Esselâmü aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim, iyiyim. Hava soğuk gerçi ama güzel. Güneşli bir gün. Yine de oldukça soğuk.

(Av. Yılmaz, geçen haftaya kıyasla sesinin daha iyi gelmesinden hareketle, hastalığının devam edip etmediğini soruyor Carlos’a.)

Hâlâ hastayım ama öncesine göre daha iyiyim. Biliyorsunuz, eşim Isabelle’den geçti bu hastalık. Beni görmeye geldi, çok hastaydı kendisi, derken ben de bronşit oldum. Neyse, atlatıyorum.

Türkiye’den haberler neler?

(Av. Yılmaz, aynı durumun devam ettiğini, bir problem olmadığını söylüyor.)

Anlıyorum.

Herkes iyi mi; Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl?

(Av. Yılmaz, herkesin, tüm gönüldaşların, aynı şekilde Kumandan Mirzabeyoğlu’nun da iyi olduğunu, herhangi bir problem bulunmadığını söylüyor.)

Güzel, güzel.

Fotoğraflarımı gördünüz mü peki? Mükemmel olmasalar da güzel bence. 

(Carlos, Venezüella’nın eski gerillalarının -üzerinde yıldız bulunan- kırmızı beresiyle çektirdiği fotoğrafları kastediyor. Av. Yılmaz da gördüğünü söyleyip, bir haber veriyor; Carlos’u çok seven ve çeşitli hediyeler gönderip Carlos’la yazışan aktivist şair ve heykeltraş Ümit Yaşar Işıkhan’la “dün” Av. Hasan Ölçer’in İstanbul’daki bürosunda görüştüklerini söylüyor.)

Gönderdiğim fotoğraflardan ona da verdiniz mi?

(Av. Yılmaz, verdiğini söylüyor.)

Verdiniz yâni; güzel, güzel. Tamamdır o zaman.

(Av. Yılmaz, BARAN ve Adımlar dergisinin de Carlos’un sözkonusu fotoğraflarını yayınladıklarını söylüyor.)

Ha, tamam. Ama Ümit Yaşar Işıkhan’a da bizzat verdiniz, değil mi?

(Av. Yılmaz, Carlos’u doğruluyor.)

Güzel, güzel, güzel. O böyle şeyleri sever çünkü.  

Her neyse…

Hayat nasıl gidiyor?

(Av. Yılmaz, hayatın kendisi için iyi gittiğini ama asıl Carlos için hayatın nasıl gittiğini soruyor Carlos’a.)

İyidir, iyidir.

Bana soracağınız bir soru var mı bu arada?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, ancak Paris’teki soğuk hava dolayısıyla, kısa bir konuşma yapabileceğini söylüyor Carlos’a.)

Ne hakkında konuşalım; Venezüella’yla ilgili konuşalım biraz…

Venezüella hükümetinin de delilleriyle isbatladığı üzere, ABD tarafından organize edilen açık bir saldırı var Venezüella’ya karşı. Hattâ Venezüella’ya karşı bazı ekonomik kararlar bile aldı Amerikan Kongresi.

Venezüella’da piyasada hiç yiyecek yok şu ân, herşey meydandan çekiliveriyor. Diğer bir ifâdeyle, CIA’nın Şili eski devlet başkanı Allende’ye karşı yaptıklarının aynısı, şimdi Venezüella’ya karşı yapılıyor. 

ABD’nin bu tarz şeyler yapması yeni bir şey değil yâni. Asıl mesele şu ki, nasıl oluyor da halk çoğunluğunun desteği arkasında olan Venezüella’nın devrimci hükümeti bunlara izin verebiliyor? Problem bu işte.

Evet; Venezüella’nın düşmanlarının, o emperyalist düşmanın ve ajanlarının, daha önce de aynısını yaptıkları ve bu bakımdan çok iyi bildiğimiz bir takım metodlar kullanarak rejimi devirmek istemesi değildir problem. Fakat nasıl olup da bunların yaşanabildiği, bunların yaşanmasına izin verildiğidir asıl problem.

Peki niçin oluyor tüm bunlar: Yolsuzluk ve yozlaşma yüzünden!

Bolivarcı rejim, kangrenleşmiş durumdadır bugün. En yüksek seviyede, tarihî liderler seviyesinde, eski gerillalar seviyesinde değildir bu yozlaşma. İyi insanlar, dürüst insanlardır onlar. Ne var ki, hükümette, bakanlık teşkilâtlarında ve Sosyalist Parti gibi üst seviyelerde yuvalanmış birçokları, yozlaşmıştır. Olan biteni örtbas ediyor bu kişiler. Besbelli ki, istihbarat servislerinin, polis servislerinin, güvenlik servislerinin büyük bir kısmı, devrim için çalışmıyor, halk için çalışmıyor. Onlar da yozlaşmıştır. Gerçek mesele işte bu.

