Hayat hikâyenizi sizden dinleyebilir miyiz?

Ben Seyyid Fehim Hazretlerinin hem anneden hem babadan torunuyum. İsmim Mehmet Said Arvas. Annem ile babam amca çocukları idi. İkisinin de dedesi seyyid Fehim Hazretleridir. Seyid Fehim Hazretleri, Necip Fazıl Bey’in çok sevdiği şeyhi seyyid Abdulhâkim Arvasî Hazretlerinin şeyhi idi. Ben, 1942 Van doğumluyum. Lise mezunuyum. Medreselerde 10 sene tahsil yaptım. Arabî kitaplar okudum. Otuz sene imamlık yaptım. Van’da Diyanete bağlı. Oradan emekli oldum. Şimdi de İstanbul Yenibosna’da bu mescitte hizmetlerime devam ediyorum.

Necip Fazıl Kısakürek ile münasebetiniz?

Necip Fazıl Bey’i çocukluktan beri tanırız. Çünkü büyüklerimizi çok seven ve meşhur bir zat idi. Ve hizmetleri hadde-hesaba sığmayacak kadar büyüktü. Binlerce milyonlarca insanın hidayetine vesile olmuştur. Biz onu çok severdik. Gıyaben tanırdık fakat görüşememiştik. Van’a iki defa geldiler.   Birincisi konferans için teşrif ettiler. Büyük bir salon, emek sinema salonu tıklım tıklım doldu. Konferans alkışlarla dinlendi, sık sık alkışlarla kesiliyordu. Sahte Kahramanlar isimli konferans idi. Birisi şöyle soru yöneltti: “Efendim siz sahte kahramanlardan bahsettiniz ama Mustafa Kemal’den bahsetmediniz. O da sahte kahraman mıdır?” Tabiî, yasakçı bir dönem, herkes sukut etti. Üstad, cevap vereceğim, dedi. Biraz durdu ve “bu sualin cevabı sukuttur” dedi. “ahmağın cevabı sukuttur rivayeti var ya, ona binaen sukutla cevap verdi. Hiçbir zaman Üstad taviz vermedi. Sükut ederek “sahte kahramandır” dedi. Zaten bellidir etrafındakiler sahte olunca başlarındaki öyle olur. Ayrıca “ahmağın cevabı sukuttur” rivayetine de gönderme yaparak iki bakımdan  cevabı vermiş oldu. Üstad konferansında şunları da söyledi: “Kanunları biz patlatmayacağız ama şişirebileceğimiz kadar şişireceğiz. Kanunu tenkit etmek suç değil. Mesela şimdi bir kanun çıksa ve deseler ki herkes hayvanlar gibi dört ayakla yürüyecek. Mecburen yürünecek. Amma yürürken, “biz hayvan mıyız  biz insan olarak yaratıldık” deriz ve bu suç değil! Kanunu tenkit edeceğiz, şişirebileceğimiz kadar şişireceğiz ama patlatmayacağız.”

-Vakti gelince patlar.

-İnşallah. Zaten Üstad verdiği misalle devrin bütün kanunlarının insanı böyle bir derekeye düşürdüğünü ima ediyordu, hayvan misalinden kastı bu idi.

İkinci Van ziyareti?

İkinci gelişlerinde Arvas’a ve Nehriye gittik. Nehri’de biliyorsunuz seyyid Fehim’in şeyhi seyyid Taha var. Van’da benim evimde üç gün misafir oldu. Necip Fazıl Bey, Rapor 2’de gayet güzel anlatıyor. Orada benden de bahsediyor İstanbul’a geldiğimde Erenköy’deki köşkte bizi misafir etti. Bizleri çok sevdiğini söylüyordu. Biz de onu çok seviyorduk. Çok cesur bir insandı. Hiç taviz vermedi. Sizler onu okuyan ve takipçileri olarak daha iyi bilirsiniz.

-Estağfirullah!

