Batılıların kurduğu bâtıl sistemlere karşı Arab dünyasının ayaklanışı, ard arda gelen Batılı müdahaleler ve bu müdahalelerin neticesinde hâsıl olan şiddet ve meydana gelen çözümsüzlük, günümüzde bir İslâm Birliği’ne ne kadar muhtaç vaziyette olduğumuzu gözümüzün önüne sermiyor, adeta gözümüze sokuyor. Geçtiğimiz haftalarda İslâm Birliği’nin kurulması için Anadolu’nun üstlenmesi gereken rolden ve bu birliğin siyâsî veçhesinden bahsetmiştik. Şimdi de İslâm Birliği’nin dağılmasına neden olan sebeplerden ve bu sebeblerin bugün nasıl ortadan kaldırılabileceğinden bahsedelim.

Açık bir dille ifâde etmek gerekirse, İran’ın temsilcisi olduğu Şiî, Mısır ve Arabistan’da yaygın olan Selefî-Vahhabî sapkınlığı İslâm Birliği’nin önündeki en önemli engeldir. Bu sapkın anlayışlara karşı sürdürülen mücadele girift olması dolayısıyla kâfirlerle yapılan mücadeleden daha çetindir.  

Şimdi kısaca İslâm Birliği karşısında engel teşkil eden Şiîlerden ve Vahhabilerden bahsedelim.

İslâm Birliği Karşısında Şiîlik

İslâm tarihine bakacak olursak, uzun vadeli ve geniş planlı İslâm birliklerinin tabiî olarak yalnızca Ehl-i Sünnet tarafından inşa edildiği ve sürdürüldüğünü görürüz. Selçuklu Devleti ve Devlet-i Aliyye, derinlik ve genişlik bakımından İslâm hâkimiyetinin misâlidir. Hem Selçuklu hem de Osmanlı Devleti Hristiyanlarla mücadele ederken, bir yandan da kendisinden görünen fakat hüküm noktasında Hristiyandan beter olan çeşitli oluşumlarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bunların başında da kökleri Yahudi İbn-i Sebe’ye dayanan Şiîlik gelmektedir. 

Bugün İran’ın şahsında devletleşmiş bulunan Şiîlik, sonu uçuruma çıkan ana yollardan birisidir. En önemli özellikleri de İslâm karşısında tek millet olan küfür ile tarih boyunca sürdürdükleri birliktelikleridir.

Allah Resûlü’nün “ümmetimin ihtilâfında rahmet vardır” hadis-i şerifinden zerre kadar nasibi olmayan bu zümre, İbn-i Sebe’nin o zaman ektiği fitne tohumlarının bugünkü mahsulü olarak karşımızdadır. 

İşi sahabenin büyüklerine dil uzatmaya kadar vardıran bu güruh hakkında Ehl-i Sünnet büyüklerinin hükümleri son derece açık ve nettir.

Geçmişte Şiîliğin güç kazanarak İslâm Birliğine musallat olduğu üç dönem öne çıkar. Bunlardan birincisi Şiîliğin bir kolu olan İsmailiyye’ye bağlı Fatimilerin neredeyse İslâm aleminin merkezine tamamen tasallut ettiği, aynı zamanda Şii Büveyhoğullarının İslâm aleminin kalbi olan Irak ve Batı İran'a sahip olduğu 10. ve 11. asırlar. Bu durumu ortadan kaldıran Selçuklular olmuştur. Haçlılara bırakın direnmeyi, onlarla işbirliği yapan Fatımîlerin ipini çeken de büyük kahraman Selahaddin Eyyubî olmuştur. İkinci dönem, Hasan Sabbah’ın Haşhaşîlerinin Haçlı ordularıyla bir olup Selçuklu Devleti’ne saldırdığı dönemdir. Bu taarruz Nizamülmülk’ün İmam-ı Gazâli’yi Nizamiye Medresesi’nin başına getirmesi ve Selçuklu'nun dirayetiyle akamete uğratılmıştır. Üçüncüsü ise Şiî olan Şah İsmail’in Devlet-i Aliye’nin Anadolu'da kurduğu İslâm Birliğine tasallut etmesi ve özellikle Türkmen köylülerin itikatlarına musallat olmasıdır. Bu taarruz ise Yavuz Sultan Selim tarafından lâyıkıyla bertaraf edilmiştir.

