Kumandan Mirzabeyoğlu’nun bana gönderdiğiniz güzel fotoğrafları için çok teşekkür ederek başlamak istiyorum. Pazartesi günü ziyaretime gelen eşim Isabelle sayesinde elime geçti ve çok şaşırdım. Aynı şekilde, sanatçı Ümit Yaşar Işıkhan’a gönderdiği Filistin atkısı ve Moskova’dan Rus gazeteci İgor Molotov’a mektubları için çok teşekkür ediyorum. Mektubları vesilesiyle Yoldaş Molotov’a doğrudan bir cevab yazacağım. Benim için Vladimir Putin’e bir mektub gönderilmesi de mükemmel olmuş ayrıca…
Daha önce de söylediğim bir şeyi yine söyleyeceğim. Gerçi aktüel bir hâdise ama tekrar ve tekrar yaşanmaya devam ediyor:

Türk Hava Kuvvetleri bir takım PKK hedeflerine karşı bir bombardıman gerçekleştirdi ve bazı PKK savaşçıları hayatını kaybetti bu saldırıda.
(Carlos, 25 Nisan 2017 günü saat 02:00'de, Irak’ın kuzeyindeki Sincar Dağı’nda ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki Karaçok Dağı’nda bulunan PKK mevzilerine yönelik olarak Türk savaş uçaklarının düzenlediği ve 70 kadar PKK militanının öldüğü hava harekâtına atıf yapıyor.)

Bana göre, ki bundan eminim ve bunu biliyorum, bu yapılanlar yanlıştır. O bölgeye barış geri getirilmelidir asıl. Önceden de söylemiştim; Suriye’deki Kürtler de dahil, kadın-erkek tüm PKK savaşçılarını öldürseniz bile, genç ve yeni bir savaşçı nesil daha gelecektir peşinden. Zira bir davadır bu, tarihî bir davadır. Çok sayıda aşiretten oluşan bir millet olarak Kürtlerin bu yeni gelen nesli de savaşmaya devam edecek, hattâ daha bile sert olacaktır.

Eğer politik bir takım yapılar ve partiler varsa karşınızda, kendilerinden hoşlanın veya hoşlanmayın, ideolojilerine katılın veya katılmayın, var olmaya hep devam edeceklerdir bunlar. Böyle yok edemezsiniz onları. Çünkü bir dava var, bir Kürt davası var ortada.

Türkiye’nin tahrib edilmesine ve bölünmesine karşı bir insanım ben. Aksine, Türkiye’nin güçlü ve bağımsız bir ülke olmasını isterim. Bu da yabancı askerlerin Türkiye topraklarında bulunmaması demektir ki, bağımsızlık da işte budur zaten.

Kaldı ki, Tatarları saymazsak, -şimdi Anadolu topraklarında yaşayan- tüm milletler, tüm halklar, Türklerden önce gelmişlerdir oraya.
Bu gidişin varabileceği bir çözüm yoktur ezcümle.

Diğer yandan, düşmanın bu noktada yaptığı manipülasyonları, yönlendirmeleri bir düşünün: Türkiye Cumhuriyeti ve ordusunun müttefiği olan ABD emperyalistleri, Suriye Cumhuriyeti topraklarındaki marksist Kürt milliyetçilerini destekleyip ittifak kuruyor!.. Böylesine absürd bir durum yaşanıyor...

ABD, marksistlerin, leninistlerin, komünistlerin, stalinistlerin, artık her neyse, bunların hepsinin ideolojik bakımdan en büyük düşmanıdır. Ne var ki bunlar da ABD ordusunu destekliyor, hattâ Suriye’nin kuzeyinde devam eden savaşta ABD ve NATO hava kuvvetlerinin bombardımanlarıyla koordinasyon içerisinde davranıyorlar!..
Absürddür bunlar. Nereye gidiyoruz böyle?!..

Hâlbuki Türkiye, barışın tarafını seçip, kanun ve nizâmı tesis etmeliydi önce, tesis etmelidir yine. Türklerin getireceği böyle bir kanun ve nizâma bilâhare saygı göstermeyenlere karşı ise elbette savaşılmalı, hattâ gerekirse yok edilmelidir. Ancak bunun için de Kürtlerin tarihî ve kültürel haklarını verip tanımalısınız ki, tarihî ve kültürel haklarına saygı gösterilen böyle bir ortamda, Kürtlerin yüzde 99’u bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti’ni kabul edip savunacaktır zaten.

Unutmayalım ki, Gönüldaş Erdoğan’a oy veriyor Kürtlerin çoğu. Fakat bu politik ve fanatik “Müslüman Kardeşler tarzı” çizgi devam ederse, bundan bir galibiyet değil, bir mağlubiyet ve felâket çıkacaktır sonunda.

