Osman Gazi’nin rüyasında gördüğü, birkaç asır içinde dalları İslâm âlemine, gölgesi bütün cihana hâkim olan devlet... Devlet-i Ebed Müddet. Hâkimiyetinin hemen ardından, aşk ve vecd çığırımızın kapanmasına müteakip, budana budana arkasında kuru bir gövde kalan o ulu çınar... Ve işte bugün Afrin. Neticesi her ne olursa olsun, kurudu zannedilerek bir asırdır odun muamelesi yapılan ulu çınarın, Afrin’de verdiği filizle canlılık alâmeti göstermesi, ölmediğini bütün cihana deklare etmesi... Bu bir manifestodur. Zeytin dalı, Anadolu dalıdır; zulüm ve sömürüye boğulmuş cihana yeniden adaletle hükmetmeye namzed, mahkûm ve mecbur Anadolu’nun yeşeren dalı. Büyük Doğu-İbda vesilesiyle, Anadolu’da tecelli eden “çocuk hikmeti”nin bir başka görünüşü. “Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk.” sırrının ifşâı...
***
Ne Olmuştu?
21 Mart 2013’te, Abdullah Öcalan’ın Anadoluculuğun önemini vurguladığı, “Bugün kadim Anadolu’da Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslâm bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.” dediği ve İslâm üst kimliği, ümmetçilik vurgusu ile silah bırakma ve sınır ötesine çekilmeyi emreden mektubu yayınlanmıştı. Bu mektub ile beraber belki de ilk kez gerçekten de sorunun ortadan kalkma ihtimâli doğmuştu; fakat olmadı.

28 Ekim 2013 tarihinde, Fettoş’un Amerika’daki amirleri olan Henry Kissinger, Paul Wolfowitz ve Alan Makovsky’nin “kankası” Cengiz Çandar ve Amerikalı diplomat ajan Joseph Pennigton ile evli dönemin Taraf Gazetesi yazarı Amberin Zaman’ın aracılığında, “Çaktırmadan Kürtleri Fettoşçu kanat üzerinden ABD’ye” teslim edecekler diyen Selahattin Demirtaş ve PYD’nin başındaki Salih Müslim eliyle, Kürtleri, Fettoşçu kanat üzerinden ABD’ye peşkeş çektiler. Birinci ve İkinci Kürt Konferanslarında alınan kararlar neticesinde, bu kadro bin yıllık müşterek paydamız İslâm’a ve kardeşliğimize ihanet edip, Amerika ile İsrail’in projesinde, devlet kurmak ümidiyle figüran olmayı tercih ettiler.

Amerika, İsrail ve finansörleri Suudî Arabistan, Türkiye ile İslâm âlemi ve İsrail arasında tampon olmayı kabul eden PYD’den hiçbir desteği esirgemedi.

Türkiye’nin, kuzey Suriye’deki bu oluşumu hedef alabilecek saldırılarının önünü kesmek için, FETÖ mensubu bir pilot tarafından Rusya’ya ait bir savaş uçağı düşürüldü.

Tilki Günlüğü’nde, “İstikbâl Gazâdadır” başlığı taşıyan 7 Haziran gününe tevafuk eden seçimler; ve HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Kürt ile Türk arasına sokulan nifakın mucidi müesses düzenin muhafazakârlığına soyunduğu “Seni Başkan Yaptırmayacağız” kampanyası, ardı arkası kesilmez terör saldırıları, tıpkı Abdullah Gül gibi Batı’dan bağımsız dış politika fikrini aklı havsalası almayan Ahmet Davutoğlu’nun Kasım 2015 seçimlerinden sonra görevden alınması, Rusya ile barışma, 15 Temmuz Darbe girişimi ve hemen ardından Fırat Kalkanı Harekâtıyla beraber bir asır sonra yeniden sahaya dönen Türkiye... Ve şimdi de Zeytin Dalı Harekâtıyla beraber, budana budana dalları Anadolu’yu bile gölgeleyemez hâle gelen ulu çınarın, yeniden filiz sürerek, odun olmadığını haykırışı...

İçeriden Yeni Tezgâh
Yürütmede sistem değişikliğine giden, Suriye’nin kuzeyine kurulmak istenen terör koridoruna TSK marifetiyle bir kılıç edasıyla giren, Arab Baharı vesilesiyle bütün alternatifleri ortadan kaldırılırken tek başına ayakta kalmasını bilen Türkiye’ye karşı başlatılan yeni saldırı, yine içeriden.

