Batı, sahib olduğu zihniyet gereği eskiden dışındakilere problem ihraç eder ve kendisi bir yolunu bulup sükûnet içinde yaşardı; şimdiyse ihraç ettiği problemleri, işlenmiş hâliyle ithâl ediyor ve varlığını dayandırdığı hususiyet olan sükûneti, sükûnete dayalı hayat tarzını göz göre göre yitiriyor...
Birinci Dünya Savaşı’nın Zamanımıza Akisleri
Birçokları bugünlerde cereyan eden hadiseleri isimlendirmeye, tanımlamaya ve bunun üzerinden de anlamaya çalışıyor; Üçüncü Dünya Savaşı, Armageddon, Asimetrik Savaş, İkinci Soğuk Savaş, vs. Bu kavramların hepsi belki bugün yaşanan hadiseleri tanımlamak için kullanılabilir. Fakat, başka bir açıdan baktığımızda, Birinci Dünya Savaşı bitmiş mi ki, yeniden bir parantez açma gereği duyuluyor? Meselâ İkinci Dünya Savaşı sona ermiştir; çünkü mağlub olan tarafın bugüne sarkan bir ideali, fikri yoktur ve savaşın kaybedilmesiyle beraber iddia ortadan kalkmıştır. Oysaki Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devleti müessese olarak yıkılmış olsa da, tebaasının Ebed Müddet iddiası bugün hâlen dimdik ayaktadır. Dolayısıyla, bugün yaşanan çatışmaları tanımlamak isteyenler evvelâ dönüp Birinci Dünya Savaşı şartlarına bakmalı ve bu gözle yeniden bir okuma yapmalıdır ki, bugün cereyan eden hadiseleri anlamlandırabilsin.
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu “Ölüm Odası B-Yedi” adlı eserinin –Mukadder- başlıklı 100. Bölümünde Devlet-i Aliyye-i Ebed Müddet’i şöyle tarif ediyor; “DEVLET-İ Aliyye-i Ebed Müddet: Ebed müddet devam edecek olan necib, âlî, büyük devlet… Siyasî ve hukukî teşkilâtlanma olan Devlet yanında, “saadet ve mutluluğa sebeb” anlamı da içinde bir terkib; bu terkibin, dünya ve ahiret hayatını kapsayan bir ifâde olduğu da açık… Aliyye’nin “aletle ilgili” demek oluşu da nazara alınırsa, “âlet” lâfzının nitelenişleri boyunca “devlet” ile kurulabilecek ilgi, terkibdeki kasdî mânâyı zenginleştirici olacaktır; dil ve İslâm misâlini verirsek, “Ebed müddet âleti devlet”, hem devletin neye âlet olmasını gösterir, hem de dünya saadeti dışında saadet şartlarının “ebed müddet”te geçerliliği bakımından “gerçek saadet”in ne olduğunu… Saadet için saadet, dünyada kalır; İslâm ile saadet, hem gaye hem vasıta olarak “ebedî müddet”… Hem KALIB (Şekil), hem de RUH (Fikrin) birbirine uygun olması gereğini ikaz…
Devlet-i Aliyye’yi yıkan Batılılar, onun yerine bundan daha öte bir mânâyı ihtiva eden devlet nizamı tesis edecekleri yerde, “iyi, doğru ve güzel” ölçütlerini kendi menfaatlerine hizmet edecek şekilde Devlet-i Aliyye’nin tebaasına dayatmışlardır. Bunun yanı sıra, gerek savaş gerekse savaş sonrası kurulan Batıcı parya devletler döneminde Müslümanlara karşı işlenen ve hâlen de işlenmeye devam eden cürmün hesabı da hâlen kapatılmamıştır. İşin vahşete bakan ciheti de bir yana; Birinci Dünya Savaşı’ndan beri Müslümanların itikadını tahrif etmek üzere piyasaya sürülen Selefî görünümlü Vehhabilik ve Nurcu görünümlü Fettuşîlik gibi, İslâm dinini içten yıkmaya yönelik teşebbüslerin hesabı soruldu mu?
