Papa Francis geçtiğimiz haftalarda Irak’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Papa niçin böyle bir zamanda bir ziyaret gerçekleştirdi ve özellikle Sistani ile görüştü?

Irak’taki Hristiyanlar ülkeyi terk ediyorlar. Irak’ta yaklaşık iki milyon civarında Hristiyan vardı, bu rakam ciddi oranda düşmüş durumda. Irak her geçen gün boşalıyor. Bu bağlamda Papa’nın birinci önceliği burayı ziyaretti. Esasında Papa’yı Irak’a ilk olarak Cumhurbaşkanı Berhem Salih davet etmişti. Daha sonra ise yanlış hatırlamıyorsam 2019 yılı olması lazım, Irak’ın eski başbakanı Adil Abdülmehdi, hem Papa’yı hem de El-Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib’i aynı anda Irak’a davet etti. İkisi de bu daveti kabul ediyor; ama sonrasında El-Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib gelmiyor, sadece Papa geliyor. Papa’nın ziyareti sonrasında El-Ezher şeyhine yeniden davet gönderildi ve bu sefer gelecek. Baktığımız zaman davet Iraklılardan geldi ve sadece Papa’ya yönelik bir davet değil, El-Ezher şeyhini de kapsıyordu. Irak’ta farklı itikattan bir sürü insan var. Irak yönetimi de Papa’yı davet ederek bir taraftan İslâm ve Hristiyanlık arasında dinlerarası bir diyalog oluşturmak, diğer taraftan El-Ezher şeyhini davet ederek İslâm’ın kendi içinde Şiî-Sünnî birliğini bütünlüğünü sağlamaya çalıştı. İki taraflı bir durum. Irak’ın Papa’yı davet etmesi Papa’nın Hristiyanları koruma politikasıyla da örtüşüyor, aynı zamanda Irak’ın uluslararası arenada itibarını arttırmak için atılmış bir adım. Papa, Sistani ile niçin görüştü? Bir defa Şiîler Irak’ın yüzde altmış beşini oluşturuyor ve Irak’taki en büyük mezhebi grup Şiîler. Yüzde altmış beş çok büyük bir rakam. Bunun dışında Sistani İran’a mesafeli. Sistani nedeniyle Necef şehri ilmi bir medrese olarak İran’ın kontrolüne geçmedi ve İran’ın bütün girişimlerini bloke etti. Sistani ayrıca İran devletinin benimsediği velayet-i fakih sistemini benimsemiyor. Batı’ya karşı değil. Kanaatimce Necef’i İran’ın nüfuzunun dışında tutması, siyasete aktif olarak katılmaması, bugüne kadar hiçbir noktada Batı karşıtı, Amerikan karşıtı fetva vermemesi, bu sürecin tamamıyla dışında durması, Papa ile görüşmeye açık olması İslâm için bir bölünme, Müslümanları birbirine kırdırma olarak yorumlamıyorum. Çünkü, Papa sadece Sistani ile değil, El-Ezher şeyhiyle benim bildiğim kadarıyla en az üç kere görüştü. Türkiye’ye ve birçok İslâm ülkesine gelip görüşmeler yaptı. Şiîlere baktığımız zaman, bundan önceki Papalar, M. Hatemi ile görüşmeler yapmıştı. Ruhani ile görüşmeler olmuştu. Davetin Irak’tan gelmesi Irak’ın iç meselesi olarak da yorumlanabilir. İran bundan memnun gözükse de esasında ciddi bir şekilde rahatsız.

Neyden kaynaklanıyor bu rahatsızlık?

Biraz önce söylediğim sebeplerle birlikte Necef ve Kum şehirleri arasında bir gerilim var. Sistani’nin gelişi Necef şehrinin Kum şehrine göre önemini daha fazla artırmasına neden oluyor. İran lideri Hameney kendisini bütün Şiilerin hatta Müslümanların lideri olarak görüyor; ama Papa gelip Sistani’yle görüşüyor. Bu bir yönüyle de Hamaney’i resmiyette tanımaması anlamına geliyor. İran ile Irak’taki Şiîleri bölme ve ayırma olarak da okunabilir. Ayrıca Necef’in Şiîler nezdindeki tarihsel konumuna geri dönmesi, eskiden olduğu gibi yine Şiilerin içerisinde merkezi pozisyona yükseltilmesi için önemli bir adımdır. İran bunu da istemiyor.

