Esselâmü aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor. Carlos, her zamanki gibi Cumartesi günü arayacak iken niçin bu kez Pazar günü aradığını izâh etme ihtiyacı duyuyor.)

Dün çok kızgındım. Dün öğleden sonra, telefon konuşmalarımı keserek, başka problemler çıkararak, beni sürekli rahatsız ediyordu gardiyan. Neyse, bu piçlere sabredeceğiz artık; sabır…

Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl; geri döndü mü?

(Av. Yılmaz, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun iyi olduğunu ve Bursa’dan İstanbul’a döndüğünü söylüyor.)

Artık İstanbul’a döndü demek; güzel, güzel…

Peki, bana soracağınız herhangi bir soru var mı?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, ancak şayet Carlos dilerse, Cumhurbaşkanı Tayyib Erdoğan’ın Fransa seyahati hakkında konuşabileceğini söylüyor.)

Tamamdır.

Önce şunu söyleyeceğim: 

Erdoğan, çok işbilir bir siyasetçi. Hernekadar benim güvenilir Türk gönüldaşlarımın birçoğu kendisine muhalif olsa bile, ki ben AK Parti’nin bir partizanı falan da değilim, ayrıca Erdoğan’ın aldığı bir takım tedbirlere ve bazı siyasî pozisyonlara şahsen karşı olmama rağmen, Gülen ve hempâsına yönelik hamlelerini dikkate alarak konuşmam gerekirse, Erdoğan’ın hükümetteki siyasî faaliyetlerinin bazı faydalı sonuçlar doğurduğunu ve bu bakımdan Erdoğan’ın nisbeten daha iyi olduğunu düşünüyorum. 

Diğer bir deyişle, Erdoğan’ın yaptığı herşeye taraftar olmasam bile, Türkiye içinde işlerin eskiye göre daha iyiye gittiğini söylüyorum. Burası âşikar. 

Şimdi cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın başbakanlığı devraldığı ilk günden bu yana, Türkiye’nin iç üretimi üçe katlandı meselâ.

Demek istediğim; Türkiye hiç de o kadar kötüye gitmiyor.

Aynı şekilde, bu süreçte birçok siyasî mahpus da serbest bırakıldı. Ki, daha önce de belirttiğim gibi, artık kanundışı faaliyetlere karışmayacaklarına ve Türkiye’nin sosyal, siyasî, iktisadî, dinî tüm alanlarda çok daha iyi bir politika takib etmesine yardım edeceklerine dair bir anlaşma imzaladıkları takdirde, kalan tüm siyasî mahpuslar da serbest bırakılmalıdır bence.

(Carlos, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa seyahatine temas etmeden evvel, bu bahse bir giriş kabilinden, Fransa, Fransız siyaseti ve siyasetçileri hakkında daha önce BARAN için tafsilâtıyla anlattığı bazı hususları özetliyor.)

Böyle bir girişi şunları söylemek için yaptım:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, hernekadar Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunun oyunu alarak demokratik biçimde seçilmiş olsa da, Fransa’nın sosyalist liberal hükümetiyle “ideolojik bakımdan” bir yakınlığı yoktur ve Türk dostlarım benden daha iyi bilir ancak Türkiye’nin İslâmcı hükümeti ideolojik anlamda daha çok Müslüman Kardeşler’e yakındır.

Kısacası, Fransa ve Türkiye’nin rejimleri arasında ideolojik ve politik anlamda bir ortaklık yoktur.

Diğer yandan; Sarkozy’den de hatırlayacağınız gibi, Fransa’daki “sağ”, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesine oldum olası karşı çıkmıştır.

(Carlos, Türkiye’nin AB’ye girmesine, ülkenin ekonomik bağımsızlığını yitireceği gerekçesiyle kendisinin de bizzat karşı olduğunu vurguluyor.)

Bu bakımdan, Erdoğan’ın şimdiki Fransa seyahatinin, AB bünyesinde önemli bir ağırlığı olan Fransa’nın bu konudaki desteğini alma arayışı olabileceğini düşünüyorum. 