Şimdi Batı tüm bunları yaptı da asıl maksadına erebildi mi? Velev ki muvaffak olmuş olsaydı, yani tüm Müslümanları ya öldürmüş yahut itikadını bozarak dini içten yıkmakta muvaffak olmuş olsaydı, belki o zaman Üçüncü Dünya Savaşı’ndan veya şundan yahut bundan bahsedebilirdik. Batı, elindeki tüm maddî imkâna rağmen müessese olarak Devlet-i Aliyye’yi yıkmış olsa bile, İslâm’ın son kalesi Ehl-i Sünnet Vel Cemaat’i düşüremediği için Devlet-i Ebed Müddet idealini ortadan kaldıramamış ve tam da bu sebeble Birinci Dünya savaşı sona ermemiştir. Bugün dünyanın en doğusundan en batısına kadar yaşanan kimi zaman düşük, kimi zaman yüksek yoğunluklu çatışmalar, müsbet yahut menfî bakımdan Birinci Dünya Savaşı’nın zamanımız şartlarına akisleridir.
Cereyan eden hadiseler eğer ki bu açıdan izlenebilirse, belki o zaman sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilir ve bir asra yakın zamandır İslâm Âlemi’nde biriken enerjinin, kendi mecrasını buluncaya kadar meydana getireceği büyük sarsıntı daha iyi anlaşılabilir...
Viyana Toplantısı: Ahlâksızlık Kumpanyası
Avusturya’nın başkenti Viyana’da Suriye’deki iç savaşa siyasî çözüm bulmak amacıyla başlatılan ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 17 ülkenin katıldığı görüşmelerden anlaşma çıktı. Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, görüşmelere katılan ülkelerin Suriye’de 18 ay içinde bir seçimin olmasını istediklerini söyledi. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry de 6 ay içerisinde geçiş hükümetinin kurulacağını söylerken, toplantıdan Beşar Esad’ın geleceğine ilişkin bir uzlaşma çıkmadığını aktardı.
BM’in beş daimi temsilcisi, Suriye’deki Nusayrî rejime karşı gerçekleşen halk ihtilâli, sanki bunların arasındaki menfaat kavgasının sahası hâline getirilerek iç savaşa dönüşmemiş gibi bir araya gelip Suriye’nin istikbalini planlıyorlar. ABD, Rusya, İngiltere, İran ve perde arkasında asıl İsrail’in, Suriye’deki menfaatlerini korumak üzere halk ihtilâlini uzun vadeli bir iç savaşa çevirdikleri bedahet değil mi? Ahlâksızlığın en aşağılık yüzünün sergilendiği dünya çapındaki kumpanyaya hoş geldiniz...
Paris Saldırısı
Fransa’nın başkenti Paris’te, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük saldırı gerçekleştirildi ve (resmî rakamlara göre) 129 kişi öldü, 100’ü ağır, 350 kişi yaralandı.
Batının bir yandan direkt Müslümanları hedef aldığı, bir yandan da kendi arasındaki hesaplaşmaları dahi İslâm coğrafyası üzerinden görmek suretiyle, kendi evinde huzur ve refah içinde yaşadığı dönem sona erdi. Yukarıda ifâde ettiğimiz gibi Birinci Dünya Savaşı’ndan beri Müslümanlara karşı işlenen bunca maddî ve manevî cürmün elbette ki bir bedeli olacaktı. Fransa’da böylesine saldırıların gerçekleşmesi değil de, aslında bu zamana kadar gerçekleşmemiş olması hayret vericiydi. Batı, kendi nizamsızlığını İslâm Âlemine dayattığı sürece böylesi saldırıların artarak devam edeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Charlie Hebdo’ya yönelik saldırıdan sonra bu saldırıların devam edeceğini ve Batı’nın elindeki tüm imkâna rağmen bu saldırıları önleyemeyeceğini işaretlemiştik hatırlarsanız.
Batı’nın, İslâm âlemi başta olmak üzere dünyanın geri kalanına kan ve gözyaşı ihraç edip, kendi evinin emniyetinde elinde şarap, haber bültenlerinde marifetlerinin istatistikî neticelerini izlediği zamanlar geride kaldı. Sağ kalanlar ileride böylesine dönemlerde yaşadıklarını torunlarına geçmişten bir hatıra olarak anlatırlar. Nasıl ki Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de patlamalar-saldırılar sıklığı dolayısıyla bugünün ajansları için vaka-i adiye olmuşsa, bundan sonrasında Avrupa ve Amerika’da gerçekleşecek saldırılar da vaka-i adiye olmaya adaydır.
G-20 Toplantısı
G-20 toplantısına kapitalizm ile artık işlerin yürümediğinin açıkça deklare edilmesi damga vurdu. Peşinen söyleyelim, buraya kadar mutabıkız da, ya sonra? Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan da, uluslararası sermayenin Türkiye mümessili Koç Grubu’nun veliahtı Ali Koç da aynı şeyi söyledi. Hattâ Erdoğan “paylaşalım” derken, Ali Koç bir adım daha ileriye giderek “gerçek sorun kapitalizmdir” dedi.