İnsan ölünce amel defteri kapanır. Üç kişi hariç. Hadisi Şeriftir. Birincisi, Sadaka-i Cariye yani hayırlı bir eser bırakmak (Cami-kütüphane vs.). İkincisi, hayırlı bir evlat bırakmak, çünkü bir işe sebep olmak demek onu yapmaktır. Günahsa o günahı işlemiş gibi olur. Üçüncüsü, ilim ve talebe yetiştirmektir. Üstad hazretleri bunu en güzel şekilde ifa etti. Talebeler; var çok sevenleri var, çok kitapları var, hâlâ istifade ediyoruz. Ve her gün Üstadın sevap defteri artarak yazılıyor. Hizmetler devam ettiği müddetçe. Yani kabrinde ibadet ediyor. Bundan daha büyük rütbe ve makam olmaz.

-Necip Fazıl’ın baş öğrencisi mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, size de takdim ettiğim Baran Dergisinin 9 Temmuz 2014 tarihli nüshasında yayımlanan röportajında, “Necip Fazıl, bir milletin varoluş harcını yoğuran adam” diyor.

-Evet. Çok güzel ifade etmiş. Salih Mirzabeyoğlu kaç yıldır içeride?

-17 yıl oldu.

-Vicdansızlar. Hırsızlık mı yapmış, yol mu kesmiş, ne yapmış? Suçu nedir?

-Büyük Doğu davasını İBDA ile meydan yerine dikmek…

-Bunların mükafatını görür Salih Bey. İnşallah bütün günahları silinmiştir. Allah için çekilen bu çileler onda günah bırakmamıştır. O zaten kurtuldu bize de şefaat eder inşallah. Üstad da Salih Bey de. Allah için bütün Müslümanlardan şefaat bekliyoruz.

-Arvas köyünü ziyaretimde o loş, ahşap, tarihî kimliği kokan, feyz ve bereketle dolu küçücük bir mescidi var. Orada bir “kar küpü” vardı. Onun hikayesi nedir?

-O yağdır, aydınlatma için . Seyyid Fehim Hazretlerinin müridlerinden Van’lı Sofu Baba vardı. Van’ın yerlilerinden idi. İçki de kullanırmış. Sonra seyyid Fehim Hazretlerinin sohbetine katılmış ve aşığı olmuş. Bir kış günü 2400 metre rakımlı bir köy olan Arvasa ziyarete gitmiş. Köylerde lambalar yağla yanarmış, fitille. Sofu Baba o küpü yağ ile doldurmuş. Arvasa hediye götürmek için. Yolda tipiye yakalanıyor, çok sıkıntı çekiyor. Bir adam geliyor. Nereye gittiğini soruyor. “Sana yardım edeyim mi? Ben Hızır’ım” diyor. Sofu Baba şeyhine bağlılıkta seviyesini gösteren şu cevabı veriri: “Lüzum yok, beni şeyhim götürür.” Ve yoluna devam ediyor ve donmak üzere Arvasa varır. Seyyid Fehim Hazretleri ise etrafındakilere, “misafirimiz geliyor, çok üşümüş, sobayı yakın” diyor. Gelmiş, bakıyor Sofu Baba. Seyyid Fehim Hazretleri sormuş, “dağda sana yardım için teklifte bulunan kimdi biliyor musun? Ve Sofu Baba’dan, “evet biliyorum. Sizin himmetiniz bana kâfîdir” cevabını alır. Aslında Hızır Aleyhisselam müridliğini sınamış. İşte orada sizin gördüğünüz küp, o küptür. Hatıra olarak saklanır. İçinde yağ olan küp. Kardan ve tipiden geçen mânâsına, o yolculuk anısına “kar küpü” denmiş.

-Şeyhine bağlılığın derecesini görüyoruz.

-Aşk, şevk yüksek seviyelere çıkınca böyle olur. Muhabbet, sevgi yüksek derecelere çıkınca böyle olur. Mecnûn bir gün bir köpeğin ayağını öpüyor. Diyorlar ki, “sen insansın, bir köpeğin ayağını nasıl öpersin.” Mecnûn cevap veriyor: “Köpek zaman zaman Leyla’nın köyünde dolaşmıştı.”

-Necip Fazıl, şeyhi Abdülhâkim Arvasî Hazretleri için, “paylamalarına aşıktım!” diyor.