Üzücü bir hâdise olarak daima Türkiye’nin karşısında bir tavır takınan ve hattâ Türkiye’yle savaşan Yunanistan’ın -mevcud ekonomik ve malî problemleri dolayısıyla-, Türkiye’nin AB’ye kabulü istikametinde Almanya ve Fransa’nın alacağı bir karara itiraz edebilecek bir gücü bulunmuyor zaten.

(Carlos, Almanya’daki büyük Türk nüfusun da Türkiye’nin AB’ye kabulünde belli bir rol oynayabileceğini ekliyor.)

Öte yandan, “Ermeni meselesi” de, ister sol isterse sağ görüşlü olsun, hemen tüm Fransız halkı için çok belirleyici bir önem taşır Fransa’da.

(Carlos, Ermenilerin I. Dünya Savaşı döneminde katledilmesi çerçevesinde daha önce yaptığı bir takım değerlendirmeleri özetliyor.)

Sanıyorum, Erdoğan’ın seyahatinin, bizzat Osmanlı sultanı ve altındaki hükümeti tarafından bile tanınmış, üstelik idam dahil bazı cezalar verilmiş bu Ermeni katliamını tanımaya yönelik ve bu şekilde de Fransa’nın desteğini almaya; özellikle, müzmin Türkiye muhalifi Fransız sağıyla şimdiki sol hükümeti bu çerçevede ayırmaya dair bir yönü var.

(Carlos, güya yahudilikten hıristiyanlığa dönmüş Fransa başbakanı Manuel Valls’e de temas ediyor ve Valls hakkında daha önce anlattıklarını özetliyor, onun “siyonist” niteliğine dikkat çekiyor.)

Manuel Valls’in İsrail yanlısı icraatleri bakımından, bu seyahat vesilesiyle Türkiye’yi bir oyuna çekmek ve siyonist olmadığı açık Erdoğan’ı da buna dahil etmek istemiş olabilirler. Çünkü İsrail, AB ve NATO, sonuçta birliktedir. Türkiye de bir “NATO ülkesi”dir. Şu hâlde, korkarım, bu da mümkündür. Ancak buna direniyor da olabilir ki, inşallah öyledir.

Tekrar ifâde etmem gerekirse; Erdoğan, Türkiye için iyi şeyler yaptı. Bu bir gerçek. Ne var ki, bu yeterli değildir ve daha fazlasını yapmasını gerekir.

Kobani meselesine gelince…

Bu çerçevede yaşananlar tam bir saçmalık. Erdoğan, Kobani’nin savunması için sadece 200 peşmergeye izin veriyor ki, bu, absürd bir durumdur. 1000 kişi bile fazla şey değiştirmeyebilir belki ama en azından bir şey ifâde eder. Hâlbuki 200 kişiden ibaret bir destek, yalnızca bir şaka niteliğindedir.

Daha önce de söylediğim gibi, Kürtlere sempatim ortadadır ve millî hakları da tanınmalıdır. “Devlet hakları”nı kasdetmiyorum, küçük bir cumhuriyet temin etmek için tam beş devleti bölmek öyle kolay değil bugün. Üstelik Kürtler, herbirinin aynı özellikleri taşıdığı tek bir aşiretten ibaret de değil. Birçok farklı aşiretten, dinden, mezhebten, görüşten ve lehçeden Kürtler mevcud o bölgede.

(Carlos, 1970’de İsrail’e karşı birlikte savaştığı Kürtlerin, hayatı boyunca bir muharebe sahasında gördüğü en cesur insanlar olduğunu hatırlatıyor.)

Kobani’de Kürtlere karşı savaşanlar arasında da yoldaşlarımız var. DAİŞ –Irak ve Şam İslâm Devleti- bünyesinde, İzzet İbrahim el-Durî liderliğindeki Nakşibendî Baasçı kardeşlerimiz de savaşıyor çünkü. İyi insanlardır bunlar. Arab vatanseverlerdir. Öyle “mış gibi” olmayan, sahici müslümanlardır. Haberlerde verildiği şekliyle, kadınlara falan tecavüz eden suçlular değildir onlar.

Mücahidlerin ise, bırakınız tecavüz etmeyi, kadınlara dokunduklarını bile sanmıyorum. 

