Dershanelerin kapatılması tartışması farklı bir mecraya kaydı. Hem olacağı buydu hem belki de istenen. Tarafların her ikisini de “kendi çıkarı doğrultusunda” terbiye etmek isteyen bir Batı ve Yahudi var. Birinden birine zaman zaman yakın olunması Batı’nın yahud Yahudi’nin onu desteklediği ve her daim arkasında duracağını göstermez. Nihayetinde kuklanın hareketleri kuklacının hareketinin hızına ve davranışına bağlıdır. Dilediği an sahneye çıkarır, ortama göre hızlandırır, yavaşlatır. Dilediği zaman dilediği şeyi “kuklasının ağzından” söyletir. Bütün bunlara satranç oyunu gibi bakmak lazım. Taraflar hamle peşindedir. Taşı oynatanı malum olduğu üzere oyunu oynayanlar bilir ama satranç tahtasında taş olanlar bundan habersizdir. Bu hamlenin önünü arkasını oyunu oynayanlar fark edebilir, görebilir. Meselenin aslına vakıf olmayanlar sadece aynadaki yalana bakıp aldanırlar. Sonrası “çıkar sahibi” hedefine vardığını düşündüğü an masadan kalkar ve taşlar hareketsiz, işe yaramaz bir şekilde yığılıp kalırlar, hatta bir kenara toplanarak “yeni oyun”a kadar unutulurlar. Teşbihimizi gerçek hayata biraz daha yakınlaştırırsak görülen o ki kuklanın da kuklaları var ve tetikçilikte sınır tanımadığı gibi arkasındaki gücün kendi gibi kukla olduğundan haberdar değil.
Önümüzde Belediye seçimleri var ve ardından Cumhurbaşkanlığı seçimi… Daha çok taşların oynayacağı ve yine daha birçok hamlenin –hiç de beklenmeyen, hiç de ümid edilmeyen yerden- geleceğini göreceğiz. Birileri uzaktan, Anadolu’nun iki yakası bir araya gelmesin diye özel çaba sarf ediyor. Pennsylvania hükümeti ve Gülen hareketi başkanı Bay Fetullah Gülen ABD’ye entegrasyon konusunda ve İsrail’siz dünya sahnesinde yer almama hususunda “dış ilişkileri” dizayn eden açıklamalar yapıyor. Gündeme uygun kıssalar, ayetler ve hadislerle “sureti hak” maskesi üzerinden “Demirelvâri” açıklamalar yapıyor. Normaldir!. 28 Şubatın bir numaralarından Cumhurbaşkanı Demirel’e, Gülen’e bağlı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın, 25 Aralık l997 günü düzenlediği “Ulusal uzlaşma, hoşgörü ve diyalog” ödül töreninde, “şükran plaketi” verildiğini hatırlatalım.
İslâm coğrafyasında akan kana dair, milyonlarca insanın ölümü ile sonuçlanan işgallere dair, yağmalanan ve harabelere çevrilen Müslüman şehirlerine dair zerre miktarı kılı kıpırdamayan, açıklama yapmayan, samimiyetle bu işgali gerçekleştirenleri kınamayan ve bu hususta hiçbir ayet ve hadis “hatırlamayan!” Bay Fetullah Gülen iş Müslümanlara gelince onların tekerine çomak sokmak için demediği laf, yemediği halt kalmıyor.
KCK’nın “devlet içerisinde devlet” tarzı hiyerarşik örgütlenmesine, devletin çeşitli kurumlarına sorumlu, görevli, yargıç vs atamasına, çeşitli adlar altında topladığı paraları “vergi” diye isimlendirmesine benzer bir yapılanma ve hatta daha ötesi tam teşekküllü oligarşik bir örgütlenme biçimi de Gülen grubunda var. Dini bir cemaat olmadığı defalarca deklare edilmiş, kilise ileri gelenleri ile canciğer sarmaş dolaş olmayı “hizmet” telakki edecek kadar şirazesi şaşmış bu yapı, yukarıdan aşağıya kitleleri rahatça güdebilmek, oyalayabilmek, emeklerini ve gayelerini hep uzak zamanlara erteleyerek “sömürmek” davasındadır. Büyük bir camiadan bahsederken elbette geminin içindeki tayfaların yahut birkaç mühendisin “samimi” duygular içerisinde olabileceğini hesap ediyoruz. Bizim derdimiz tayfayla değil zaten; bizim derdimiz geminin kaptanı, ekibi, rotası ve yanaşacağı liman ile ilgili. Bu gemideki Müslümanlar nereye götürülüyor, bu gemi hangi davaya hizmet ediyor? Meselemiz bu… Gemidekiler namaz da kılabilir Kur’an da okuyabilir… Bu bir şeyi değiştirmez, aslolan gayedir.
