Esselâmü aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

Biraz yorgunum. Bugün konuşmamı bitiremezsem, yarın da devam edebiliriz.

(Av. Yılmaz, “elbette olur” diyor.)

Kendimi pek iyi hissetmiyorum; bu yüzden. 

(Av. Yılmaz, kendisi için mesele teşkil etmeyeceğini söylüyor.)

Yeri gelmişken; Başbakan Ahmed Davudoğlu’nun Ermeni kökenli başdanışmanı [Av. Yılmaz’ın bir önceki görüşmede Carlos’a bahsettiği gazeteci Etyen Mahçupyan] hakkında herhangi bir haber bulamadım Fransız basınında. Buradaki gazeteler, sadece Erdoğan’ın Fransa’ya gelişiyle ilgili, o da eleştirir tarzda bazı haberler verdiler; o kadar.

Başbakan Ahmed Davudoğlu gerçekten çok zeki bir adam ve diplomasiyi de çok iyi biliyor. Yeni başdanışmanı hakkında ise henüz hiçbir şey bilmiyorum. 

Yine de, o mevkide bir Ermeninin bulunması iyi bir şey. Neden olmasın?

Zaten Anadolu’da -Yunanlılardan sonra- en eski kavimdir Ermeniler. Binlerce yıl orada yaşadılar. Ne var ki, İngilizler tarafından kışkırtılan ve bunun da bedelini ödeyen Yunan liderlerin hataları yüzünden, fazla Ermeni kalmadı artık geride.

Evet, önce Yunanlılar, sonra da Ermeniler gelmiştir Anadolu’ya. Diğerleri ise azar azar gelmişlerdir ki, hattâ en son gelen de Türk nüfusudur. Yok, yok; Tatarlar gelmişti en son; Türklerden sonra gelmişti onlar.

Aynı şekilde, yahudiler de uzun zaman önce geldi Anadolu’ya. Tabiî, yine Yunanlılardan sonraydı gelişleri. Elbette, 15. yüzyılın sonunda gelen Sefarad yahudilerini kasdetmiyorum; daha önce yerleşmiş olan yahudilerden bahsediyorum. Sanıyorum, fazla da yahudi kalmadı artık Anadolu’da.

Her neyse; Türkiye çok ilginç bir ülke. Gerçek bir milliyetler, halklar mozaiği…

Atatürk, Türk kimliğini kurtarmak için bir çeşit baskı uygulamıştır. Ne var ki, Türk kimliği hiç de tehlikede değil bugün. Bundan dolayı, ister yüzyıllardır Anadolu’da yerleşik olsun, isterse uzun zaman önce Anadolu’ya göç etmiş olsun, diğer tüm halkların da kimliği tanınmak zorundadır artık.

Van Gölü’nün de bulunduğu Van şehrini biliyorsunuz. Türkler ve Kürtler yaşıyor şimdi orada. Oysa daha önce, yüzyıllar önce, çoğunlukla Ermeniler oluşturuyordu o şehrin nüfusunu. Fakat tek bir Ermeni bile kalmadı şu ân orada. Sadece turist olarak bazı Ermeniler, o da daha önce dedelerinin ninelerinin yaşadığı toprakları görebilmek için Van’a geliyor bazen. Çok üzücü bunlar; çok üzücü.

Bilvesile; Ermenistan ile Türkiye arasında bir yakınlaşma var bugün. İnşallah bir anlaşma yapmayı başarabilirler.

Zira; Türkiye’nin gerçekten objektif olarak başka problemleri var ve İsrail’den başka da düşmanı yok. Ne Aleviler, ne şunlar, ne bunlar. İsrailli siyonistlerdir Türkiye’nin birinci düşmanı. Diğer yandan, biliyorsunuz ki, Türkiye’de çok ama çok güçlüdür İsrailliler; son derece kemikleştirmişlerdir Türkiye’deki varlıklarını. Söylenecek çok şey var bu bahiste… Neyse…

Bana soracağınız herhangi bir şey var mı?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, ancak, şayet Carlos dilerse, İsrail’in Mescid-i Aksa’ya saldırısı hakkında konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)

Şu sıralar devam eden hâdiseleri söylüyorsunuz…

Kudüs, Mescid-i Aksa, Ağlama Duvarı, Süleyman Mabedi gibi konular hakkında, yıllar önce FHKC (Filistin Halk Kurtuluş Cebhesi) bünyesinde bir eğitim görmüştük; oradan biliyorum. Şöyle:

Mescid-i Aksa’dan önce, Büyük Kudüs Mabedi [Süleyman Mabedi] vardı orada; yahudilerin mabedi. Görünen o ki, yahudilerin mabedinden bile önce, Kudüs’te yaşayan ahâlinin de bir mabedi vardı orada. 

