Şüphesiz 15 Temmuz halk ihtilâlimiz üzerimizdeki ölü toprağını atmamıza vesile oldu. Tüm dünyaya Müslüman Anadolu’nun ölmediğini ve nihai hesaplaşmayı beklediğini gösterdi. Sadece ferdî, içtimaî, siyasî vb. sahalarda değil, farklı sahalarda da –özellikle ruhî sahada- birçok şeyin farklı olduğunu gösterdi. Şüphesiz bu sahalardan biri de teknoloji-makine sahası hakkında oluşmuş bulunan “tabu”nun yıkılmasıydı. İmânın-inancın karşısında teknolojinin veya “yapma varlık”ın hiçbir varyasyonunun duramayacağını cümle âleme gösterdi. Her şeyden önce, en iptidaî bir anlayışla bile farkedilebilecek şu hususu bu Fetöcü ahmaklar farkedemedi herhalde: Silahın kurşunu, tankın topu, helikopterin bombası biter de, Müslüman Anadolu’nun kollektif şuuraltını oluşturan İmân-inancın yakıtı ve kurşunu hiç bitmez ve daha da artar. Arttı da! Hiç tarih de mi okumadılar? Hoş farz-ı muhal kurşun ve topları sonsuz olsa da fayda etmezdi! Çünkü Allah’ın “Allah nurunu tamamlayacak. Kafirler istemesede!” şeklinde vaadi var!

Bu vaadin bir nişanesi olmak adına kurşunların önüne “pervasızca” dikilen Müslüman Anadolu evlatları, evden çıkarken –sanki şehadeti hissediyormuşçasına- eşiyle helâlleşerek çıkan İbda eri Haliller İmân-inancın önünde hiçbir şeyin duramayacağının ispatıydılar. Yine onlar Batı adamının “makine” denen eserine esaretten doğan acziyetini göstermiş ve sadece makineyi değil, her şeyi kendisine nispetle anlamlandırabileceği “ruhî müeyyide”yi modern zamanlarda eşi benzeri görülmemiş bir şekilde Büyük Doğu-İbda imzasıyla göstermiştir. Alexander Dugin’in Abdülhâkim Arvasi Hazretlerinin kabrini ziyareti bunun bir göstergesi olsa gerek. Tüm bu anlattıklarımızdan ve tablosunu çizmeye çalıştığımız gururlardan şöyle bir mânâ doğmasın: İş sade İmân-inançta, eşyaya ve ona hâkimiyete gerek yok! Bilakis biz, “eşya/madde”nin bu inancın emrinde, onunla ahenk içinde, insanın “halifelik” vasfını yerine getirecek şekilde sonuna kadar verimlendirilmesi iddiasındayız! Ancak böyle olduğunda o “eşya” Ebu Dücane Hazretlerinin elindeki kılıç misali bereketlenecektir. Biz bu ulvi davamızı insan ve toplum meselelerine hâkim kılmak adına tankın, kurşunların, alçak uçuşların sindiremediği yürüyüşümüzü, “gül bahçesine girercesine” sürdüren Anadoluyuz! Kimse Sahabenin üstünlüğünü tam anlamıyla idrak edemez; o büyük kadrodan en ufak manevî bir pay dahi, bir halkı korkusuzca tankın önüne yatırmaya yeter de artar bile! Ne bir taktiğimiz ne de bir stratejimiz vardı. Ama “pervasızca” şahlanarak “Allahın bizden yana” olduğunu zaferimizle tahkik ettik. “Tahkik” dedik çünkü biz adımlarımızı bu yolda sabit kıldığımız müddetçe, “perde kalksa yakînim artmaz!” hesabı, Allahın bizle olduğunu, büyüklerimizin nakşettiği “şehitlik şuuru”yla biliyorduk.