Daha önce de bir çok defa söyledim: Gönüldaş Erdoğan’ı seviyorum. Müstesnâ bir adam. Tarihî bir şahsiyet. Bir çok fazileti olan bir insan. Ne var ki, tek bir mermi bile yetecektir bu getirdiği rejimi bitirmeye! O rejim ki, bitirilmesi değil, nüfusun yüzde 99’unun desteğini de arkasına alarak muhafaza edilmesi ve daha da güçlendirilmesi gerekmektedir. Burada “ideolojik destek” demiyorum, dediğim “jeopolitik bir destek” almasıdır ki, Türkiye stratejik bakımdan –herkesin saygı duyduğu ve referans olarak gösterdiği- büyük bir bölge gücü olabilsin yeniden. Burada geriye bakmaktan ve İstanbul’un başşehir olduğu günlere dönmekten bahsetmiyorum. Belki bir gün o da olur ve “halife” İstanbul’da bulunur; kimbilir.

Bugün ise, “halife” Irak ve Suriye havalisinde dolanıyor ve İsrail’in müttefiği kimi demokrasi savunucuları tarafından, yine Suudî Arabistan ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere İsrail savunucusu münafıklar tarafından her gün bombardıman ve katliamlar yapılıyor.

Sonuç ne oluyor peki? Koca bir hiç!.. Ancak, işledikleri bu suçların bir karşılığı olacak. Bunun bedelini şimdiden ödemeye başladıkları gibi, çok daha fazlasını da ödeyecekler...

Her neyse…

Şimdi de ülkem Venezüella hakkında konuşmak istiyorum biraz…

Bir karmaşa, yozlaşma, yolsuzluk, kötü yönetim ve benim hâlâ burada cezaevinde olmam örneğinde de görüleceği gibi bir düşman sızması var şu ân Venezüella’da.
Bu sorumluların isimlerini vermeyeceğim, ancak delillerini sunuyorum zaten hep. Hükümette, hem de en yüksek mevkilerde bulunuyor bu adamlar.

Benimle yıllar yılı dayanışma içerisinde olmuş ve savunmam için bir dönem binlerce dolar göndermiş insanlar bile bir şey yapamıyor artık. Tamamen kendisine sızılmış vaziyette çünkü rejim. Hem tamamen düşman ajanları tarafından manipüle ediliyor, hem de her zerresine sirayet eden yozlaşma ve yolsuzluk ile çökertiliyor. Düşmanın kontrol ettiği Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi bunun bariz bir örneği ve iktidardaki bu parti hiçbir işe yaramıyor artık. Devrim karşıtları tarafından kontrol edilen bu parti mensublarının çoğu bizim düşmanımız, devrim karşıtı veya yolsuzluğa bulaşmış olmamasına rağmen böyle hem de.

Allaha şükür ki, Başkan Hugo Chavez’in yıllardır takibçisi olan vatansever ve millî bir ordu var bugün Venezüella’da.

Şimdi “Amerikan Devletler Birliği” teşkilâtından ayrılıyor Venezüella devleti. Çünkü Venezüella’daki muhalefetin durumunun ve yaşanan şiddetin tartışılacağı, Venezüella hükümeti karşıtı bir toplantıya hazırlanıyor bugünlerde bu örgüt.

Oysa ben, “söylemiştim” değil, haftalık yayınlanan bir makalemde, üstelik Chavez’in bile okuduğu bir makalemde 15 yıl önce “yayınlamıştım” bunu; evet, tam 15 yıl önce!.. O makalemde, Venezüella’nın “Amerikan Devletler Birliği” teşkilâtını terketmesi gerektiğini, buradan çıkması gerektiğini belirtmiştim.

Ne var ki, bu örgütte kalmaya yıllarca devam ettiler de devam ettiler. Venezüella’nın bu örgütte kalmasını sağlamaya çalışanlar kimdi ve kimler yapıyordu bu yönlendirmeyi?.. Sonuç ne oldu peki?.. Üyeliğe devam eden Venezüella’nın oyunun, bu örgütün aldığı kararlarda hiçbir değeri olmadı.

Küba’yı da davet ettiler meselâ bu örgüte ama Küba çok teşekkür ederek geri çevirdi bu teklifi. Böylece tuzağa düşmedi Venezüella gibi. Zira “Amerikan Devletler Birliği” örgütü ABD tarafından kontrol edilmekte olup, merkezi de Washington’daydı. Durumu tasavvur edebiliyor musunuz? Bu da, Venezüella hükümetinin, dış ilişkiler ve istihbarat yetkililerinin anlayışındaki sathîliğin bir delili…

“Amerikan Devletler Birliği”… Bir şakadır bu. Ne yazık ki, bu kötü şakayı kabul etmenin bedelini ödüyor ve daha da fazla ödeyecek Venezüella.

Dediğim gibi, “söylemedim”, bizzat yayınladım zamanında ben bunu. “Aa, çok ilginç” falan dediler ama kimse umursamadı yazdıklarımı. Komünist Parti bile bunu bir “problem”, bir “skandal” olarak ilân etme gereği duymadı.