-(Ezberinden Necip Fazıl’ın mısralarını okur) “Erenler kervanı peşinizde ben / Üç ayakla seken topal köpeğim / Bastığın taşları tek tek öpeyim / Bir kırıntı yok mu kereminizden…” Çok bağlı idi Üstad. Aşk ve tevazu bu kadar olur. Üstad herkese boyun eğmezdi. Vakarlı idi, kibirli değil de vakarlı idi. Hiç kimseye boyun eğmedi, fakat Efendi Hazretlerine bu kadar bağlı idi ki, tarifi mümkün değil…

-Ramazanı Şerifin tam ortasındayız. Bugün Hicrî 15 Ramazan neler söylersiniz?

-Ramazanı Şerif… Bu sene çok buruk ve üzgün bir ay idrak ediyoruz. Bir tarafta rahmeti ilahiye sağnak sağnak yağıyor, bir taraftan Müslüman kardeşlerimiz zulme maruz kalıyor. Bu bizi çok üzüyor. Ramazanın bereketiyle kurtuluş liyakat nasip olur inşallah…

Eski ümmetlerin ömrü çok uzundu. Nuh aleyhisselam 950 sene Kavmini hidayete davet etti. 50 yaşında peygamber olduğu rivayet olunur. Tufandan sonra da 50 sene yaşadığı rivayet olunur. 1050 yaşında vefat etti. O zamanki insanlar çok uzun yaşardı. Peygamber Efendimiz bunu öğrenince ümmetinin amelleri az olacak diye çok üzüldü. Cenabı Hak yaratılmışların en şereflisi olan Resülünü müjdeledi. Bin aydan hayırlı Kadir Gecesini verdi. Ayetle sabit. Bin ay 83 sene ömür yapıyor. Bir Müslüman 10 Ramazan idrak ederse ve bunu değerlendirirse tabi, 830 sene ibadet etmiş gibi olur. Geçmiş ümmetlerden kat kat fazla ibadet etme imkanına kavuşur, ayrıca sünnetlere farz sevabı verilir. Ramazanda 70 kat sevap verilir. “Oruç benim içindir. Onun mükafatını da ben vereceğim” buyuruyor Allah. Oruca riyanın girmemesi, yalnız Rabbimizin bilmesi. Bizim ibadetlerimize en az on kat sevap veriyor, Ramazan ayında en az 70 kat. Halbuki hiç vermese de olur. Zaten bizi o yarattı o yaşatıyor. Bir göz organımızın karşılığını bile eda etmekten uzağız. Beş yüzsene ibadet eden bir kul amelleriyle cennete girmek istemiş ve Allahın rahmetini istememiş. Allah ise ona verdiği nimetlerin karşılığına ibadetlerin yetişemediğini göstermiş. Kul pişman olmuş. Amellerimiz değil Allah’ın rahmetidir bizi kurtaracak olan. Çünkü bütün ibadetlerimiz Allah’ın bir nimetini karşılamaya kâfi gelmez. Günahları ise bire bir yazarken, sevapları 1’e 10 yazıyor. Tevbe kapısı da açık… 

-Hadîsler ve Sahâbîlerin mânâsı yeterince anlaşılmıyor.

Sahabiler hakkında bütün Ümmeti Muhammed’in ittifakı var. Yeryüzüne bu kadar mübarek topluluk gelmemiştir. Peygamberler gelmiştir. Onların derecesi daha yüksektir, ama topluluk olarak, cemaat olarak böyle bir mübarek cemaat yeryüzünde görülmemiştir. Hepsi de Peygamber Aleyhisselatü Vesselâm’ın sevdikleridir, ashabıdır, arkadaşlarıdır. Sahabîleri çok sevmek lazım Onları Cenabı Hak seviyor, Habîbi seviyor, biz nasıl sevmeyiz? Onlar hakkında kötü söz nasıl söylenir? Mümkün değil. Cenabı Hak, rahmetinin birini dünyaya vermiş 99’unu kıyamete saklamış. O kadar çok insanlar affa uğrayacak ki öyle ki kafirler bile ümidlenecekler. Fakat bir zümre bu ümid içinde olmayacak, onlar affedilmeyeceklerini bilecekler. Kimlerdir onlar? Ashabı Kirama düşman olanlardı. En çirkin günah affa uğrayabilir ama sahabîlere sövenler hariç. Bir adamın Ashaba buğzu Allah Resûlüne buğzdur. Bir insan yakınlarıyla tanınır. Peygamberimizin ashabını kötülersen Peygamber Efendimizi kötülersin. Hadîsler onlarla gelmiştir, din onlarla yerleşmiştir. Sahabî’lerden sonraki nesil olan Tâbîinin büyüğü Hasan Basrî Hazretleri şöyle diyor: “Siz paranızı nasıl titizlikle harcıyorsanız, Ashab da vakitlerini sevap için öyle harcarlar idi.” Vahşi hazretleri bile en yüksek evliyanın derecesinden bile daha üstündür. Peygamber Efendimizin ashabıdır, bu yeterlidir.