Hasmını tanıyan “göz” bu sebebten üzerimize makine keşifleriyle direkt gelmek yerine asimetrik bir savaş taktiğiyle gelmekte! Ki bu durum, Batı adamının buhranından doğan çaresizliğinin bir göstergesidir. Yine bu durum Batı adamının makineye esaretinin bir göstergesi… Çünkü Batı adamı yalnız makine ve teknoloji “oyuncak”larıyla olamayacağını görmüş, tek güvendiği şeyin yetersizliğini idrak ederek daha da çaresizleşmiştir. Yapmış olduğu Sanayi Devrimleri sonrası köleleştirdiği ve ruhunu tarumar ettiği insanlığın ve insanlık haysiyetinin birgün kendisinin yakasına yapışacağını farketmiştir. Tekniğin varlığı tahrip etmek için değil, ruhî bir faaliyet olarak kavramak için meydana getirilen bir yapma varlık olduğunu hesaplaşmamızda görmüştür herhalde! Bugün dünyanın bir inkılâb beklediğini ve bu inkılâbın kaidesinin Anadolu olduğunu farketmiştir. Yine bugün dost düşman herkes Anadoluyu asli kimliğine kavuşturacak olanın Büyük Doğu-İbda olduğunu farketmiştir. Bu heyecana, bu aksiyona ve bu imâna tercüman olabilmenin mihrakında Büyük Doğu-İbda’nın olduğu aşikâr… Olan biteni –meydanlarda bizzat şehit olduğumuz üzere- “Millet Demokrasisine sahip çıktı!” gibi saçma klişelerle değil de, hakikatiyle mânâlandıran Büyük doğu-İbdadır.

Tüm bu hadiseler ister istemez milli teknoloji ve milli savunma sanayii meselesini hatırlatıyor. Bir ülkeye giren teknolojinin kendisiyle birlikte kültürünü getirdiği meselesi malûm. Şüphesiz bu kültür emperyalizminin etkisini ilk ve en ağır hissettireceği kişiler bu teknolojiyle normal bir vatandaşa nispetle daha içli dışlı olanlardır. Ülkemiz sanayi ve teknolojisinin Batı menşeili olduğunu hesaba katarsak, millî olmayan bu teknoloji harikaları(!) kuyrukçuların kuyrukçulaşmasını daha da kolaylaştırır ve bu kuyrukçu yarın gelir efendilerinin emrine canı gönülden itaat ederek kendi insanına ateş açmayı dahi göze alır. Nitekim Enver Paşayı Almanların yanında Birinci Dünya Savaşına girme fikrini kabul ettiren en mühim etkenlerden biri de Almanların askeri teknolojilerine olan hayranlığıydı. Almanların bu makinelere sahipken hiçbir şekilde yenilmeyeceğine inanıyordu. O yüzden yerli ve millî askerî teknolojiler seri bir şekilde geliştirilmeli ve bu alanda Batıya duyulan muhtaçlık tez zamanda giderilmelidir. Bu günlerde bu yönde çalışmalar olduğunu görmek memnun edici olmakla birlikte bunun ilk şartının yerli ve millî bir dünya görüşüne sahip olmak olduğu unutulmamalıdır.

“Zamanı gelmiş bir fikri engelleyebilecek hiçbir güç yoktur!” der İbda Mimarı… 15 Temmuz günü Anadolu olarak bunu ispatladık. Fakat bu ispatımız, tıpkı Milli Mücadelede olduğu gibi, şuurlu bir şekilde değil de, insiyaki olarak tezahür etti. O gün gösterdiğimiz mücadele şuurlu değil de, insiyakî olduğu için maddemizi kurtardık ama mânâmızı kurtaramadık. Bugün Anadolu olarak bize düşen insiyakî olarak yapmış olduğumuz bu ihtilâlimizi “şuur”laştırarak inkılapla taçlandırmaktır. Ve bugün bunun şuurlaşmış hali Büyük Doğu-İbdadır.

Baran Dergisi 506. Sayı