise göstermelik olur. Her şeyden önce kalbten gelen bir iman ve aşkla işe başlanmalı ve Batı’nın değerlerinden değil, milletin yüce değerlerinden ilham almalı. Batı tecrübesine bakalım ama Batıcı olmayalım, diyoruz.

Gücü eline alan ve darbe yapanın anayasa yapması çözüm olmamıştır. Sezâi Karakoç’tan bu hususta bir tesbit: “Her milletin ruhunda gizli bir anayasa vardır. Yazılı anayasalar, millet ruhundaki bu anayasaya yaklaştıkça başarılı, ondan uzaklaştıkça başarısızdırlar. Milletin ruhuna yabancı anayasalar, eninde sonunda değişmeye mahkûmdurlar; onu halk değiştiremezse zaman değiştirir. Yaptığı yıkımla kendi kendini değiştirir bu türlü anayasalar.”

Dünyada bir çok anayasa, o ülkedeki rejimi gizlemek için paravandır. Mesele, süslü kelimeler ve bol keseden özgürlükten bahsetmek değil, milletin ruh köküyle alâkalı ve uygulanacak bir Anayasadır. Uygulayacak kadroların Anayasa kadar önemli olduğunu ve bu açıdan bürokratik zaaf içinde olunduğunu da belirtelim. FETÖ ile mücadelede görülen zaaf gibi. İş şekil işi değil, sistem ve bunun uygulanma işidir. Çünkü ehil olmayan ellerde en iyi model bile yürümez.

“Hikmet mü’minin yitiğidir”; ayrıca ders çıkarmak mânâsına Batı’dan bir misal verelim: 1960-70 yıllarında büyük bir ceza kanunu çıkaran Almanya bunun için Uganda’ya varıncaya kadar bütün ceza yasalarını tercüme edip incelemiş. Bizde ise, ilim haysiyeti bunu gerektirirken ve üstelik halkının kahir ekseriyeti Müslüman iken İslâm anayasal metinlerine müracaat etmemek tek kelime ile millet düşmanlığıdır, ilim ve hakikat düşmanlığıdır. İçinde hainlik ve korkaklık barındırdığını da ifade edelim.

Bir FETÖ’cünün gidip başka bir FETÖ’cünün gelmemesi için millet olarak hep seferberlik bilincinde olmalıyız, iç ve dış sınırlarımız ancak böyle korunabilir. Fakat önce fikir-düşünce ve kültürde sınırlarımızı korumalıyız. Çünkü Anayasa neticede kültür işidir. Hangi kültür, hangi milletin anayasası? Milletle devlet arasında ortak bağ nedir? Bu soruları sükûtla ve üstünü örtme ile kapatamayız. Öyle davranırsak sosyal ve siyasî hadiseler bizi sürekli yalanlamaya devam eder...

“Tarih tekerrürden ibarettir” sözü ibret almayanlar için söylenmiştir. Mevcut rejimin statükocu kafası ile aynı hatalar yapılacağına kesin gözüyle bakılabilir. Sorunların künhüne varamamak ve tefekkür etmemek aynı neticeleri doğurur. Bunu bilmek ise fazla zekâyı gerektirmez.
 
Dipnot:
1- Bakınız: Ayhan Ceylan, “İslâm’da Siyasal İktidar (Velayet-i Amme)”, http//eski. erzincan.edu.tr/birim/HukukDergi/makale/2003_VII_5.pdf


Baran Dergisi 510. Sayı

20.10.2016