-Hadîslere ehemmiyet vermeyen ve “bize Kur’an yeter!” diyenler hakkında neler diyeceksiniz?

-Bize yalnız Kur’an yeter diyen, çok ahmak insanlardır. Ya ahmaktır ya da dini bozmak ve ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Hadisleri kaldırırsanız Kur’an’ı Kerim’i de yavaş yavaş kaldırırsınız. O yola giriliyor. Merdiven basamak basamak çıkıyor. Önce icmayı kaldırıyorlar, Kıyası kaldırıyorlar, sonra Hadîsi kaldırıyorlar. Kur’an’ı Kerim’den zekatın nisabını nasıl tesbit edeceksin? Hadisler bize öğretiyor, gösteriyor. Kezâ namazın vakitleri, rekatları şekli hep Hadislerden öğreniliyor… Kur’an’ı Kerim kâfi gelse idi ayette “Allaha ve Resûle itaat edin” emri olmazdı. Demek ki Hadisler Kur’an’ın tamamlayıcısıdır. Resule itaat olmazsa Allaha’da itaat olmaz… Mesela gusül nasıl yapılır, gusülü gerektiren haller, abdestin şartları vs. hep hadislerde mevcut.

-Ramazan hakkında televizyonlarda konuşuluyor ama kalbiyle konuşan az. Son mülâkatında Salih Mirzabeyoğlu “varolma şevki kayboldu” diyordu. İman şevki, iman zevki kayboldu gibi geliyor bana. Ne diyorsunuz?

-Doğrudur. İbadetlerden de lezzet alamıyoruz. Şimdi biz hasta olduğumuz zaman yemeklerden lezzet alamıyoruz. En sevdiğimiz yemekler, meyveler bile acı geliyor. Manevî hastalığımızı nasıl tesbit ediyoruz? Bu halden anlıyoruz ki biz hastayız. İbadetlerden lezzet alamıyorsak bunu nasıl tesbit edeceğiz? Burada da bir hastalık var. Yoksa ibadetlerdeki lezzet dünyanın hiçbir zevku sefasında yoktur. Ama hasta olmayanlar için. Bunun mikropları nelerdir. Kibirdir, dünya düşkünlüğüdür, dünya hırsı, riyadır, ucup ve hasettir. Bunlar bir adamda varsa o adam hastadır, ibadetlerden lezzet alamaz.

-Üstadı özlüyoruz diyorlar ama şimdi yaşayan bir Üstad var, o yolun takipçisi Salih Mirzabeyoğlu var. Yaşanmaya değer hayat ve ibadetlerden lezzet almak için “fikir sistemi” kuruyor, cemiyet için, iman ve İslâm davası derdi taşıyor…

-Üstadın yolunu devam ettirenlere itibar etmek lazım, sevmek lazım çünkü insan onun sevdiklerini sevmezse sahte olur.

-Size verdiğim Salih Mirzabeyoğlu’nun Kültür Davamız adlı eseri için Necip Fazıl şöyle demişti: “Bu kitap, cumhuriyet sonraki kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli nefs murakebesi eseridir.”

-Maşallah, okuruz inşallah.

-Son olarak eklemek istediğiniz?

-Teşekkür ediyoruz. Başarılar diliyoruz. Cenabı Hak bizi de sizi de bu mübarek ayın bereketine ve kıyamette de şefaatine nail eylesin. Hizmetlerimizin artarak devam etmesini nasip etsin. Baran dergisine de başarılar dilerim.

-Biz teşekkür ederiz. 



Baran Dergisi 392. Sayı...