Bir asır arayla, Yavuz Sultan Selim Han tarafından madde ve ardından İmam-ı Rabbanî Hazretleri tarafından mânâ planında beli kırılan Şiîlik, 5 asır sonra, yâni 15. İslâm asrında bir kez daha, bu sefer Fars asabiyesinin büründüğü kisve olarak yeniden hortladı.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’ı işgâli esnasında ve sonrasında Iraklı Arab Şiîlerle beraber hareket etmesi, İran’ın bölgeye yönelik iştahını kabartan önemli bir gelişme olmuştu. Amerika’nın Irak’ı işgâli ardından burada bir türlü nizâmı tesis edememesi ve kaotik ortamın, IŞİD isimli her isteyenin istediğini yapmak üzere kendi lehine kullanabileceği bir aparatı vücuda getirmesi ise Irak ve Suriye denklemini değiştiren önemli faktörlerden olmuştu. 

Batı’nın El-Kaide tecrübesi henüz tazeliğini korurken, Irak’ta ortaya çıkan ve hemen ardından iç savaş dolayısıyla zeminin müsait olması sayesinde Suriye’de de örgütlenen IŞİD, Batılı ülke vatandaşlarının da gönüllü olarak bu örgüte katılması ile beraber zihinlerin korku manivelasıyla kanırtılmasının ve ardından da tasmalanmasının vesilesi olmuştu.

Suriye ve Irak’ta dolaşan bir canavar vardı artık ve bu canavara karşı savaşmaya cüret eden herkes meşruydu... 

Siyasî dehasıyla ön plana çıkan, sinsiliğiyle meşhur İran böylesi bir fırsatı kaçıramazdı ve kaçırmadı da. Öncelikle Irak’a yöneldi ve gönderdiği Haşd-i Şâbi milisleri ile IŞİD’e karşı savaşıyorum adı altında bölgede ne kadar Ehl-i Sünnet Müslüman varsa hepsine birden savaş açtı. Irak’ın güneyinden Musul’a dek Müslümanların yaşadığı şehir ve kasabalarda sergilemediği vahşet ve rezalet kalmadı. Tabiî tüm bunları biraz evvel ifâde ettiğimiz gibi “IŞİD ile mücadele” kapsamında, Batı tarafından “sevgi pıtırcığı” olarak görüldüğü bir konjonktürde gerçekleştirdi. Senelerin “şeytan İran”ı, sergilediği bu mücadele dolayısıyla Batı’dan da yoğun bir iltifat gördü. Obama döneminde nükleer silahsızlanma karşılığında Amerika ve Avrupa ile yaptıkları anlaşmaları hatırlarsınız…

Evet, İran Irak’ta Müslümanlara karşı büyük bir savaş verdi; fakat asıl gayesini henüz gerçekleştirmiş değildi. Irak’ta öyle veya böyle bir devlet, Arab Şiî kabileler vardı; ve Irak’ın kavim asabiyesi İran’ın Irak’ta istediği her adımı atmasına müsaade etmiyordu.

Suriye’de ise iç savaşın IŞİD’in de dâhil olmasıyla hararetlenerek sürüyor olması ve Beşar Esad’ın kendi başına bırakılsa ayakta duramayacak hâli, İran’ın Irak’taki provayı gerçeğe dönüştürme hayalini körükledi.

Tabiî ki İran bu fırsatı da kaçırmadı ve kendi ülkesi başta olmak üzere, Afganistan ve çevresinden toplayabileceği ne kadar Şiî varsa bunları sistemli bir şekilde Suriye’ye yollamaya başladı. Bundan maksadı, bu güçleri hem milis kuvvet gibi sahada Müslümanlara karşı savaştırmak ve hem de çoğunluğu Ehl-i Sünnet Müslüman olan Suriye coğrafyasının demografisini kalıcı olarak değiştirmekti. 

İran, Esad rejimi ve Rusya’dan aldığı destekle bilhassa Haleb’de bu niyetini açıkça ortaya koydu. Günlerce havadan ve karadan bombalanarak adeta hayalet bir kente döndürülen Haleb’den kaçan ve Türkiye ile İdlib’e sığınan Müslümanların yerine İran’ın getirdiği Şiîler yerleştirildi. 