Karşı tarafı tarif edecek olursak... Türkiye’deki Batı hâkimiyetinin, küfür yobazı Kemalistler eliyle daha fazla sürdürülemeyeceğinin idrak edilmesi neticesinde, işbirlikçilik rolü münafıklara verildi. O zamandan beri Türkiye’deki kavga dışarıdan bakıldığında Müslümanlar arasında cereyan ediyor gibi görününse de, esasında Müslümanlar ile münafıklar tarafından desteklenen müşrikler arasında cereyan eden bir kavga bu. Münafık deyince akla bir tek Amerika’nın veled-i zinası Fettoş gelmesin. İngilizlerin, Devlet-i Aliyye’nin İslâm âlemindeki mutlak hâkimiyetini sarsmak için türettiği, İbn Teymiyye isimli gizli müşrikin yolundan giden Cemaleddin Efganî, Mısırlı Muhammed Abduh, Mevdudî ve Hamidullah’tan bahisle yola çıkan, akıl putuna tapınmaya davet eden ne kadar tip varsa, topyekûn Fettoş ile aynı çizgidedir ve münafıklar kadrosunun üyesidir. Ayrıca, burada İslâm’a Muhatab Anlayış’ın bütün bir İslâm âlemine teşmil edilebilecek şekilde örgüleştirilmiş millî ideolocyası Büyük Doğu dururken, sırf kuduz nefsine kâr payı meydana getirmek için sokma fikirlerin Anadolu’daki distribütörlüğüne soyunanlar da, şuurlu yahut şuursuz bir şekilde aynı mihraka hizmet etmektedir. Bunlara ilâveten, bir de Batı’nın teknoloji ve maddî imkânları karşısında ruhu kamaşmış, istikbâli İslâm’da değil de paryalıkta arayan, Allah yerine kâfirden korkan ve bu mizaçları dolayısıyla Batı tarafından rahatlıkla kullanılanları da aynı kadroya yazabiliriz.
Saydığımız bu tipleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı olmak paydasında bir araya getirip, 15 Temmuz’dan sonra meydana gelen “dinî ve millî birlik ruhu”nu dağıtmak için kolları sıvamış vaziyetteler. Hâlen büyük bir çoğunluğunun niçin küfür yobazının elinde olduğunu anlamakta güçlük çektiğimiz yargı, medya, kimi STK’lar, FETÖ artıkları, liberaller, maması az gelen bazı cemaatler, Ak Parti içindeki pozisyonundan endişe duyan siyasîler ve son dönemde mevkîlerinden kovulanlarla beraber kendi rollerine düşen neyse onu ifâ etmek suretiyle bu cenaha hizmet ediyorlar.

Kendi nefsi yahut sapkın korkuları için Anadolu’nun birlik ruhuna kast eden hiç kimseye, bahanesi her ne olursa olsun fırsat vermeyeceğimizi de buradan açıkça deklare etmiş olalım. Kimse 5 Aralık 1999 tarihinde, Metris Cezaevinde’de 28 Şubatçılara yapılan muameleyi, Anadolu’nun bütün sokak ve meydanlarında yaşamayı göze almadan yeni bir 28 Şubat hayali kurmasın, kimse de bunların kuru sıkı tehditlerine pabuç bırakmasın.

Afrin’den Sonra...
Mademki ulu çınar canlılık alâmetini gösterdi, yeniden dallarını İslâm âleminin üzerine sarkıtmaya niyet etti, o zaman artık ona lâyık bir düzene geçilmesi de bir zaruret hâlini almıştır. Türkiye’nin orta ve uzun vadede üzerine düşen vazifeleri yerine getirmesi önünde, Türkiye’nin rejiminden başka mani yoktur. “Yurtta sulh, cihanda sulh.” prensibine göre kurgulanmış bu rejim bizim vazifemizi taşıyamaz. Türkiye’de, çağımızın Müslüman Anadolu İnsanı’na biçtiği vazifeyi lâyıkıyla yerine getirebilmemiz için, aşk ve vecd çığırımızı bir kez daha açacak ve yaşatacak yeni bir düzene geçilmesi artık zaruret hâlini almıştır.
Bir evvelki başlıkta bahsedilen, milletimizin ruhî birliğine kast eden hain tipini türetmekten başka bir marifeti olmayan bu düzenin, tıpkı siyasî kaos doğurmaktan başka bir işe yaramayan yürütme sistemi gibi tarihin çöplüğüne atılmasının vakti gelmiştir.

Dün El Bab, bugün Afrin, yarın Sincan, Münbiç, Rakka, Deyr-ez Zor ve ötesi derken illâki silahların sustuğu bir güne uyanılacak ve o zaman ne konuşulacak? Rejimden başlayarak içtimâî düzene kadar bütün bir memleketin bu yeni düzene göre şimdiden hazırlanması gerekir. 
***
Afrin kahramanı şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize de acil şifâlar dileriz...


Baran Dergisi 584. Sayı