Esselâmü aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim, iyiyim; hava da güzel, sıcak...

Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl?

(Av. Yılmaz, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun iyi olduğunu, anne ve babasının mezarını ziyaret etmek üzere şu ân İstanbul dışında, baba evinde bulunduğunu söylüyor.)

Çok iyi, çok iyi.

Yeniden yargılanması çok mu yakın veya ne zaman?

(Av. Yılmaz, yakın zamanda, adlî tatil biter bitmez başlayacağını söylüyor.)

Eylül’de mi?

(Av. Yılmaz, Carlos’u doğruluyor, mahkemenin Eylül veya Ekim’de başlayacağını belirtiyor.)

Neyse... Birkaç gün sonra Erdoğan’a oy atıyorsunuz, değil mi? (Carlos gülüyor, Av. Yılmaz da gülerek mukabele ediyor.)

Zaten, en iyisi olsun diye oy atıyorsunuz; yoksa daha azı olsun diye değil. Diğer kemalist aday da hoşlandığım bir adam, iyi bir adam, namuslu bir adam. Ancak mevcut durumda, Türkiye’deki değişimleri devam ettirmek zorundayız. 

Erdoğan’a gelince; yaptığı her şeyde onunla aynı fikirde değilim, fakat yaptığı belli iyi şeyler de var. Gülencilerin işini bitirmesi olağanüstü bir hâdise meselâ. Sabetaycılara darbe vurması da iyi bir şey aynı şekilde. Yaptığı her şeyi tasvib etmiyorum ama bu “her şey” de izafîdir bir bakıma.

Demokratik bir sistemde birine oy vermek, sadece belli bir insana oy vermekten ibaret değildir. Aynı zamanda, bir başkasına “karşı” oy vermek de demektir. Böyle olunca, Erdoğan’a oy verdiğiniz zaman, NATO müdahalesine, Türkiye’nin işgaline karşı da oy kullanmış olacaksınız. Asıl önemli olan da işte budur.

Her neyse...

Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını söylüyor Carlos’a.)

Elimde, Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi Kongresi’ne delege olarak katılan yoldaşlara hitaben kaleme alınmış, 23 Temmuz 2014 tarihli bir yazım var şu ânda. Sözkonusu kongre, iki üç gün önce, 31 Temmuz günü sona erdi. Bu hitabımda, şunları söyledim; tercüme ederek okuyorum.

(Carlos, Venezülla Birleşik Sosyalist Partisi Kongresi’nde okunmak üzere delegelere hitaben kaleme aldığı İspanyolca yazıyı, bazen aynen tercüme ederek bazen de yorumlayarak Av. Yılmaz’a naklediyor...

Konuşması boyunca, Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi bünyesindeki “ideolojik ve programatik” komisyon tarafından hazırlanıp 2014 yılı içerisinde son şekli verilen bir belgeye atıf yapan Carlos, eğer 15 yıllık bir Bolivarcı devrim ve siyasî iktidardan sonra bile, hâlâ “Bolivarcı sosyalist bir devlet inşâ edilmek zorundadır” çağrısı yapılıyorsa, bunun iktidardaki Bolivarcı devrimcilerin başarısız kaldığı anlamına geldiğini söylüyor...

Yine sözkonusu belgede “tartışılmaz haklar” olarak sıralanan “bağımsızlık, hürriyet, hükümranlık, DOKUNULMAZLIK, toprak bütünlüğü, dayanışma” gibi kavramlar arasında geçen “dokunulmazlığın” ne anlama geldiğini sorguluyor Carlos. Diplomatik dokunulmazlıktan ve icrâ makamındaki devlet başkanının dokunulmazlığından ayrı olarak, hükümetin yolsuzluğa bulaşmış mensublarının “tartışılmaz dokunulmazlık hakkı”nın mı kastedildiğini gündeme getiriyor.

Carlos, aynı parti belgesindeki “sosyal misyonlar” kısmına atıf yaparak, en fakir halk kesimlerinin ihtiyacı olan yiyecek ve giyeceklerin çok ucuza sağlanması noktasında Hugo Chavez’in harika bir “sosyal misyon” ortaya koyduğunu, ancak bugün temel tüketim maddelerinin tedarikinde ve halka uygun fiyatla arzında yaşanan akılalmaz krizin Chavez öncesi diktatörlük döneminden bile daha kötüye gittiğini vurguluyor. Halkın temel günlük tüketim maddelerini tedarik edecek mahallî büyük köylü birliklerinin niçin bugüne kadar tesis edilmediğini soruyor. Diğer yandan, bu temel tüketim maddelerinin ithalatının niçin özel sektöre bırakıldığını, niçin bizzat devletin kendisinin bu ithalatı gerçekleştirmediğini ve mümkün en düşük fiyattan da halka satmadığını soruyor.