Irak’taki Fıkıh Meclisinin Başkanı Ahmet Hasan Taha’nın bir demeci var bu mevzuyla alâkalı; “Bu kirli bir proje, Papa bizi bölmeye geldi.” şeklinde. Bunu nereye koymak lazım?

Papa kendisini davet ettirmiş değil, davet eden Iraklılar. Papa’nın gelişiyle bir bölünmüşlük olmadı, zaten İran’ın kötü niyetleri sebebiyle ortada bir bölünmüşlük vardı. Dolayısıyla bu iddialara katılmıyorum.

Şiîler üzerinden yeni bir dinlerarası diyalog projesi mi görüyoruz?

Bu ziyareti bir yönüyle dinlerarası diyalog projesinin bir parçası olarak da yorumlayabiliriz. Sistani profili nedeniyle Sistani üzerinden yapılıyor. Çünkü Sistani, Batı’ya karşı biri değil. Onun profilini de hesaba katmak lazım.

Türkiye Irak’a operasyon yaptığında İran Irak’ın hamisiymiş gibi davrandı. İran bu hâkimiyetini hangi gruplar üzerinden sürdürüyor. Mesela burada Haşdi Şabi’nin rolü nedir?

İran, Irak’taki hâkimiyetini önce siyasiler üzerinden veya din adamları üzerinden yürütüyordu. Bu ortaya çıktıktan sonra, politikasını değiştirdi. Haşdi Şabi üzerinden bir politika geliştirdi ve Irak’ın merkezine Haşdi Şabi’yi oturttu. Günümüzde İran’ın siyasetinin önemli bir bölümü Haşdi Şabi üzerinden gerçekleşiyor. İran’ın Haşdi Şabi’ye bu kadar önem vermesi, Irak’taki Şiîleri bölmüş durumda. Din adamları da, siyasîler de bunlardan rahatsız. Dikkat ederseniz Türkiye ile ilgili açıklamalar da Haşdi Şabi ve ona bağlı kurumlar tarafından yapılıyor. Diğerleri tarafından hâlâ Türkiye karşıtı herhangi bir açıklama da yapılmış değil.

Bu noktada Papa’nın da Haşdi Şabi ile temasları, diyalogları oldu. Riyan el-Keldani'ye kendi tesbihini hediye etmesi vs. Haşdi Şabi’ye yakınlık kurmasından sonra bazı haberler çıktı Haşdi Şabi komutanlarından bazılarının Katolik olduğu yönünde.

Haşdi Şabi ile görüşme ayrı bir şey, Haşdi Şabi’nin sürecin içinde olması ayrı bir şey. Çünkü, Haşdi Şabi şu anda yasal bir kurum. Irak yasası tarafından kabullenilen ve doğal olarak belirli görevleri olan bir kurum. Papa’nın Haşdi Şabi ile direkt görüşmesi de söz konusu değil. Dikkat ederseniz Sistani ile Papa görüştüğü zaman Sistani’nin şartı hiçbir kurum, kuruluş, parti görüşmede olmayacak şartıydı. Sistani Papa ile bire bir görüştü, değerlerini dışarı çıkardı. Haşdi Şabi ve hiçbir siyasî partiyi kabul etmedi. Haşdi Şabi’nin hesabını ben Sistani’den ayırıyorum. Haşdi Şabi mezhepçi bir örgüt. Yeri gelirse Sistani’den de yararlanabilir, kullanabilir. Papa’dan da yararlanabilir. Haşdi Şabi bana göre de İslâm dünyasını bölen bir örgüttür. Bundan hiçbir şüphem yok.

Haşdi Şabi’nin DAİŞ’ten geri alma bahanesiyle Musul’da yapmış olduğu katliamları biliyoruz.