Diyeceğim o ki, binlerce yıldır mukaddes bir belde olagelmiştir Kudüs.

Zamanında Kudüs’ten sürülmüştü yahudiler ama müslümanlar değildi onları süren.

Peygamber Efendimizin oradan göğe yükselmesi bakımından da mukaddes bir beldedir Kudüs; o ândan itibaren, üçüncü mukaddes belde olmuştur müslümanlar için. Buna rağmen, müslümanların Kudüs’e hâkim olduğu dönemde, hiçbir zaman yahudilerin Ağlama Duvarı’nda o sembolik olarak yaptıkları dua ve ibadetlere engel olunmamıştır.

Orijinal mabedin çok uzun bir zaman önce tahrib edilmesinden sonra, [Ağlama Duvarı olarak bilinen ve Süleyman Mabedi’nin sağlam kalan tek parçası olarak takdim edilen] bugünkü duvar, yıkılan eski mabedin orijinal taşları kullanılarak Bizanslıların oraya diktiği “uydurulmuş” bir şeydir aslında.

Bu gözle bakıldığında, orijinal taşlar kullanıldığı için, binlerce yıl önceki mabedi ziyaret etmiş olduğunuzu söyleyebilirsiniz tabiî. Ancak bu duvar, [eski tapınağın sağlam kalan parçası değil] Bizanslıların imâlatıdır sonuçta.

Bu arada, yıllardır o bölgeyi kazıp araştırıyor İsrailliler ve günden güne daha fazla şey bulup keşfediyorlar. Çok ilginç şeyler tabiî; doğrudur.

Diğer yandan, [Haçlıların kurduğu] Kudüs Frank Krallığı’nı saymazsak, ki bu da yaklaşık 100 yıl sürmüştür, orada hüküm süren tüm rejimler, ibadet etmeleri için yahudilere izin vermiştir. Hem Romalılar, hem Bizanslılar, hem de Müslümanlar, hepsi, Kudüs’te ibadet izin vermişlerdir onlara. Müslümanlar, Kudüs’te Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahra’yı da inşâ etmiş, fakat yahudileri Ağlama Duvarı’na gitmekten menetmemiştir.

Dediğim gibi, sadece o fanatik Frank Krallığı döneminde engel olunmuştur yahudilere. “Tanrı adına hepsini öldürün!” sloganıyla (Carlos, bu sloganın Fransızcasını da söylüyor), sadece müslümanlar değil, ortodoks Arab hıristiyanlar da katledilmiştir Kudüs’te. Ne kadar korkunç bir şey; bu sloganla hıristiyanları bile katlediyorlar üstelik.

Sonuç olarak, birinin peşinden diğeri takib etmek üzere, tüm semavî dinlerin inananları için önemli bir belde olagelmiştir Kudüs ve bahsettiğim kısa dönem dışında, yahudilere de daima ibadet izni verilmiştir.

Şimdi ise, fanatik bir takım yahudi mezhebleri, “aşırı” olarak adlandırılan bazı silâhlı milisleri öne çıkartıyor ve günden güne daha da fazla toprak işgal edecek şekilde bunları Batı Şeria’ya doğru ilerletiyorlar. Filistinlilerin topraklarına el koyuyor bunlar; düpedüz hırsızlık yapıyorlar. Bunu da mevcut hiçbir hukuku takmayarak, kanundışı biçimde gerçekleştiriyorlar. İsrail’de bile gidip bir başkasının mülküne bu şekilde el koyamazsınız; kanunen yasaktır çünkü. Yine de göz yumuluyor bunlara. 

İşte bugün de Mescid-i Aksa’ya giriyor bunlar ve Mescid-i Aksa’yı işgal isteklerine yine göz yumuluyor.

Yaşanan bu saldırganlığın tek bir iyi tarafı var bence. Müslüman olduklarını iddia eden, varlık sebeblerini güya “İslâmı savunmak” olarak ilân eden, çoğu vahhabî aşırılığını temsil eden tüm o zengin krallıkların, prensliklerin, emirliklerin peçesini düşürmesidir bu iyi taraf. Haydi şimdi “Müslüman Arab”ın ne olduğunu göstersinler İsrail’e!..

