Türk Edebiyatında mevzuusu ile otorite kabul edilen Nihat Sami Banarlı’nın onlarca eserinden birisi var ki tüm Edebiyatseverlere şiddetle tavsiye edeceğimiz tarzdan. Eserin ismi “Edebiyat sohbetleri”…

Eserdeki çarpıcı tespitler ve gerçekçi hükümler zihin dünyamızda geniş ufuklar açması bakımından son derece öneme haizdir.

Bilindiği üzere Tanzimat’ın ilanı ile Türk Münevver kadrosu derin bir aşağılık duygusunun mahzenlerine kapılmış, gelişen hayatın aksiyon tarafını kaybederek, hayatın şubelerini izahat edemez hale gelmiştir.  Bu anlaşılamayan hususlardan birisi de sanat anlayışımızdır. Tanzimat’ın ilk kuşağına Sanat Nedir? Diye sorsanız “Sanat Toplum içindir” cevabını verecek, ikinci kuşak ise bu görüşten ayrılarak Sanat mefhumunu “sanat sanat içindir” şeklinde tarife yeltenecekti… Bu tanımları yapanlar bile acziyetlerini biliyor, büyük “oluş” sırrını kavrayamamanın ruhi ıstırabını çekiyorlardı.

1919 Efendi Hazretlerinin tavrı ile başlayan Büyük Doğu davası,  Üstad Necip Fazıl’ın bu davanın birer birer şubelerini eşya ve hadiseye uyarlaması ile kemâlata ulaşmasıyla beraber üstadın Sanat’ı alakadar eden şu tespitleri Tanzimat ile beraber başlayan menfi teşekkülleri ters yüz etmesi bakımından son derece öneme sahiptir. Üstad, Sanat’ı Mutlak hakikati bulabilmenin işidir. Sanat ve sanatkârı ulvileştiren bu beyan, Üstadın çağında yaşayan birçok ismi de tabir-i caizse çarpmıştır. Bu çarpılanlardan birisi de Nihat Sami Banarlı’dır. Nihat Sami her gece Üstadı dinleyen ve okuyan okudukça gözyaşlarını tutamayan bir edebiyat muallimidir. Bu bakımdan “EDEBİYAT SOHBETLERİ” ismini verdiği eserinde “ALLAHSIZ SANAT” başlığıyla manalandırdığı yazısında şu çarpıcı sözleri söylemektedir. Önemine binaen iktibas yapıyoruz ve Büyük doğudan ne denli etkilendiğini gözler önüne seriyoruz;

Şu satırlara dikkat:

Allah’sız san’at, ışıksız lâmba gibi, her türlü şevkten mahrum ve nursuz bir san’attır. Çünkü san’at îmanla ezelden kaynaşmış, hattâ îmandan doğmuş bir insan mârifetidir.

Meselâ şiir, mûsikî ve raks, çok iyi bilinir ki, başlangıçta hep bir arada ve dînî törenlerden doğmuştur. Gönülleri büyük Yaratıcı’nın aşkı, ilhâmı ve hayranlığıyle dolu ilk îman adamları, çevrelerindeki insanlara içlerinin heyecânını önce şiirle, mûsikî ile hattâ raksla söylemişlerdi. İlhâmını ve heyecânını îmandan almış doğu ve batı eserlerini sâdece isim olarak saymak nice kitaplar doldurur. Batı edebiyâtında bütün klâsiklerin hattâ romantiklerin ve daha nice tâkipçilerinin eserlerinde, bazan çok açık îmanlı bir san’at ışığı yanar.

Allah’ı sevdikleri kadınların vücut güzelliğinde yere inmiş sandıkları için ille heykeltraşlar, yaptıkları Venüs ve benzeri ilâh heykelleri ile mermere sâde can değil, aynı zamanda îman işlemişlerdi.

Chateaubriand’ın Atala ve Rene romanlarını da ihtivâ eden bir eser Hristiyanlığın dehâsını belirtmek maksadıyle yazılmıştır. Tolstoy ve Dostoyevski, romanlar boyunca Allah’ı arayan, Allah’la bir arada olan Rus muharrirleridir. Yaratılışta Tanrı’ya benzeyebilmek için ne içinde ne de dışında bir Tanrı göremeyen yeni san’atın hüsrânı çok büyüktür. O kadar ki XX. Asrın san’atının Allah’a değil, san’ata da îmanı yoktur. San’attan insan’a ve insandan san’ata aksederek insanların kılıklarını, kıyâfetlerini, sözlerini ve hareketlerini kaplayan çirkinlik, zevksizlik hattâ iğrençlik gösterileri, bütün bu nursuzluklar, galibâ o en büyük nûr’dan mahrûmiyetin bir ifâdesidir.

Çünkü san’at da kan gibidir. Bir atalar mîrâsıdır. Doğuşunda Allah ve îman varsa, devâmında da Allah ve îman bulunabildiği ölçüde san’attır. [1]

Bu vesile ile onlarca münevver yetiştiren Büyük Doğu Mimarını rahmetle yad ediyor değerli okuyucuyu Allaha emanet ederek sözlerimi burada noktalıyorum

 

DİPNOTLAR:

1-                      Nihad Sâmi BANARLI, Edebiyat Sohbetleri, 5. Baskı, s. 300-304.

Baran Dergisi 355. Sayı