ABD Başkanı Biden, Ermeni meselesini “soykırım” olarak tanımladı. Bu haftanın en çok konuşlan meselesi de bu oldu. Her sene gündeme gelen Ermeni meselesini bu sene niçin ABD farklı şekilde ele aldı ve Biden böyle bir çıkış yaptı?

Amerikan yönetimi, Türkiye’deki Amerikan yanlıları ve bu kararı meşrulaştırmak isteyen diğerleri; “Biden’in kişisel kararı” olduğunu söyleyerek işin içinden sıyrılmaya çalışıyor. Biden’in, başkan yardımcısıyken de senatörken de ABD Senatosu’nun Ermeni yalanını tanıyan tasarısını imzaladığını söylüyorlar. Biden, seçim kampanyasında bu hususta söz vermişti. Genel olarak bu konuda tavrı belliydi, göreve geldiğinde de bunu gerçekleştirdi. Kişiselleştirmeye çalışıyorlar, sanki Amerika’nın başkanının kişisel bir tavrıymış gibi. Bu öyle bir şey değil. ABD’nin genel olarak Türkiye’ye bakışının, yaklaşımının bir işareti, somut bir göstergesidir bu olay. Son yıllarda Türkiye ile ABD arasında neredeyse sorun yaratmayan bir dış politika başlığı yok. Her konuda sorunlar var. İki ülke arasındaki ittifaklık ve dost ilişkisi zaten çoktan bitmişti, adının konulması gerekiyordu. ABD, Türkiye’den artık istediği randımanı alamamaya başlamıştı. Eski Türkiye’yi tehdit ettiği silahları elinden alındı. Son kozu buydu ve bu kozu kullanarak aslında Türkiye’nin bir anlamda elini güçlendirdi. Türkiye son yıllarda her zayıflıkta stratejik bir üstünlük çıkarma prensibi elde etti. Burada da Amerika’nın siyasî iftirasına karşı bir jeopolitik kazanç elde etmemiz gerekiyor. Türkiye bunun hesabını yapacaktır. ABD’nin Türkiye’yi artık kullanamayacağının, vesayet altında tutamayacağının en güzel ve bariz işaretidir, ilanıdır bu siyasî yalan.

ABD Türkiye’den ne istiyor?

Rusya ve Çin’e karşı Türkiye’yi yanında istiyor, özellikle Çin’e karşı. ABD’nin ulusal güvenlik stratejisi belgelerindeki ana hedefi Çin, ardından Rusya geliyor. ABD, esasında Çin’i kuşatmak için Rusya ve Türkiye’yi yanında istiyor. Bu iki ülkeden destek bekliyor. Çin’i Rusya’dan uzaklaştırma projesi tutmadı, Obama döneminde Rusya’yı sopayla, tehditle yanlarına çekmeye çalıştılar sonuç vermedi. Trump döneminde bu sefer Rusya’ya yanaşarak aynı politikayı gütmeye çalıştılar, bu da tutmadı. Obama dönemindeki ABD’nin Rusya’ya ve Türkiye’ye yaklaşımıyla, Trump’ın Rusya’ya ve Türkiye’ye yaklaşımı arasında maksat bakımından aynılık var, sadece usuller farklı. Obama kendi döneminde Çin’e karşı Rusya ve Türkiye’yi diplomatik temaslarla yanına çekmeye çalıştı, istedikleri sonucu alamayınca darbeye kalkıştılar, PKK ve FETÖ üzerinden Türkiye’yi rehin almaya çalıştılar, yine hüsrana uğradılar. Grand strateji açısından bakarsak ABD’nin temel hedefi bu; fakat bir yandan Türkiye’yi Çin’e karşı yanına almak isterken, öte yandan gelişip bir güç merkezi olmasının da önüne geçmek istiyor. Dolayısıyla Türkiye’yi AB ilişkileri üzerinden, Doğu Akdeniz sorunu üzerinden, Kafkasya üzerinden, Ortadoğu ve Libya üzerinden istedikleri politikalara çekmeye çalıştılar. ABD, Türkiye’yi Çin’e karşı yanına çekemese bile Rusya ile ilişkilerini baltalamaya çalıştı, Yunanistan ile var olan sorunları daha da derinleştirme çabasına girişti. Arap Baharı’ndan sonra Türkiye’nin Ortadoğu’da ilişkilerini iyileştirdiği ülkelerle tekrar aralarını açmaya çalıştı. Yeni krizler devreye sokuldu. ABD yeni dönemde “bekle-gör” politikası uyguluyor. Türkiye’nin üzerine çok fazla gelirse Türkiye’nin Rusya ve Çin’e daha fazla yanaşmasından ve bağımsız bir politika izlemesinden çekiniyor. ABD, Türkiye’nin Asya açılımını, Afrika açılımını veya kendine göre yeni Avrupa ve Atlantik açılımını baltalamak istiyor. ABD, “müttefik” ve “dost” adı altında Türkiye’yi tekrar eski Türkiye şeklinde kendi dış politikasında istediği işlere koşturma, bölgede ve dünyada istediği randımanı Türkiye üzerinden elde etme çabası içinde. Bu sonuç vermeyince, Türkiye’nin bağımsız duruşu, kendi milli çıkarları ekseninde hareket etmesi ABD’yi ister istemez Türkiye’ye karşı yeni bir politika, daha kaotik, sabotajcı, 15 Temmuz’da gördüğümüz gibi darbeci, işgalci bir politika izlemeye yöneltiyor. Temel hedef böyle özetlenebilir.