Sözkonusu parti belgesine atıf yapmayı sürdüren Carlos, bu defa “Bolivarcı millî silâhlı kuvvetler” bahsinde konuşuyor ve ordunun, savaşan vatansever askerî kadroların kumandası altında olmak üzere, Bolivarcı devrimin silâhlı öncüsü kılınmak zorunda olduğunu söylüyor. Ülke sınırlarının, denizlerinin, kıyılarının ve stratejik merkezlerinin, bir yandan emperyalist kuvvetlerin, diğer yandan da iç düşmanın daimi tehdidine karşı korunmasında yine bu askerî kadroların önemine dikkat çekiyor. Peşinden, “silâhlı devrimci milisler” konusuna temas ediyor ve meselâ Küba’da devrimci milislerin normal hayatlarında da silâhlı olduğunu, makineli tüfeklere kadar evlerinde her türlü silâhı bulundurma hakkının kendilerine tanındığını, fakat Venezüella’da buna izin verilmediğini belirtiyor. Sadece askerî kışlalardaki eğitim alanlarında silâh kullanmasına izin verilen ancak dışarıda silâh bulundurmasına izin verilemeyen “silâhsız” bir milisin bir hiç olduğunu ifâde ediyor. Oysa dünyanın en tehlikeli yerlerinden biri hâline gelen Venezüella sokaklarında kamu düzenini sağlamak için işte bu milis kadroların yardımına da ihtiyaç duyulduğunu, bu bakımdan sözkonusu milis kadroların mutlaka silâhlandırılması gerektiğini vurguluyor. Bu çerçevedeki sözlerini, “barış istiyorsan, savaşa hazır ol” anlamına gelen “si vis pacem para bellum” şeklindeki Lâtince deyişle bitiriyor Carlos.

Akabinde, sözkonusu parti belgesinin “petrol ve doğalgaz üretimiyle” ilgili bölümüne atıf yapıyor ve bunların üretim miktarında indirime gidilmesini eleştiriyor, OPEC’in belirlediği üretim kotalarına bile ulaşılamadığını vurguluyor. Petrol ve doğalgaz üretiminde yaşanan problemlerin, Venezüella’nın düşmanı Bank of America Merrill Lynch’in tavsiyeleriyle düzeltilemeyeceğini ifâde ediyor. Bu problemlerin baş sorumlularının ise, devletin petrol üretimiyle ilgili birimlerinde yuvalanmış ve emperyalistlere ajanlık yapan birtakım bürokratlar olduğunu ekliyor. Aynı şekilde, millî zenginliklerinin halka eşit biçimde dağıtılmasına yönelik bir gelenek hâlinde, Venezüella’da benzin fiyatlarının çok ucuz olduğunu, ancak şimdi Bank of America Merrill Lynch’in ve Venezüella petrolünün üretiminden sorumlu kimi bürokratların ortak tavsiyesiyle, halka satılan benzine zam yapılması plânlarını tasvib etmediğini söylüyor. 

Bu noktada eleştirilerine ara veren Carlos, okuduğu parti belgesinin, “militan ve entellektüel bakımdan mükemmel bir çalışmanın neticesi olan çok yüksek seviyeli, çok güzel kaleme alınmış bir program hazırlık metni olduğunu” da belirtme ihtiyacı duyuyor.

Sözkonusu parti belgesi vesilesiyle eleştirilerine kaldığı yerden devam eden Carlos, “ABD ile diplomatik ilişkilerin yeniden tesisi” bölümüne atıf yaparak, böyle bir konunun herkese açık bir belgede tartışılmasının uygun olmadığını vurguluyor. Bu kadar nâzik bir konunun, ancak devlet başkanı, dış işleri bakanı ve ilgili hükümet yetkilileriyle yahud sorumlu kişilerle birlikte, dar bir çevrede ve gizlice tartışılması gerektiğini, belli bir noktada da millî meclisin bilgilendirilmesi gerektiğini, ancak –özellikle- dünyanın birinci gücü ve bölgenin efendisi olan bir devletle ilişkilerin böyle alenen tartışılmasının hiçbir şekilde doğru olmadığını ifâde ediyor. Üstüne üstlük, kendi halkı dahil olmak üzere başka hiç kimseye saygı göstermeyen bir numaralı emperyalist güçten böyle bir belgede “saygı” taleb etmenin aptalca olduğunu, “saygı” taleb etmenin tek yolunun ise kendi tarihî haklarını ve millî hükümranlığını -ne pahasına olursa olsun- bu güce karşı ciddi biçimde, öyle gereksiz yere etrafta bağırıp çağırmadan savunmaktan geçtiğini söylüyor.

Filistin meselesine geçen Carlos, Venezüella’da bazılarının “İsrail’le yeniden münasebet tesis etmeliyiz” şeklinde konuştuğunu, ancak bunun kabul edilemez olduğunu, Cezayir’in dünden bugüne takib ettiği “Filistin meselesi çözülene dek İsrail’le ilişki kurmamak” şeklindeki prensibli davranışın örnek alınması gerektiğini, Venezüella’nın diplomatik zeminde asıl bu çerçevedeki hamlelere kafa yormasının yakışık alacağını, bugün Gazze’de yaşananların da böyle bir prensibin ne kadar doğru olduğunu bir kez daha teyid ettiğini ifâde ediyor; “şayet Cezayir yapabiliyorsa, Venezüella niçin yapamasın?” diye soruyor.