Bu Yahudi tıynetli fitnenin bir diğer hedefi de dönemin Hindistanlı Müslümanları olmuştur ki, İmam-ı Rabbanî tarafından tam mânâsıyla ellerindeki bütün argümanları çaresiz bırakılacak şekilde bertaraf edilmiştir.

Bu sapkınlık, musallat olacağı bir İslâm Birliği olmadığı için, bir birlik kurulamaması adına mücadelesini sürdürmektedir.

Bugünden Şia’ya bakacak olursak, bir İslâm Birliği olmadığı için direkt olarak hedef alacağı herhangi bir devlet yoktur. Hâl böyle olunca da bütün cehdini Ehl-i Sünnet merkezli bir İslâm Birliği’nin kurulmaması için sarf etmektedir. 

İslâm Birliği Karşısında Selefîye-Vahhabîlik 

Selefîye yahut Vahhabilik, sapkınlığını İbn-i Teymiyye’ye dayandıran sapık kollardan biri. İslâm’ın tüm zamana ve mekâna şamil din olduğunu anlamayan, anlamamak ısrarıyla din dairesinden çıkarak sapkınlaşan, kendi anlayışlarını yenilemek yerine pozitivist ve materyalist, dolayısıyla seküler bir yaklaşımla İslâm’ı yenileceğini iddia etmek gafletine kapılanların kendilerine taktıkları isimdir. Allah’a inandıkları iddiasında olmalarına rağmen imanın şartlarına inanmayarak kendilerini açık ederler. Hiç bir mezhebi kabul etmezler, kendilerini mezhep kuran imamların dengi görürler. Bugünden bakacak olursak Mısır, Suudî Arabistan ve Körfez ülkelerinin bazılarında yaygın olduklarını görürüz. Bir de Suudîlerin cihat bölgelerine gönderdikleri Vahhabiler vardır ki, dünyanın birçok bölgesinde küfür karşısındaki cihadın bozulmasının başlıca vesiledir. Çeçen cihadından örnek verecek olursak, Şehit Komutan Basayev Vahhabîler hakkında pek çok eleştiri getirdikten sonra şunu söylüyor:

- “Bizim öncelikle cehaletle mücadele etmemiz gerekli. Çünkü bütün sorunlar cehaletten kaynaklanıyor. Hazret-i Peygamberin bir hadisi var; İslam’ın üç düşmanı var. Birincisi militan bir ateist (bunun hakkında bir şey söylemedik, bu ateist bu savaşla gelen Ruslar). İkincisi, İslam’ın esaslarını doğru yorumlamayan alimler. İslam’ın üçüncü düşmanı ise, fanatik cahiller (Vahhabiler).”

Geçmişten bakacak olursak, Birinci Dünya Savaşı’ndan evvel Devlet-i Aliyye’nin kurduğu İslâm Birliğini bozmak adına İngiliz ve Fransız Masonlar tarafından İbn-i Teymiyye’ye dayanarak kurulmuş olan bir tezgâhtır bu sapkın anlayış... Bu senaryonun figüranları ise bugün birçok cahil Müslümanın onlardan saygıyla bahsettiği, Üstad Necib Fazıl’ınsa “palyaço” diye isimlendirdiği Cemaleddin Efganî  ve Muhammed Abduh’dur. Üstad Necib Fazıl’ın bu masonlarla alâkalı “Doğru Yolun Sapık Kolları” adlı eserinde yayınlamış olduğu vesika başka söze hacet bırakmayacak derecede açıktır:

- “Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh İngiliz ve Fransız masonları tarafından çizilen daireye dahil kılınmış ve İslâm monernistleri geçinen bu adamların elde edilmesiyle Batı Dünyası (politika-reliyöz: dini siyaset)lerinin teminini düşünmüştü.