Biden’in “Ermeni soykırımı” demesinin bir mahsuru olmadığını hatta Demokles'in kılıcı gibi sallanan bir mevzunun üzerimizden kalkacağını söylemiştiniz yazınızda. Buna mukabil bazı iddialar gündeme geldi, mesela sözde “Ermeni soykırımı”nın kabulünün ardından Türkiye’ye yönelik davalar açılabileceği, tazminat talep edileceği, ileri aşamalarda Türkiye’den toprak dahi talep edilebileceği gibi iddialar söz konusu. Bu hususta neler söylemek istersiniz, bunun bir yaptırımı olacak mı Türkiye’ye?

O kısmı zor. Devlet yetkilileri de uzmanlar da bu hususu hukuki olarak sık sık dile getiriyor. Ermenilerin Doğu Anadolu’da Müslüman Kürtlere ve Türklere yaptığı katliamlardan sonra Osmanlı devleti kontrollü bir göç politikası uyguladı. Bunun “katliam” diye nitelendirilmesi tarihi kayıtlarda yok. Ayrıca bu 1946 yılında “soykırım” tasarısı kabul edilmeden önce gerçekleşen bir şey. Bu anlamda Ermenilerin Türkiye’ye karşı hukuki bir talepte bulunması mümkün değil. Ermenistan’ın hukuki talepte bulunamayacağına dair hem Avrupa mahkemelerinin hem de Fransa’daki anayasa mahkemesinin kararları var. Geçmişte de bunun hukuki bir mesele olamayacağını, tarihi bir mesele olduğunu ve bunun siyasileştirilemeyeceğini söylemiştim. Tarihi ve siyasi bir meseleden hukuki bir sonuç çıkarılması çok zor. Zaten böyle bir şey olsaydı çok daha fazla üstümüze gelirlerdi. Türkiye’yi siyasî olarak sürekli tehdit ederlerdi. Hukuki olarak ellerinde böyle bir şey olsaydı Türkiye’den toprak ve tazminat talep ederlerdi. Kimileri buna “3T” diyor; tanınma, tazminat ve toprak. Bu taleplerin gerçekleşmesi zor. Bunlar Türkiye’ye karşı psikolojik harekatlardır. “Avrupa Ermeni yalanlarını tanısa bu talepler gündeme gelecek.” diyen bir kesim de var. Esasında bunlar Türkiye’yi korkutmak, sindirmek, Türkiye’den istediklerini sonuna kadar almak için gösterilen sopalardı, silahlardı. Eski Türkiye bunlardan korkuyordu, çekiniyordu, artık eski Türkiye yok. Türkiye günümüzde uluslararası alanda deneyimli, diplomasisi çok güçlü olan bir ülke. Böyle bir şeyin olmayacağı zaten eskiden de biliniyordu ama bizim eski siyasiler Batı hayranı ve biraz çekingen oldukları için Amerika’nın bu tehditlerine hep boyun eğmişlerdi. Uluslararası hukuk anlamında böyle bir şey yok. Uluslararası hukuk anlamında böyle bir şey olsa bile bir devletin kendi gücüyle kendi hukuku oluşur. ABD’nin neler yaptığını hepimiz biliyoruz, hiçbir uluslararası hukuku tanımıyor. Zaten geçmişi soykırımlarla dolu bir ülkenin, Türk milletine yönelik bu iftirası temelsiz ve hukuksuz.