Ne var ki, bu sun’i Arab devletlerini yaşatan da zaten, sadece Arablara değil, tüm müslümanlara, hattâ bölgedeki hıristiyan azınlıklara karşı siyonist hareketi destekleyen ABD ve diğer emperyalistlerdir.

Oysa, tüm bu Arab ülkelerinin İsrail’e karşı bir pozisyon aldığını görmemiz gerekiyordu şu ân.

Peki olan ne? 

Katar, İsrailliler için kendi başşehrinde ticaret ofisi açıyor ancak. Diğer her yerde de bu çizgide gidiyor işler. Yâni, İsrail’e karşı hiç kimse bir şey yapmıyor.

Bugün İsrail hâlâ mevcutsa, hainler onu desteklediği içindir. Siyonistler tabiî ki destekler İsrail’i; sonuçta kendi ideolojileri. Ne var ki, İsrail’i “hainler” destekleyip ayakta tutuyor bugün.

(Carlos, sözü Kudüs’teki Ermenilere getirmek üzere, Başbakan Ahmed Davudoğlu’nun Ermeni bir başdanışman tâyin etmesinin sembolik bir anlamı olduğunu söylüyor… Kudüs’te de bir ermeni patrikliği ve büyük bir ermeni semti bulunduğunu vurguluyor… Ortodoks, katolik veya Kıptî olarak Kudüs’teki Hıristiyanların bölünmüş durumda olduğunu ekliyor… Ermenilerin çok uzun zamandır orada yaşadığını, hattâ Kudüs’teki İslâm hâkimiyetinden bile önce, o bölgede bir Ermeni askerî işgalinin yaşandığını hatırlatıyor… Türkiye’nin yıllar sonra da olsa eski Anadolu Ermenilerinin tarihî haklarını tanıyıcı adımlar atmaya başladığını, bunun fırsatçılık değil, hakikat olmasını umduğunu söylüyor… Ancak diğer tarafta, Filistin’de, Kudüs’te, yüzlerce yıldır orada yaşayan Ermenilere mülk edinme hakkının bile tanınmadığını vurguluyor… Bunun çok önemli bir konu olduğunu belirtiyor…

İsraillilerin Kudüs’te nasıl başkalarının mülklerine el koyduğuna dair bir örnek vermek isteyen Carlos, kendisinin Kudüs’te hiç bulunmadığını da kaydederek, geçmişte tanıdığı ve Kudüs’te yaşayan ihtiyar bir müslüman kadından bahsediyor… Bu kadının oğullarının FHKC’nin gençlik teşkilâtında yer aldığını, zor şartlardan dolayı o bölgeden göçmek zorunda kalan insanların kendi evlerini o ihtiyar kadına teslim ettiğini, bazıları militan olduğu için Kudüs’e bir daha hiç dönemeyecek insanların evlerini kendi üzerine geçiren bu kadın öldükten sonra, İsrail’in tüm o evlere el koyduğunu söylüyor.) 

Dünya, yeryüzündeki bu en mukaddes beldede, tüm semavî dinlerin inananları için mukaddes bu bölgede olan bitenlere karşı, sapkın bir politik mezheb olan siyonizmin bütün bu yaptıklarına karşı, hiçbir şey söylemiyor. Bu sapkınlar ki, kendilerine bir nevi dinî koruma sağlaması için dindar maskesi takmalarına, dindar geçinmeye çalışmalarına rağmen, gerçekte birçoğu ateisttirler. Bu siyonistlerin yaptıkları, -ister insan elinden çıksın, ister Allahın indirdiği olsun- mevcut bütün kanunlara karşı; hiçbir hukukun kabul etmediği cinstendir. Ne var ki, böyle gelmiş, böyle de gidiyor.

Mescid-i Aksa, tehlikededir. Şu veya bu şekilde hep kendisine saldırılmaktadır. Çünkü, Mabed Dağı’ndaki diğer camiyle [Kubbetü’s-Sahra] birlikte, işgal edilmek ve yıkılmak istenmektedir. Peki Arab hükümetleri ne yapıyor buna karşı? Mutlak cevab şudur: Hiçbir şey!..

Yaptıkları bir şey var tabiî: Emperyalizmin uşakları olarak, saldırganlarla işbirliği yapmaya devam ediyorlar.

Niçin bir “ajan” olur insan? Hayatta kalmak için, ailesini korumak için, iaşe ve koruma sağlamak için, falan. Hâlbuki bu güya müslüman hükümetler, -bırakınız siyonistlere karşı çıkmayı- siyonistlerin tüm bu saldırganlığını ve siyonistleri o yere getiren emperyalistleri finanse ediyor, sürekli onlara ödeme yapıyorlar.