Bu şartlar kelimesi kelimesine aslına uygun bir tercüme olarak şu kitabın 127. sahifesinden:

Les Francs – Maçon

Serge Hutin

Editions du Seuil

Bourges 1960

Son 20-30 yıldır malum cemaat gerçek bir İslâm Birliği’nin engellenmesi için Batılı Emperyalistler adına Ehl-i Sünnet’e saldırıyor ve Müslümanların itikadlarını zedelemeye çalışıyorsa, geçmiş zamanda da Abduh ve Afganî bu rolü üstlenmiştir. Bugünkü Cemaate bakarak, Müslüman geçinen bidat ehlinin hıyaneti rahatlıkla anlaşılabilir.

Neticede...

Hasan Sabbah’ın karşısında duran Nizamül Mülk ve İmam-ı Gazalî Hazretleri’den, Hindistan’da baş gösteren bidat tehlikesine karşı İslâm’ın anlayışını yenileyerek bütün sapık kolları tasfiye eden Bin yıl yenileyicisi İmam-ı Rabbanî Hazretleri'nden, İran Şahını savaş meydanından kovalarken korkusundan karısını bile unutmasına vesile olan Yavuz Sultan Selim’den, Vahhabîlere Arab diyarını dar eden Abdülhamid Hân’dan tüten ruhî mânâ bugün Büyük Doğu-İBDA’dan tütmektedir.

Emperyalistler, Devlet-i Aliyye’nin dağılmasından sonra Osmanlı’nın bâkiyesindeki Ehl-i Sünnet alimlerine karşı olmadık zulümler etmiş ve Ehl-i Sünnet anlayışını ortadan kaldırarak yerine sapkın anlayışların toplamından hâsıl olan yalnızca dünyevî bir din imâl etmek istemişlerdir. Bunun en net örneğini yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin İstiklâl Mahkemeleri’nde Ehl-i Sünnet alimlerine yaptığı muameleden görmek mümkündür. 

“İslâm yenilenmez, anlayış yenilenir” diyerek “İslâm’a Muhatab Anlayış” davasını örgüleştiren Büyük Doğu-İBDA, bugün İslâm Birliği’nin kurulmasının karşısında küfürle bizzat saf tutmuşlara ve icraatları ile kâfirlere hizmet edenlere karşı tek mihraktır. Bu vaziyeti dolayısıyla da Emperyalistlerin ve onların uşaklarının bir numaralı hedefi “İslâm’a Muhatab Anlayış” davasını örgüleştiren Kumandan Salih Mirzabeyoğlu'dur. Bizler küçük dünyalarımız ve dar ufuklarımız hasebiyle çeşitli meseleleri kendi idrakimiz çapında anlıyor olsak da, burada zannedildiğinden çok daha büyük bir mücadele verilmektedir ve zafer biiznillah bizim olacaktır.

Birkaç seferdir söylüyoruz, meşhur cahillerden bazıları da anlamadıkları hâlde lâf yetiştirmeye çalışıyorlar, bir kez daha söyleyelim: Beşinci hâkimiyet çığırının açılmasına ramak kalan bu demde, tek millet olan küfre kuyrukçuluk edenler varlık-yokluk derdine düşmüş vaziyettedirler. Hâliyle de yok olmak tehlikesiyle yüzleşen her canlı gibi alabildiğine vahşi ve çirkin bir şekilde davranmaktalar. Ne yazıktır ki bunlarında bir bedeli olduğunu ve hesap defterine bunların da eklendiğini unutuyorlar. 

İslâm Birliği’nin tesis edilmesinin ilk merhalesi bu sapkın anlayışların ve sahiplerinin tasfiye edilmesidir. Hep söylüyoruz, İslâm Âleminin tek bir ortak paydası vardır ve bu paydaya uzanan eller kırılıp atılacaktır. O payda Ehl_i Sünnet'tir.

İslâm Birliği mutlaka tesis edilecektir, kâfirler ve bidatçılar istemese de...

Baran Dergisi 408. Sayısı