Tarihin görmüş olduğu en önemli “İslamı tahrif ve imha hareketi” olarak kayıtlara geçen Kemalizm ve onun kutsanmış büyüğü M. Kemal’in yerini şimdilerde Fetullah Gülen almış durumda… İnanılmaz bir dezenformasyon ve ikiyüzlülük var… Müslümanların emekleri ve kazanımları tıpkı Kurtuluş Savaşı sonrası yapılanlar gibi çalınmak isteniyor. Özellikle son on yılda malum cemaat, bürokraside ve birçok sivil ticari kurumlardaki kadrolara kendi güdümünde kişileri yerleştirmek yolu ile gerçek anlamda iş yapacak hakiki dava adamlarını, ehliyet sahibi samimi vatandaşları, iffet ve izzet sahibi onurlu Müslümanları kısmen tasfiye etti. Kişiliksiz, şahsiyetsiz, mıymıntı, korkak ve liyakat sahibi olmayan kimseler ise malum cemaatin has elemanları olarak köşe başlarını tuttular ve Müslümanların elleri kollarını “uydurdukları korkakça ve alçakça” bahaneler ile bağladılar. Taktıkları sureti hak maskesi sebebiyle insanın yüzüne gülüp “mütevelli toplantıları”nda en hainane bir şekilde tertip ve yağmacılığa giren bu kesim yüzünden Müslümanlar her defasında içeriden hançerlendi.
Moon tarikatını bilirsiniz, en azından yaşı 30’un üstünde olanlar iyi bilir. Mooncular 1991 Eylül’ünde Dünya Dinleri Konseyi “İslam–Hıristiyan Diyaloğu’ konulu toplantısını gerçekleştirmişlerdi. Ocak–Şubat 1992’da, Amerika’ya, Türkiye’den çok sayıda “ilim adamı”, siyasetçi ve basın mensubunu çağırmışlar, misafirlerine bir kuruş masraf ettirmeksizin, onları 40 günlük bir seminere almışlardı. Ne var bunda diyebilirsiniz. Çok yakın alakası var. Hani Kemal Kılıçdaroğlu önceki hafta ABD’ye bir “referans!” için gitmişti ya; bu arada Gülen Cemaatinin ileri gelenleriyle görüşmüştü. CHP ile Gülen arasındaki samimiyet yeni değil. Bakın neler var daha ötede?
Moon tarikatı ile Fethullah Gülen arasındaki bağlantıyı, Eski CHP genel sekreteri Kasım Gülek’in sağladığı, Hocaefendi”nin, Kasım Gülek’in cenaze namazını kıldırmasını bu bağlantıya borçlu olduğu söylenmektedir. Fetullah Gülen 1 Eylül 1997 tarihli Zaman gazetesinde bu ilişkiyi şöyle açıklıyor: “ABD’de görüştüğüm insanlardan biri Abramowitz’di. O, Türkiye’de bir zaman elçi olarak kalmıştı. Müşterek dostumuz Kasım Gülek Bey vardı. Onun vasıtasıyla gıyaben onu tanıyorduk… Türkiye, şimdiye kadar çok ölüm kalım krizlerine maruz kalmıştır. Bunu isterseniz bir kriz sayın ama bu millet bunu aşar dedim. Hatta bu ses, imkânı varsa Beyaz Saray’a kadar, Kongre’ye kadar, Pentagon’a kadar götürülmeli dedim.”