Uluslararası hukuk denilen şey zaten güçlünün istediğini kabul ettirdiği bir şey değil mi?

Evet. BM’nin kararları da olsa, Türkiye’nin imza attığı anlaşmalarda da böyle bir şey yok. Türkiye neyi nasıl yapacağını iyi bilen bir ülke. Türkiye’ye diplomasi dersi vermeye, uluslararası hukukla Türkiye’yi korkutmaya çalışıyorlar. Bunu yapmaları çok zor. Osmanlı yönetimi her şeyi raporlamış, arşivlerimiz var. Bizim arşivlerimiz açık, çekinmelerinin nedeni bu. Türkiye uluslararası normlara, hukuka uygun şekilde davranıldığını düşünüyor. Ama Ermenileri kışkırtanların, Müslüman soykırımı yapanların kimler olduğunu da biz gayet iyi biliyoruz. Arkasında Rusya, İngiltere ve o dönemin diğer önde gelen ülkeleri var. O anlamda bizim Batı’dan hesap sormamız lâzım. Ermeni çetelerin Ruslara güvenip yaptığı katliamlar ortada. Onların sistematik bir katliamı söz konusu.

Yukarıda genel mânâda bahsettiğiniz ama hususi plânda soralım; ABD ile Rusya arasında Ukrayna krizi vesilesiyle bir gerilim oldu. NATO’nun müdahil olup olamayacağı, Montrö tartışmalar vs. yaşandı. ABD, Rusya-Ukrayna krizinde Türkiye’ye nasıl bir rol biçti?

ABD, Türkiye’yi sürekli koç başı olarak kullanmak istiyor. Nasıl ki Çin konusunda istiyorsa Rusya’yı kuşatma konusunda da Türkiye’yi kullanmak amacında. Rusya’nın kuşatılmasında Türkiye coğrafi olarak çok kritik bir önemde, zira Soğuk Savaş boyunca bundan faydalandılar. Dolayısıyla Türkiye’nin desteği olmadan ABD’nin jeopolitik olarak ne Rusya’ya ne de Çin’e karşı durabilmesi imkânsız. ABD bunu bildiği için Türkiye hayati bir öneme sahip. ABD’nin başarıya ulaşabilmesi için, Rusya ve Çin karşısında elinin güçlenmesi için, hatta Avrupa’ya karşı elinde koz olması için Türkiye çok önemli ve kritik bir rolde. ABD, Türkiye’nin tarihsel önemini, dünyadaki elmas niteliğindeki değerini bildiği halde bizim idarecilerimizin “çekingenliği” sebebiyle müttefiklik ilişkisinin karşılığını vermedi. Amiyane tabirle Türkiye’yi köle gibi kendi çıkarları, işleri için koşturdu. Bunu Afrika’da, Asya’da, Ortadoğu’da, Avrupa’da gördük…

Çin açısından Türkiye’nin ehemmiyeti nedir?