Esasında niyet okumak pek de hoş bir davranış değildir; fakat öyle zannediyoruz ki bizim kapitalizmi ortadan kaldırmak istememizle, Ali Koç ve G-20’nin temsil ettiği zihniyetin kapitalizmi ortadan kaldırmak istemelerinde niyet farkı var. Biz sermayenin tek elde urlaşmaması, servetin adil bir şekilde cemiyete paylaştırılması ve açgözlü kapitalist barbarlığın ortadan kalkmasından bahsederken, öyle sanıyoruz ki onların derdi; ellerindekinin tamamını kaybetmeden, bir kısmını vermek suretiyle çarklarını döndürmeye devam etmek. Dediğimiz gibi niyet okuyoruz ve eğer ki yanılıyor ve Ali Koç da samimiyetle bunu söylüyorsa, kendisinden özür dilemekten de şeref duyarız. Kapitalist olmadığımız için bağcı dövmek gibi bir derdimiz hiç bir zaman olmamıştır, olamaz da. Ölçümüz belli, yanlıştan dönene altından köprüler inşa ederiz.
Ama yok, kapitalistlerin derdi dünyanın geri kalanında artık zapt edilmez hâle gelmiş nefretin enerjisini boşaltmak ve gazını almaksa, hiç kendilerini yormasınlar. Senelerdir yapılan algı operasyonları ve komplo teorileriyle insanları o hâle getirdiler ki, belki samimi bir şekilde böyle düşünüyorlarsa da bu insanlara kendinizi ifâde edemeyecek ve mutlaka ama mutlaka bu öfkeyle, yani kendi eserleriyle yüzleşmek durumunda kalacaklar.
Türkiye
Sahte medeniyet telakkisi Batı’nın, kapitalist-hedonist zihniyetiyle insanlığın meselelerine çözüm getiremeyeceği artık dünya çapında bedahet hâlindedir ve kimsenin bu istikametten bir beklentisi kalmamıştır. Doğu da tıpkı Batı gibi kendi meselelerine çözüm getirmekten bile aciz bir vaziyettedir.
İnsanlık tarihine baktığımızda, bu gibi konjonktürlerin gerçek medeniyetler için büyük bir fırsat olduğunu görürüz. Osmanlı Devleti’nin bakiyesi ve Devlet-i Ebed Müddet idealinin binek taşı hüviyetindeki Anadolu, temiz sicili ve topraklarında örgüleştirilmiş olan İslâm’a Muhatab Anlayış ile doğudan başlayarak bütün insanlığın meselelerine çözüm getirme potansiyeli olan tek medeniyet taslağını, filizlenmiş bir tohum hâlinde bünyesinde barındırmaktadır. Türkiye, artık en başta kendisi bu medeniyet taslağını kuvveden fiile dökmek ve bir prototip hâlinde, hakiki medeniyetin nasılını bütün bir dünyanın vitrinine koymak mecburiyetindedir.
Bugün Türkiye’nin gaye olarak gördüğü vasıtalar, ancak bu hedefe hizmet etmek üzere ve bu hedefin kültür şartlarının tesis edildiği zemin üzerinde kıymetlenecektir.
Hülasa-i Kelâm
Basiret ve feraset sahibi insanlar zamanlarından ötesini de görürler... Meselâ Devlet-i Aliyye’nin motorları Kanunî Sultan Süleyman döneminde susmuş fakat kütlenin büyüklüğü dolayısıyla araba 1900’lü yıllara kadar çalışıyormuş gibi ilerlemiştir. Hakeza Batı’nın motorları da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra susmuş ve bir asır bile dolmadan arabanın hızı motorlarının sustuğunu gösterecek kadar yavaşlamış bulunmaktadır. Şimdi bizim önce kendi motorumuzu çalıştıracak ve sonrasında gaza basacak şartları tesis etmemizin tam zamanıdır. Bunun dışında cereyan eden hadiselere karşı, iş başında çalışan ustanın dışarıdan gelen sese kafasını kaldırıp baktıktan sonra işine dönmesi gibi bir tavır ve tutum içinde olmamız gerekir.
Son olarak... Amerika, İngiltere ve nihayet Fransa’da gerçekleşen saldırılar, senelerdir söndüğü, küllendiği zannedilen ocağın, esen rüzgâr ile çatırdayarak sıçrattığı kıvılcımlardır; siz bir de ocak tam mânâsıyla harlandığı zaman görün...
Baran Dergisi 462. Sayı