Gerçi İslâmî olmasa da, o bölgenin kimi savaş gelenekleri arasında, yenilenlerin mallarını yağmalamak, mülklerine el koymak, hattâ kadınlarını almak gerçekten vardır. Ancak mücahidler arasında bunları yapanlar mevcudsa bile, bunlar sadece azınlıktadır.

Bu bakımdan, orada savaşanları üç grub olarak ayırmak gerekir: DAİŞ’in mücahidleri; Baasçı Nakşibendîler ve savaşçıların çoğunluğunu oluşturan Sünnî aşiretler. Ne var ki, bu grubların hepsi sağlam savaşçılar olmakla beraber, gerek dış dünyadan oraya gelen savaşçıları cezbetme düşüncesi, gerek aşiretler arası dengeler, gerekse bir takım malî mülâhazalar sebebiyle, kendilerini tek bir bünye içerisinde gösteriyorlar.

Öbür taraftan; Kürt kardeşlerime olan tüm hürmetime ve Kürt halkına duyduğum sevgiye rağmen, ABD’nin öncülük ettiği o kirli ve katil NATO suçluları tarafından, hattâ eminim Amerikan bayraklı İsrail uçakları tarafından -1991’de de yaptılar bunu!- desteklenmek, bunların yaptığı bombardımanlardan medet ummak, Kürt halkına şeref veren bir husus değildir.

Kuşkusuz, bir bölgede kuşatılmışsanız ve saldırı altındaysanız, herhangi bir yardım sizi memnun edecektir. Aslında bu hâdise de, dünyanın o bölgesinde işlerin ne kadar karmaşık olduğunu göstermektedir bize.

Her ne olursa olsun, netleştirilmesi gereken bir mesele sözkonusudur ve Erdoğan ile danışmanları buna çok dikkat etmelidirler: 

Şu ân o bölgede gerçekleşen herşey, müslümanların bölünmesine, mümkün olduğunca çok devlete bölünerek zayıflatılmasına hizmet etmektedir. 

Bu politika, Irak içindeki “direniş”e karşı savaşı artık askerî ve siyasî açıdan sürdüremediği için Irak’tan çıkmak zorunda kalan ABD’nin hayata geçirdiği bir fikirdir. Irak’ı olabildiğince çok sayıda küçük devlete bölme plânıdır bu.

Bitirirken, son olarak şunu söyleyeceğim: 

Şu ân Türkiye içinde o politik olarak savaştığı malûm münafıklar gibi olmayan bir müslüman olarak Erdoğan’ın gerçekleştirdiği bu son Fransa seyahati, inşallah, komşu Avrupa ülkelerine ve peşinden Arab ülkelerine yönelik, onların devlet başkanlarını ziyarete yönelik bir turun parçasıdır yalnızca. 

Ki, bu da iyi birşeydir ve bu vesileyle ticarî bir takım düzenlemeler yapılabilir. 

Ve yine bu seyahat, herkesle iyi ilişkiler kurup iktidara gelerek bir İslâm devleti tesis etmek isteyen Müslüman Kardeşler’in bu tarihî ve siyasî çizgisine ters başka bazı düzenlemeler yapmak için değildir inşallah.

Allah, Şam’ın, Doğunun, Anadolu’nun tüm halklarını korusun. 

Hepsinin barışa ve huzura kavuşmasını umalım. 

Sadece İslâmın değil, tüm dünya halklarının ortak düşmanı olan emperyalistlere ve siyonistlere karşı birleşip, omuz omuza -asıl bunun için- savaşalım.

Allahü Ekber.


(Carlos mûtad konuşmasını bitirdikten sonra, Av. Güven Yılmaz, Etyen Mahçupyan isimli Ermeni kökenli gazetecinin Başbakan Ahmed Davudoğlu’nun başdanışmanlığına getirildiği bilgisini veriyor; Carlos da, “bu çok ilginç ve iyi bir haber!” şeklinde mukabele ediyor; karşılıklı vedalaşmadan sonra telefon görüşmesi sona eriyor.)

Baran Dergisi 408. Sayısı