CIA’nın eski üst düzey yetkilisi ve Büyük Doğu Coğrafyası üzerine yürütülen politikalar konusunda fikir merciî olan Ortadoğu uzmanı Graham Fuller, geçtiğimiz günlerde BBC Türkçe’ye Türkiye özelinde Ortadoğu coğrafyası üzerine bir röportaj verdi. Bu röportajda Fuller’in Ak Parti ile Gülen Cemaati arasındaki kavgaya “ne şiş yansın, ne kebap” kabilinden yaklaşımı ABD’nin kaygısının Fuller’in şahsında ve sözlerinde mücessem bir hâl aldığını ortaya koyar nitelikte…

Bilindiği üzere Graham Fuller Soğuk Savaş döneminde “Yeşil Kuşak Projesi” kapsamında Sovyetlere karşı ABD tarafından İslâmcı hareketlerin ve mücahidlerin desteklenmesi fikrini ortaya koyan ve uygulamaya sokan CIA yetkilisi… Sovyetlerin yıkılması ile beraber cihad merkezli anlayışın bir İslâmî uyanışı tetiklemesi üzerine bunun önüne geçmek adına projeler üreten de yine CIA’nın Ortadoğu Şefi Graham Fuller… “Yeşil Kuşak Projesi”nin 10 küsur yıl gibi bir sürede ABD’nin elinde patlaması ve fayda yerine zarar tahvili mecraına doğru kıvrılması, ABD’nin politikalarının aslında çok sağlam projeksiyonlara dayalı ve çok uzun vadeli olmadığı gerçeğinin aynası… Üstad’ın “ahmak fil Amerika” tesbitinin yerindeliğini ortaya koyan bir durum…

Soğuk Savaş sonrasında İslâmcı mücadelenin yükselişi ABD’nin Ortadoğu politikaları açısından büyük bir tehlike arz etmeye başladığı demlerde, yine Graham Fuller’in fikirleri çerçevesinde hem sosyolojik hem de siyasî zaviyelerden bölgeyi yeniden dizayna yönelik bir proje için düğmeye basıldığı hatırımızda… Fuller röportajda bu minvalde sorulan soruyu şöyle cevaplıyor:

 “Soğuk Savaş döneminden bahsediyoruz. O zamanlar din ve ılımlı sosyalizm, kalıplaşmış komünist ideolojiyi zayıflatabilecek iki ideolojik güç olarak algılanıyordu. Hala doğru olduğunu düşünüyorum. Hem Hıristiyanlık'ın, hem de İslâm'ın, özellikle Doğu Avrupa'da, Sovyetler Birliği'nin komünist yönetimine karşı oluşan iç muhalefete verilen desteğe etkisi oldu. Ama geçmişe baktığımızda, Reagan'ın [Eski ABD Başkanı Ronald Reagan] Afganistan'daki mücahitlere verdiği desteğin olumlu olduğu kadar açıkça olumsuz tarafları da olduğunu görüyoruz. Sovyetler Birliği'ni Afganistan'dan çıkardı, ama diğer yandan da bugün, daha azılı cihatçı gruplar arasındaki zafer duygusunu ve güçlendikleri hissini kuvvetlendirdi.”

Bunun önüne geçmek adına oluşturulan iki ayaklı yeni projede ise Gülen Cemaati “Ilımlı İslâm” düşüncesinin sosyolojik olarak tatbikçisi, AK Parti ise siyasî ayağı idi… 

AK Parti Türkiye’si diğer Ortadoğu ülkelerine “rol-model” olarak sunulurken, Gülen Cemaatinin cihadı reddeden "yumuşak" yapısı ile beraber, ABD’ye arıza çıkarabilecek İslâmcı düşünceye mensup millî ve direnişçi insanların sivri yönleri kırılacak ve sisteme tam mânâsıyla entegre edilmeleri sağlanacaktı. Ama, Tayyip Erdoğan'ın, kendisine çizilen rotanın dışına çıkması ve her türlü müdahale ve manipülasyona rağmen bu tavrında da ısrarcı olması, kurulmak istenen denklemi çökertmiş gözüküyor. Allah'ın işi; direnişçi Müslümanların "sivri" yönlerini törpülemek için öne çıkarılan Başbakan, şu anda emperyalistleri ve siyonistleri en fazla rahatsız eden "sivri" adam oldu.

Fuller röportajında Fetullah Gülen’in ABD’de oturma izni alabilmesi için referans olduğunu vurgularken cemaati  “Çağdaş İslâmî düşüncenin en ılımlı ve en olumlu temsilcisi” olarak niteliyor. Diğer taraftan AK Parti’nin Ortadoğu politikasını da şu sözlerle destekliyor:

"Erdoğan, Davutoğlu ve Abdullah Gül'ün Türk dış politikasına getirdikleri değişikliklerin kalıcı değişiklikler olduğunu düşünüyorum. Türkiye artık hiçbir zaman yalnızca ABD'nin sadık müttefiki ya da Nato üyesi olarak tanımlandığı eski politikasına dönmeyecek. Artık küresel bir politikası var. Türkiye'nin Sünni mezhepsel bir devlet olmaktan kaçınması kesinlikle elzemdir. Türkiye mezhepçiliğin üstünde olmalıdır ve Sünnilerle, Şiilerle, Alevilerle, diğerleriyle ortak çalışmalıdır. Türk kültürü, toplumu ve tarihi bunu temsil ediyor. Bunun gelecek yıllarda Türkiye'nin en büyük gücü olacağını düşünüyorum."

Fuller’in “AKP ve Hizmet arasında olduğu söylenen 'çatışmanın' derin ve ciddi olduğunu da düşünmüyorum. Artık kişilikleriyle ilgili şahsi bir mesele. Genel olarak ortak görüşlere sahip olduklarına inanıyorum” gibi telkin yüklü cümleleri ABD’nin bir projesinin daha 10 küsür yıl sonra murada ermeden çöküyor olmasından ne denli kaygı duyduklarını ve ne Ak Parti’den ne de Gülen Cemaatinden bir kalemde vazgeçemediklerini açık ediyor. Bir projeleri daha göz göre göre ellerinden kayıp bataklığa gömülüyor.

Dünyanın her yerinde olduğu gibi doğrudan sosyolojik yapıyı hedef alan ve toplumsal mühendisliğe dayalı sunî projeler Büyük Doğu Coğrafyası’nda da tutmuyor. Bu da bize bir özlü sözümüzü hatırlayor, ne yapılırsa yapılsın “su akar, yatağını bulur!”


Baran Dergisi 389. Sayı...