ABD’nin önde gelen think-tank kuruluşu Carnegie Vakfı’nın eski Başkanı ve ABD’nin en faal gruplarından Yahudi Lobisi’nin de önde gelen isimlerinden Abramowitz’e özel dikkat. Ayrıca Moon’un bir adının da Samanyolu olması dikkate değer. Tıpkı ABD’de Türkiye’deki ‘Sızıntı’ Dergisi’nin karşılığı olan ‘The Fountain’ isimli bir dergi gibi. Bu dergiyi Washington’daki True Star şirketi yayımlıyor. Editörlerinden ikisinin isimleri; Washington Katolik Üniversitesi’nden Cizvit papazı Sidney Griffith ve Abdülaziz Sachedina. “The Fountain’ın bir sayısında ‘The Restoration of Balance’ (Dengenin Onarımı) başlıklı bir yazı var; yazarı, M. Fethullah Gülen.
Fetullah Gülen, 11 Haziran 1997’de ABD’de önemli bir Musevi örgüt olan ADL başkanı Abraham Foxman ile görüştü. Bu görüşmeden sonra ADL başkanı Foxman, Kardinal John O’Conner ile Fetullahı bir araya getirip görüştürdü.1998 yılı Ocak ayında Ramazan ayı’nda Alarko grubunun iftarına katılmış ve Ramazan Bayramında Papa 2. John Paul kendisine özel bir bayram mesajı da göndermeyi unutmamıştı. Vatikan’a gitmeden zamanın Başbakanı Ecevit’le de özel bir görüşme yaptı. 9 Şubat 1998 tarihinde ABD Ankara eski Büyükelçisi Morton Abromowitz'in yardımıyla, Papa II. John Paul ile Vatikan'da buluşmak için koşuyor ve Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak istediğini dünya âleme açıklıyor. 19 Şubat 1998’de Fetullah Gülen, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nda İsrail’in Seferat Hahambaşı Eliyahu Bakhsi Doron ile görüşüyor.
Tarih aralıkları, Müslümanların üzerine 28 Şubat Terör saldırılarının artırıldığı, Müslümanların canlarına, mallarına kastedildiği, siyasi arenadan hakiki Müslümanların izinin silinmeye çalışıldığı bir dönem olması projenin büyüklüğünü göstermeye yeter de artar bile. Burada olan bitene biz cevap verecek olsak laf çok uzar. Ancak Bediüzzaman cevap verecek olsa sanırım söz “anlayana” kâfi gelir;
«S- Neden bu kadar İngiliz’den nefret ediyorsun? Musalahasını da istemiyorsun?
  C-‘Sebeb bir değil, bindir. Bana en ziyade şedid görünen, manen ahlâkımıza vurduğu darbedir. Çekirdek halinde olan secaya-i seyyieyi içimizde inkişaf ettirdi. Hayatın yarası iltiyam bulur; izzet-i İslâmiye, namus-u millînin yarası pek derindir.
Edirne Camii’nde, bir İslâm hocasının lisanıyla, Venizelos gibi şeytan zalime dua ettirdi. Merkez-i Hilafette, Müslümanlar lisanıyla hizb-üş şeytan olan İngiliz, Yunan askerlerini halaskâr (kurtarıcı), tathirci ilân ve karşısındaki güruh-u mücahidîni cani, zalim (terörist!) söylettirdi.» (Sünuhat Tuluat İşarat sh:81)
Gülen Hareketi üzerinden yürütülen propaganda ve eylem faaliyeti "Müslümanları Anadolu’dan Tasfiye Etme" hareketidir.
Bunun çok büyük bir iddia olduğunu kabul ediyorum ancak tefekkür dünyamızın ve ideal nizam arayışımızın önüne çıkan engelleri ve sırtımızdan yediğimiz hançerleri düşündüğümüzde iddiamızın aslında ne kadar zaruri bir tehdidi işaret ettiğini görmekteyiz. Kemalistlerin motivasyonunu kaybetmesi, otorite ve saygınlıklarını yitirmesi sonucunda iktidarı kaybedeceğini düşünen AB-D İsrail merkezli emperyalist odaklar, satranç oyunundan mülhem, eski piyonunu rakip tarafın yemi yapıp yeni piyonları ile iktidar stratejisine giriştiler.