Evet, hepsi zaten mevcut. Şu anda da Sincar’da yaptığı, Türkiye’ye gösterdiği tepkilerin bir sebebi de zaten mezhepçiliktir. Çünkü İran mezhepçi siyasetini de Haşdi Şabi üzerinden gerçekleştiriyor. Ben Sistani’yi bu kategorinin dışında görüyorum. 2003’ten beri Sistani okumaları yapıyorum, izliyorum. Sistani daha ılımlı. İran ise mezhepçi. Bunların ikisini ayırmak gerek. Benim tezim şudur: İran mezhepçidir amacı İslâm’ı bölmektir. İran’a imkân sunmamak gerek. İran’a imkân sunduğun zaman İran bunu propaganda yapıp Şiîleri tam anlamıyla kontrolüne geçirip yararlanıyor. Türkiye bir şey yapıyorsa mezhepçilik yapmakla suçluyor.

Biden’in gelmesiyle beraber ABD’nin İran’a yol açacağı, tekrar müzakerelere başlayacağı konuşuluyor. Bu çerçevede Suudi Arabistan ve Mısır’ın Türkiye’ye yanaşmasını gördük. ABD-İran ilişkileri vesilesiyle önümüzdeki süreçte bölgede ne gibi değişiklikler olur?

Esasında bu noktada Türkiye için çok büyük bir fırsat, imkân doğuyor. Türkiye’nin bunu değerlendirmesi lâzım. Türkiye, Arap dünyasıyla özellikle de Körfez ülkeleriyle olan ilişkilerinde bir normalleşmeye gidebilirse Ortadoğu’da önemli bir güç ve imkân kazanabilir. Çünkü, Biden’in gelmesiyle birlikte İran’ın bazı politikalarında değişiklikler oldu. Yemen’de bu politika değişikliğini gördük, Husileri terörist olmaktan çıkarttı ve onlara önemli bir imkân sundu. Başka bir yönüyle de Biden sonrası İran’ın Ortadoğu’daki etkinliğini arttırabileceği endişesi var. İran’ın artan nüfuzunu dengelemek için Türkiye önemli bir unsur, güç ve umut olabilir. Bu bağlamda Türkiye süreci doğru bir şekilde yönetebilirse etkin bir konumda olabilir. Çünkü, Biden Ortadoğu’daki dengeleri altüst etti, süreci tamamıyla değiştirdi. Ne olacağını tam olarak kestiremediğimiz bir süreç var. BAE, Suudi Arabistan ve Mısır ne yapacağını bilmiyor. Bu süreç Türkiye’ye önemli bir imkân sağlıyor ama hiç kolay bir süreç değil. Ortada ciddi bir güven sorunu var, Türkiye’nin bunu aşması gerekiyor. Önümüzdeki süreçte Ortadoğu’daki etkinlik Basra Körfezi ve Mısır’la iyi ilişki kuranların olacak. Şu anda Türkiye’den gelen işaretler, karşılık olarak Basra Körfezi ve Mısır’dan da gelen işaretler böyle bir normalleşmenin en azından prensip olarak kabul edildiği yönünde. Şartları farklı olabilir, sancılı bir süreç ama doğru olan bu. Bu süreç Türkiye’nin Avrupa’yla, ABD’yle, Kafkasya’yla, Orta Asya’yla ve Rusya ile olan ilişkilerini etkileyebilir.

ABD İran’ın en büyük düşmanı Saddam Hüseyin’i devirdi ve İran’ın önünü açtı. Tabiri yerindeyse tasmasını gevşetti. Akabinde İran’a altın tepside Irak’ı sunmuş oldu ve İran daha saldırgan bir tavır takınmaya başladı. Bu süreçte de İran saldırgan bir tutum sergiler mi?