Çin’in dünyaya tek sağlam çıkış kapısı var Doğu Türkistan. Doğu Türkistan üzerinden de çıktığı yer yine Türk Cumhuriyetleri; Kırgızistan’a, Türkmenistan’a, Tacikistan’a ve Kazakistan’a çıkıyor. Türkiye’nin Türk dünyası üzerindeki etkisini hem Çin, hem ABD iyi biliyor. Doğu Türkistan meselesinde Türk dünyası üzerinden tırmandırmak istedikleri kriz, Çin’in karadan Asya’ya devamında Hazar Denizi’ne oradan da Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşmasını engellemek için. Çin’in diğer çıkış kapısı Güney Çin Denizi ve Sarı Deniz. Oradan da çıktığı zaman etrafında Japonya, Filipinler, Endonezya, Malezya var. Bunlar ABD’nin desteklediği ülkeler. Bu ülkelerle kara suları tartışmaları yaşanıyor, devamında Hint Okyanusu var, ancak ondan sonra dünyaya açılabiliyor. Çin’in etrafı kuşatılmış durumda. Çin kendisini Arakan ve Pakistan üzerinden Hint Okyanusu’na ulaştırmaya çalışıyor. Afganistan üzerinden Pakistan ile ilişkilerini iyi tutuyor. Oradan da Basra Körfezi’ne ulaşmaya çalışıyor. ABD’nin 1980’lerden bu yana temel politikası Çin’in ve Rusya’nın Hazar’a, Basra Körfezine ve Hint Okyanusu’na, Rusya’nın da Türkiye üzerinden Karadeniz’e oradan da Akdeniz’e ulaşmasını engellemek. Bu konuda son zamanlarda oldukça başarısız olan ABD, Türkiye-Rusya krizini tırmandırmak istiyor ve Rusya’nın hem enerji yollarını hem de askeri-siyasî yollarını kapatmak amacında. Ukrayna kriziyle birlikte Rusya’nın Avrupa’ya enerjisini Polonya-Ukrayna üzerinden ulaştırmanın yollarını kesti. Baltık üzerinden Rusya Almanya ile bir anlaşma imzalamış durumda. Rusya, Türkiye üzerinden Akdeniz’e açılmaya ve enerjisini Türk Akımı üzerinden Avrupa’ya ulaştırmaya çalışıyor. Eğer Türkiye, ABD’nin yanında Rusya’ya karşı bir pozisyonda askeri-siyasî bir ittifak içine girerse Rusya’nın ekonomik damarları tamamen kesilmiş olur. Böylece Rusya ABD için daha kolay bir lokma olacak. Rusya’nın sıkışması ABD’nin Çin politikalarında elini güçlendirecek. Onun için Rusya olabildiğince Türkiye’nin daha bağımsız, özerk politikalarına destek veriyor. Karabağ Savaşı, Suriye, Libya örneklerinde gördüğümüz üzere menfaatler noktasında uyuşmazlıklar yaşansa da Batı’nın yaptığı gibi doğrudan Türkiye’ye karşı bir cephe almıyor. Çeşitli konularda sorunlar yaşamamıza rağmen nükleer iş birliğinde olsun, enerjideki işbirliği olsun, bilgi teknolojilerinin transferinde olsun, S-400 füze satışlarında olsun, Sputnik V aşısının Türkiye’de üretimi gibi spesifik ve kritik kararlarda olsun hep Türkiye’den yana, Türkiye’ye karşı alttan alan bir Rusya görüyoruz. Çünkü Rusya, “büyük Avrupa ailesi” yerine “büyük Avrasya ailesi”nin bir parçası, lideri olmak ve bunu geliştirmek istiyor. Büyük Avrasya’yı da ancak Çin ve Türkiye yardımıyla kurabileceğinin farkında. Şunu biliyor ki, Soğuk Savaş’ta Türkiye, Avrupa ve Atlantik’ten yanaydı Rusya kaybetti. Terörle savaş stratejisinde Türkiye ABD’ye karşı durdu, ABD kaybetti.

Türkiye’ye özel bir önem veriyorlar. Türkiye, coğrafi olarak Kuzey-Güney ve Doğu-Batı eksenindeki bütün güç mücadelelerini çok derinden sarsabilecek imkânlara sahip. Bu coğrafi üstünlüğe bir de Türkiye’nin siyasî kararlılığı eklendi. Bu siyasî kararlara bir de askeri üstünlüğü eklemek gerekiyor. Savunma sanayimizdeki gelişmeler Türkiye’nin yeniden devletten medeniyete giden bir güce dönüşmesi ve tabiî olarak bütün gözlerin Türkiye’ye çevrilmesine neden oluyor. Tüm bunlardan öte Türkiye’nin ehemmiyeti tarihte üstlenmiş olduğu misyondan, liderlik rolünden geliyor.

Rusya ve Çin’in çevresindeki bütün kuşaklar Müslüman ülkelerden oluşuyor. Onların da Türkiye’yi karşılarına almaları demek hem Ortadoğu’yu hem de bu Müslüman kuşağı karşılarına almaları demek. Hem siyaseten hem de tarihi olarak Türkiye’yi İslâm dünyasının lideri olarak görüyorlar, bunu itiraf etmeseler de durum bu. Dolayısıyla Türkiye’nin tavrı, duruşu ve bundan sonra o liderliğe soyunması çok önemli.

Teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ederim.

Röportaj: Faruk Hanedar

Baran Dergisi 746.Sayı