Suriye konusuna da temas eden Carlos, Suriye’deki iç çatışmalara kalıcı bir çözümün ancak ülkeye yönelik emperyalist işgalin yenilgiye uğratılmasından, aynı şekilde, Beşşar Esad’ın başkanlığında bir geçiş döneminden sonra mümkün olabileceğini; tüm dinî ve etnik toplulukların haklarının garantiye alınacağı yeni ve demokratik bir rejimin ancak bu şekilde tesis edilebileceğini vurguluyor. NATO ülkelerinin veya NATO desteğiyle iş görenlerin, Suriye’ye kimin devlet başkanı olacağına karar verme haklarının bulunmadığını belirtiyor.

Peşinden, ABD’de hapis cezasına çarptırılan “Kübalı casusları” dile getiriyor Carlos ve Venezülla’nın “onları serbest bırakmalısınız!” şeklinde boş boş konuşmak yerine, kendi ülkesinde yakaladığı yerli veya yabancı ajanlarla bu Kübalı kahramanları takas etmesi gerektiğini vurguluyor. Fakat Venezüella’da hiçbir zaman böyle yapılmadığını, bunların çoğunlukla önce tutuklanıp sonra serbest bırakıldığını veya sınırdışı edildiğini, bunun yanlış olduğunu belirtiyor.

Carlos, daha önce BARAN dergisi için detaylı biçimde anlattığı üzere, Venezüella Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu neredeyse başkanlık seçimlerini kaybetmenin eşiğine getiren başarısız seçim kampanyasının sorumlusu ve aynı şekilde Venezüella hükümetine de danışmanlık yapan Fransız siyonist Havas danışmanlık şirketi çalışanları gibi yabancıların artık hükümet çevrelerine sokulmaması gerektiğini, burada en büyük görevin de Başkan Maduro’ya düştüğünü vurguluyor.

Bu konuşmasının, Başkan Nicolas Maduro dahil olmak üzere, kongre delegelerine, kendisi de delege ve önemli bir dış ilişkiler sorumlusu olan erkek kardeşi tarafından dağıtıldığını belirten Carlos, bu arada kendi ailesinin de geldiği Tachira eyaleti temsilcisinin kongrede bir konuşma yaptığını ve Carlos’un kanundışı biçimde kaçırılarak tutulduğu Fransa’daki cezaevinden öncelikli bir karar alınarak Venezüella’ya geri getirilmesi gerektiğini ifâde ettiğini, Tachira temsilcisinin yaptığı bu konuşmanın Venezüella televizyonunda da yayınlandığını, kongre delegelerinin sözkonusu konuşmayı yoğun biçimde alkışlayarak ve haykırışlar eşliğinde hararetle desteklediğini söylüyor.

Venezüella’da iktidar olan Sosyalist Parti’nin belli kademelerinde mevcut yabancı sızmalara rağmen, halkı temsil eden çoğunluğun “sosyal adalet”, aynı şekilde “Kumandan Carlos için adalet”in taraftarı olduğunu vurguluyor Carlos ve tekbir getirerek mûtad konuşmasını bitiriyor. Hemen peşinden Venezüella ile Türkiye’yi karşılaştırarak, tekrar Receb Tayyib Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde desteklenmesi meselesine sözü getiriyor.)

Erdoğan’ın desteklenmesi gerektiğinden söz ederken, kendisinin “ideolojik” olarak desteklenmesi gerektiğini söylemiyorum. Kendisiyle ideolojik olarak aynı fikirde de değilim zaten. Ancak bana sorarsanız, Erdoğan ve adamları, ülkelerini seviyor; ülkelerine ihanet etmiyor onlar.

Bu bakımdan, elbette Erdoğan’ın her politik pozisyonunu desteklemeksizin, Türkiye’nin yeniden bağımsızlığını kazanması mücadelesini desteklemek zorundayız. Kanaatim o ki, Kumandan Mirzabeyoğlu ve sizlerin de, hem bu çerçevede hem de ülkenin farklı politik mevzilere gelenekleşmiş bölünüşünü engellemekte oynayacağınız bir rol bulunmaktadır. 

Bir kişinin yüzde yüz sizinle aynı şekilde düşünmemesi, sizin ona karşı olmanızı gerektirmez. Belli meselelerde yüzde elliden fazla oranda sizinle aynı fikirde olan bir insanı desteklemelisiniz. Müstakbel devlet başkanı Tayyib Erdoğan döneminde, Sabetaycı olmayan tüm vatansever ilerici kemalistler dahil tüm hakiki vatanseverler, tüm hakiki Türkler –etnik anlamda değil, Türküyle Kürdüyle tüm vatandaşları kastediyorum-, aynı şekilde Ankara’daki tüm parlamenterler, herkes bir ve beraber olmalı; Büyük Türkiye’nin yeniden inşâsı için gerekli tarihî ve stratejik adımların atılmasını desteklemelidirler.  

Kumandan Mirzabeyoğlu’nu sımsıkı kucaklıyorum.

Selâmetle kalın.

2 Ağustos 2014

Baran Dergisi 395. Sayı...