Bir diğer taraftan bugüne kadar Suriye’de yaşanan savaşta rejim, Rusya ve İran tarafından saldırıya uğrayan Müslümanların 3,5 milyonu Türkiye’ye, 4 milyonu ise İdlib’e sığındı. Suriye’nin kuzeyi ve doğusuna PKK/PYD hâkim olurken, ülkenin İdlib’den geri kalan bütün coğrafyasına sistemli bir şekilde Şiîler yerleştirilerek Suriye demografisi acımasızca tahrib edildi.

Son zamanlarda ise Irak ve Suriye’de hesapsızca giriştiği mücadele neticesinde bölgeyi İran’a ve diğer dış güçlerin müdahalesine açan IŞİD ortadan kaldırıldı. IŞİD’in ortadan kaldırılmasından sonra ise İran’ın Irak ve Suriye’den nasıl çıkartılacağı konuşulmaya başlandı. Amerikan Başkanı Donald Trump’ın Suudî Arabistan’da Kral Selman ve Mısır’lı Sisi ile beraber bir küre üzerine ellerini basıp vermiş oldukları pozu hatırlarsınız. O ellere Yahudi Netanyahu ile BAE Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayed’in ellerini de pekâlâ ekleyebilirsiniz.

İran’ın Irak ve Suriye’de yayılması ile Yemen’de almış olduğu rol, Arabların kavim asabiyesini kaşıdı ve bir ânda bölgede ABD, Yahudi Devleti, Suudî Arabistan, Mısır ve Birleşik Arab Emirlikleri’nden müteşekkil İran karşıtı bir ittifakın doğmasına sebeb oldu.

Bilhassa Irak’ta bu ittifakın tesiri net bir şekilde görüldü ve Arabların kavim asabiyesi, Farsî Şiîlere karşı cebhe aldı. Son bir iki yıldır Irak’ın İran’ın bu ülkeden çekilmesine yönelik açıklamalarını ve hattâ sokaklarda yaşanan halk hareketlerini muhakkak görmüş yahut duymuşsunuzdur. 

Aslında, Irak ve Suriye’de üst üste iki hilâl inşâ etmek ve böylelikle Akdeniz’e uzanmaya çalışan PKK/PYD ile Farsî Şiî’lere karşı Arabların kavim asabiyesinin kaşınmasını daha 2015 senesinden önce biz Türkiye’ye teklif etmiştik. Ne var ki bu asabiyeyi ABD ve Yahudi Devleti, İran ve Türkiye’ye karşı maharetle kaşımasını bildi. 

Tekrar bugüne dönecek olursak, Irak’ta her geçen gün kan kaybeden İran’ın Şiî kılıflı Fars yayılmacı politikasının aynı şekilde Suriye’de de akamete uğratılması ve Türkiye’dekiler başta olmak üzere İdlib’de sıkışan ve dünyanın geri kalanına dağılan Müslüman Suriyelilerin ülkelerine dönerek bölgenin demografisinin korunması hayatî önem arz ediyor; en başta da Türkiye için! 

Anadolu ile onun iman müştereği Ehl-i Sünnet Arablar arasına çekilmek istenen PKK-PYD ile Farsî Şiî hilâlinin kırılması stratejik önemi haizdir.

Dün olduğu gibi bugün de sapık dinin sapkın mensublarına bu topraklar gerekirse mezar edilmek bahasına Türkiye’nin bu misyonu üstlenmesi gerekmektedir.

Bir diğer taraftan, İran sopasıyla korkutularak Yahudi tarafından sevk ve idare edilen Arab rejimlerini bu vaziyetten kurtarmak için Türkiye’nin Yahudi’nin oynadığı rolü çalması elzemdir.
***
İslâm âleminde ne zaman tarihî çapta büyük bir yükseliş, siyasî birlik tezahür edecek olsa, bunun küfre abanarak değil de doğru yolun sapık kollarının üzerine gidilerek gerçekleştiğine tarih şahittir. Bugün İran'ın Şiîlik kisvesine bürünerek Fars yayılmacılığı yapıyor olması da, bir bakıma yeni bir İslâmî yükselişin kendisini ezmeye davet edecek öncülü gibi duruyor; Tuğrul Bey’in Buheyvîleri, Selahaddin Eyyubî’nin Fatımîleri ve Yavuz Sultan Selim’in Şiî’leri tepeledikten sonra Müslümanların siyasî birliğini tesis edip, cihan devleti olmaları gibi…

Umulur ki bu sefer Şiî sapıklığının beli kırılmakla kalmaz, tarih sahnesinden izi bile kalmayacak şekilde kökünden kazınır!

Bize düşen vesilelere sarılmaktır, vesselâm.


Baran Dergisi 687.Sayı