Sergiler. Bunun işaretini Sincar’da Türkiye’ye gösterdi. Geçmişteki süreçlerde İran-Türkiye arasında Irak bağlamında bir gerilim görmüyorduk. Olsa dahi bu kadar yüksek bir düzeyde değildi. Peki ne değişti? Biz şu anda Sincar’da Haşdi Şabi üzerinden ve İran-Irak büyükelçiliği üzerinden Türkiye karşıtlığı görüyoruz. Bu bir yönüyle de İran’ın ABD ile olan ilişkileriyle ilintilidir. Nükleer bağlamda ABD-İran ilişkileri iyileşirse, İran’ın Ortadoğu’da daha atak, daha inisiyatif almaya yönelik olacağı çok açık. Birçok ülke bunu zaten görüyor. Çünkü, İran’ın cebine para girdikçe, ekonomik olarak gücü arttıkça bunu Ortadoğu’da kullanacağı açık bir şekilde belli. İran’ın kendisine bağlı örgütlere olan para desteği azalmış durumda. Koronavirüs ve ambargonun bunda etkisi büyük. Doğal olarak parasal destekte ciddi bir azalma var. ABD ile İran’ın ilişkilerini iyileştirmesi demek, İran’ın yeniden petrol piyasasına geri dönmesi ve doğal olarak cebine para girmesi demek. Bu da İran’ın Ortadoğu siyasetinde daha güçlü ve etkin olabileceği anlamına gelebilir. İran zaten 2015 yılındaki nükleer anlaşmada kazandığı parayı halkına değil de Ortadoğu’ya dağıtmıştı. İran ABD ile anlaşması durumunda Ortadoğu’da Türkiye karşıtı bir politika izleyeceğini Sincar’da net olarak gösterdi.

Tersinden bakacak olursak bu Türkiye’nin işine yarayabilir. İran’ın böyle bir tavır takınması Suudi Arabistan’ın, Mısır’ın vs. Arap ülkelerinin Türkiye’ye daha fazla yaklaşmasına, birlik oluşmasına sebep olabilir.

Evet, İran’ın Ortadoğu’da daha etkin olması Türkiye’ye alan açar. 2003 yılında Irak işgal edildikten sonra Arap dünyası Türkiye’ye yanaştı. İran’ı İsrail değil, Türkiye dengeleyebilir. Arap dünyası bunu çok iyi biliyor. Bugün Arap ülkeleri içerisinde İran’ı dengeleyebilecek bir ülke yok. Mısır zayıf bir pozisyonda, Suudların ve Basra Körfezi’nin zaten böyle bir imkânı yok. İran’ı Ortadoğu’da dengeleyebilecek tek ülke Türkiye’dir. İran’ın atak olması Arap dünyası ve Batı’nın gözünde Türkiye’nin önemini arttırıyor. Ama bu Türkiye’nin becerisine, söylemine, gücüne, bu süreci nasıl okuduğuna ve kendisini nasıl hazırladığına bağlı olarak değişebilir.

İsrail’in İran’a karşı sürekli olarak saldırgan bir tutum içerisinde olduğunu görüyoruz. Biz öyle olacağını düşünmesek de çok konuşulduğu için soralım, bu tutum askeri müdahaleyi beraberinde getirir mi?

Şu an itibariyle İsrail’in İran’a karşı bir askeri müdahalesi olmaz. Fakat İran nükleer güce erişirse o zaman bir müdahale olabilir. İsrail zaman zaman İran’a yönelik operasyonlar yapıyor zaten; ama büyük bir askeri müdahalenin şu an itibariyle İsrail’in gündeminde olacağını düşünmüyorum. Eğer İsrail böyle bir karar alırsa topyekûn bir savaş değil, İran’ın nükleer tesislerine bombalama olabilir. Onun dışına çıkmazlar.

İran da buna cevap vermez.

İran, İsrail’e yanıt verdiği zaman ABD ile karşı karşıya geleceğini bildiği için yanıt vermez. Kasım Süleymani öldürüldükten sonra İran ne yanıt verdi?

Boş üsleri bombaladı.

Evet. Sürekli boş tehditler savurdu, hiçbir şey yapmadı. Fahrizade’yi öldürdüler, İran “İntikam alacağız!” dedi, hiçbir şey yapamadı. İran göründüğünden daha güçsüz bir ülke. İran’ın İsrail ve ABD’ye etkin bir cevap vermesi mümkün değil. Burada önemli olan Türkiye’nin bu süreci doğru bir şekilde okuyup, strateji geliştirmesi. Türkiye’nin Körfez ülkeleriyle ilişkileri düzeltmesi gerekiyor. Ben bunu uzun süredir savunuyorum. Çünkü, bu vaziyet İran’a ciddi imkân sağlıyor. İran’ın önümüzdeki günlerde Yemen’de yaptığını Bahreyn’de yapmayacağını kimse garanti edemez.

Teşekkür ederim.

Rica ederim.

Baran 740. sayı