Daha önce de dile getirmiş olabilirim. 1967 Arab-İsrail Savaşı’ndan sonra, 1968’de olsa gerek, şöyle bir hâdise cereyan etti:

Ürdün’ün güneyinde, Suudî Arabistan sınırı civarında, İngiliz yapımı roketlerle teçhiz edilmiş bir hava savunma birimi vardı. Suudî Arabistan ordusuna âit bir birimdi bu. İsrail uçakları o bölgeden geçerken Suudî Arabistan hava sahasını da ihlâl edince, oradaki Suudî askerî yetkililer İsrail uçağını hedef alıp düşürdü. İsrailliler çok ama çok kızdı buna ve bombalamakla tehdit ettiler Suudî Arabistan’ı. O zaman bugünkü kadar zengin değildi Suudîler. Buna rağmen, şimdikinden on kat daha değerli bir meblağ olarak, 600 milyon dolar ödemeyi teklif ettiler İsrail’e. Gerçekten ödediler de! Bir bankaya yatırdılar.

Haydi anlayabiliriz, o zaman korkudan yaptılar bunu. Peki ya şimdi?..

Şu veya bu yolla İsrail’i desteklemeye devam ediyorlar. Çünkü biliyorlar ki, eğer İsrail rejimi yıkılırsa, Arab ülkelerini yöneten bütün bu münafıkların hepsi de yıkılıp gidecektir. An’anevî milliyetçi vatansever hükümetlere yönelik İsrail tehdididir bütün o münafıkları hâlâ yerinde tutan. Bu yüzdendir ki, bugün bir “İslâm Devleti” kurmaya çalışan ve bu şekilde İsrail’e kafa tutmaya hazırlanan müslümanları gidip bombalıyor Suudî Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arab Emirlikleri ve Ürdün.

(Carlos, Suriye’yle ilgili pozisyonunu yeniden hatırlatma ihtiyacı duyuyor ve Suriye’deki dinî veya etnik tüm azınlıkların haklarını alabilecekleri, Beşşar Esad ve Aleviler de dahil olmak üzere tüm tarafların üzerinde ittifak edeceği “şiddetsiz ve savaşsız” ortak bir çözüm bulunmadığı müddetçe, kendisine ne kadar saldırılırsa saldırılsın, Baas rejiminin ayakta kalmaya devam edeceğini söylüyor.

Diğer yandan, DAİŞ mücahidlerinin de 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması’nın sun’i sınırlarını hükümsüz kılacak şekilde bir “İslâm Devleti” kurmaya çalıştıklarını; fakat bölgenin “müslüman”, “Arab”, “Hanbelî” hükümetlerinin, buna karşı Amerikalılarla birlikte çalıştıklarını vurguluyor. 

İdeolojik bakımdan Müslüman Kardeşler çizgisinde gördüğü Türkiye’deki hükümetin bir Ermeniyi başdanışman yapmasını iyiye işaret ve güzel bir açılım olarak değerlendiren Carlos, Ak Parti’nin Müslüman Kardeşler ideolojisini paylaşan diğerlerinin düştüğü hatalara düşmemesini ümid ettiğini söylüyor; bu çerçevede Suriye Müslüman Kardeşler teşkilâtını örnek gösteriyor, bir kısmının Suriye rejimine karşı savaştığını, bir kısmının “İslâm Devleti” safına geçtiğini, diğer bir kısmının ise “İslâm devleti”ne karşı savaştığını belirtiyor.)

Tam bir karmaşa hüküm sürüyor bölgede ve burada olanlar da yalnızca tüm insanlığın, Arabların, müslümanların, hıristiyanların, hattâ başka kimseyi rahatsız etmeyen ve binlerce yıl olduğu gibi huzur içinde yaşamak isteyen gerçek yahudilerin düşmanlarına hizmet ediyor.

Allahü Ekber.


(Carlos mûtad konuşmasını bitirdikten sonra, Av. Güven Yılmaz’a, tam o gün BARAN’ın yeni sayısının geldiğini, dergideki bir makalede ortak dostları olan bir imzayı gördüğünü, bu cömert gazeteci dostunun yeniden BARAN’a dönmüş olmasını görmekten dolayı çok mutlu olduğunu, kendisine çok selâm söylediğini ve hep düşündüğü kişiler arasında onun da olduğunu söylüyor. Karşılıklı vedalaşmadan sonra, telefon görüşmesi sona eriyor.)


Baran Dergisi 409. Sayısı