Bugün yaşananlar, Venezüella’nın “Amerikan Devletler Birliği” teşkilâtına üye olma kararından kaynaklanmıyor kuşkusuz. Venezüella’nın uluslararası politikasının yanlışlığına bir diğer delil bu sadece. Belki iyi niyetlerle ama tuzak üstüne tuzağa düşüyorlar.

Korkarım, bu gidişle, çoğunlukla masumların hayatını kaybedeceği bir iç savaş yaşanacaktır Venezüella’da. Başkan Maduro’nun bu hengâmeden sağ sâlim kurtulmasını dilerim. Halkın seçtiği devlet başkandır çünkü o.

Bugün üç kesime ayırabilirsiniz Venezüella halkını:
İlk üçte birlik kesim, çoğunluğu bakımından burjuva veya muhalefet partilerinin fanatiği olan, daima devrim karşıtı olagelmiş bir kitledir. Bugünkü muhalefet partilerinin çoğu Chavez öncesinde yoktu bu ara
da.

İkinci üçte birlik kesim, devrimin destekçisidir ve hükümetle birlikte direnmektedir.
Son üçte birlik kesim ise, aslında devrim karşıtı olmamalarına rağmen ve Komünist Parti bile içlerinde olarak, hükümetin politikalarına ve yanlışlarına karşıdırlar. Ne kadar üzücü. Chavez’e çok yakın bazı insanlar bile muhalefet saflarındadır şu ân. Niçin oluyor peki bunlar, niçin oluyor?..

Bu vesileyle, diğer bir mesele: Burada gardiyanlar bile bana soruyor bazen ve niçin sürekli “ömür boyu hapis cezası” aldığımı öğrenmek istiyorlar. Bunun birinci açıklaması, benim bir gün Venezüella’ya gitme ihtimâlimin önünü kesmektir bence.

Anladığım diğer bir şey de şu oldu:
Benim siyasî tahliller yapabilmek gibi tabiî bir kabiliyetim var. Sanırım Türkiye’deki gönüldaşlarım da bilebilecektir bunu. Zira benim söylediklerim, sırf bir şeyler gerçekleştikten sonra onları yorumlamak değil, bazı şeyleri daha gerçekleşmeden önce söylemek nevindendir çok defa. Oysa ne bir dahiyim ben ne de Nobel ödülü alabilecek bir seviyem var. Babası hem yüksek seviyede bir entellektüel hem de iyi bir analist olan; aynı şekilde, politik vasıf taşıyan bir ailede doğan; hayatı ben merkezli bir bakış açısıyla görmek istemeyen biri olarak yapıyorum ben siyasî analizlerimi.

Dediğim çerçevede; gazeteciler, hattâ benimle aynı tarafta olmayan avukatlar bile, benim aldığım saçma cezalara bakıp, “neler oluyor?” diye soruyor.

Benim en sevdiğim ve en sadık avukatlarımdan ikisi olarak, Güven Yılmaz ve Ahmed Arslan’ın da son mahkememde şâhid oldukları üzere, hiçbir şey yok ortada, hiçbir şey yok. Mahkemenin daha en başında aklanmalıydım bu bakımdan. Ne var ki tersi oldu ve yine cezaya çarptırıldım.

Şimdi bu cezayı temyiz edeceğiz ama cezamı tasdik edecek bazı özel hâkimler ayarlayacaklardır muhtelemen. Tüm bunları da beni Venezüella’ya geri göndermek istemedikleri için yapacaklardır yine. Benim ihanet etmeyeceğimi biliyorlar zira.

Diğer yandan, “medyatik” bir insanım ben. En iyi Venezüellalı olmamama rağmen, yâni gerek devrimci gerek siyasetçi gerekse diğerleri olmak üzere çok iyi ve mükemmel başka Venezüellalılar bulunmasına rağmen, dünyadaki başka insanlar gibi Venezüella’daki insanlar da, “Carlos” isminin ne yazdığını okumak ve ne söylediğini dinlemek için merak duyuyor. Utangaç biri değilim ve umum önünde nasıl konuşulacağını da bilirim. Düşmanın söylememi istemediği ama benim söyleyebileceğim ve tahlil edebileceğim çok şey var üstelik. Ki, her tür “medya”ya engellenemez bir giriş imkânım var yine benim. Çünkü “Comandante Carlos”um ben.

Neyse, fıtraten karamsar bir insan değilim, ancak Venezüella yanlış bir yola sürükleniyor ve korkarım çoğu masum binlerce insanın öleceği günler bizi bekliyor.

Kumandan Mirzabeyoğlu’nu benim için sımsıkı kucaklayın lütfen. Kendisiyle gurur duyuyorum ve gönderdikleri vesilesiyle çok ama çok duygulandığımı bilmesini istiyorum. Ümit Yaşar Işıkhan’a bilvesile çok teşekkür ediyorum. Aynı şekilde, Baran’daki, Furkan’daki, Aylık’taki gönüldaşlara çok teşekkür ediyorum. Türk olsunlar olmasınlar iyi ve hakiki tüm müslümanlara hâkezâ.

Allahü Ekber.
29 Nisan 2017


Baran Dergisi 538. Sayı