Son günlerde her taraftan malum cemaatin içine sızmış kimselerin yağmacı, rantçı, şehvetperest ve muhteris ifadeleri akıyor. Belge desen gırla, torpil adam kayırma hakeza... Zaman Gazetesi ve Sızıntı dergisinin yazarları bu işte başı çekenlerden. Dillerinin kemiği yok. Peygamber Efendimize, tanınmış bazı Müslüman âlim ve aydınlara, başbakana ve bazı vekillere ve hepsinden ötesi sırtlarından geçindikleri Müslümanlara hakaret yarışına girmişler. O çok pazarlama elamanı giyimli hoşgörülü, kravatlı, badem bıyıklı zevatlar...
Bay Fetullah Gülen, Başbakanın, 28 Şubat’ta milyonlarca bacımızın başlarını açmasına ve bir o kadarının da işten atılmasına ve psikolojilerinin bozulmasına sebep olan “tesettür füruattır” sözüne gönderme yapıp laf söylemesine pek içerlemiş. Yetmemiş bir de yaptığını savunur pozisyonda açıklamalara girmiş ki, içler acısı. Oysa burada da yine zaman ve mekân hesap yapmadan konuşuyor. Şartları ve sözün söyleniş zamanını, bedelin ne olduğunu… Adama sormazlar mı; “Ey Fetullah, bir yerlerini aç, nasılsa teferruattır”, hele ki bunca fitnenin içinde…
Bediüzzaman Hazretleri diyor: “Fitne-i âhirzamanın mahiyeti bana göründü ki; o fitnenin en dehşetlisi ve cazibedarı, kadınların yüzsüz yüzünden çıkıyor.” (Gençlik Rehberi: 16) Demek tesettür mes’elesinin füruat olması şöyle dursun, ahkâm-ı kat’iye-i Kur’aniye arasında hayatî bir ehemmiyeti haizdir. Bu sebebledir ki: “O fitneyi ateşlendiren ve talim eden irtidatkâr bir şahs-ı manevî…” (Gençlik Rehberi: 17)… Fazla söze ne hacet…
Her yönden dezenformasyon, her yönden tahrifat ve sindirme, silikleştirme… Son bir hatırlatma ile yazımızı noktalayalım. Hoc'fendi, İslam’ı dejenere etmek, iki milyarlık Müslüman nüfusu, Haçlıların cinayetleri ve saldırıları karşısında pasifize etmek için Vatikan din devleti tarafından tatbikata koyulan “Dinlerarası diyalog” projesinin amansız savunucusu ve temsilcisi olduğu için karşı çıkanları şiddetle eleştiriyor. “Diyaloğun karşısında üç zümre: Karmatiler, Hariciler, Anarşistler” başlıklı yazısı bu hususta en iğrenç olanı… O yazıdan kısa bir bölüm; “İşte, hoşgörü ve diyalog gayretlerini baltalayan, barış ve dostluk rüyasını çatlatanlar da Karmatîler ve Hâricîler gibi davrandılar ve adeta bir modern Karmatîlik, bir çağdaş Hâricîlik sergilediler. Onlar da kendilerinin Müslüman olduklarını söylediler; ama bir kısmı, Bâtınî yorumlarla dine saldırdı, din olarak heva ve heveslerinin emirlerine uydular; diğerleri de, bağnazca davranarak hem ayet ve hadislerin sadece zahirî manalarını esas aldılar hem de kendilerinden olmayan diğer Müslümanlara karşı düşmanlık duygularını körüklediler, hınç ve gayz bıçaklarını bilediler.” (Kaynak: herkul.org, 15.11.2004 ) Düzeltelim desek neresinden başlayalım, şaşırdık kaldık.
Anadolu’yu işgalden ve tahrifattan kurtarmak için ilk yol, biri melon şapkalı diğeri takkeli bu türlü şahsiyetlerden ve fikirlerinden arındırmakla açılır. Siyasî ikbal için değil bu memleketin gerçek evlatlarının istikbali için!..

Baran Dergisi 361. Sayı