Şili eski devlet başkanı Allende’ye 1973’te yaptıklarını hatırlıyorum. Başkan olmazdan 3 veya 4 yıl önce, kendisiyle Moskova’da bizzat tanışmıştım. Allende’yle sadece Şilili öğrencilerin buluşacağı bir toplantıya, Şilili öğrenciler tarafından ben de davet edilmiştim. Moskova’daki Patrice Lumumba Üniversite’sinde oldukça popüler biriydim o sıralar. 

Neyse; toplantıya katıldım, sadece gidip oturdum ve bir şey konuşmadan yalnızca onu dinlemekle yetindim. Derken, bana doğru yaklaştı Allende ve diğerlerine dönerek, “bu o mu?” diye sordu. Öbürleri de, “evet, bu o; Ilich!” dediler. Sonra benimle konuştu bir süre. Kendisinin reformist politikalarından dolayı bir nebze agresiftim gerçi ama böyle bir konuşma da geçti aramızda.

Çok karizmatik bir adamdı Allende. Çok cesur ve dürüst bir insandı. İyi bir Şililiydi. Ne var ki, yeterli olmadı tüm bunlar ve yolsuzluk sebebiyle, yozlaşma sebebiyle, mahvedildi rejim. Bir diğer ifâdeyle, bu tahribatın tek sebebi, ABD’nin ekonomik saldırganlığı yahud burjuvazinin veya Şili istihbarat servislerinin, güvenlik servislerinin sabotajı değildi. Sistemdeki, Sosyalist Parti’deki yolsuzluk ve yozlaşmaydı bunun başlıca sebebi.

Yeri gelmişken; Şili’deki komünistler öyle yozlaşmış falan da değildi. Darbe olduğunda, Şili ordusu komünistleri vurmak istemedi meselâ. Komünistlerin diğerleri gibi yozlaşmış olmadığını biliyorlardı. Şili’nin güneyinde, valileri komünist olan olan iki bölge vardı ama o valileri öldürmek istemiyordu ordu. Fakat sözkonusu komünist valiler isyan ettiler ve tarihî olarak da yanlış yapmış oldular böylece. Ağızlarını kapatıp beklemeli ve önce olan biteni gözlemeliydiler. Ancak böyle yapmadılar ve Sosyalist Parti sorumlularının çoğu sıçan gibi kaçarken, hiç dahil olmadıkları bir şey için gidip savaştı komünistler. Tamam, sosyalistlerle ittifak yaptıkları için onlar da hükümetin bir parçasıydılar ama bu yüzden büyük bir bedel ödediler maalesef. Ordu bile farkındaydı bunun ve komünistleri imha etmek istememişlerdi baştan. Köklü bir maziye sahib olan Şili Komünist Partisi’ndeki dürüst insanlara herkes saygı duyuyordu çünkü.

Venezüella’daki durum da işte böyle şimdi. Herkesin saygı duyduğu yine dürüst insanlardan müteşekkil Venezüella Komünist Partisi, hükümet ittifakındaki ikinci parti ama mevcut yozlaşmaya karşı savaşmak için gerekli tedbirler alınmıyor hâlâ. Bu şekilde onlar da sözkonusu yozlaşmanın bedelini ödemiş oluyorlar. Oysa biz Latin Amerikalılar, Şili’de yapılan yanlışlardan ders çıkarmalıydık.

Kumandan Hugo Chavez öldürüldükten sonra, şimdi Nicolas Maduro var başta ve her gün halka hitab ediyor, uygun bir biçimde doğru şeylerden bahsediyor. Fakat bu yeterli değil ki! ABD’yi suçluyor her vesileyle. Fakat asıl mesele bu değil ki!

Hâlbuki yapılması gereken yegâne şey, yabancıların ajanlarına karşı, gerekli baskı tedbirlerini almaktır. Bana sorarsanız, idam cezası geri getirilmelidir Venezüella’ya. Tarihte idam cezasını kaldıran ilk ülke Venezüella’dır; 1850’lerde kaldırmıştır. Hür Masonlar kaldırmıştır bu cezayı. Ne var ki, bugünkü durum dolayısıyla ve Venezüella halkının geleceği bakımından, Venezüella halkına ve Venezüella anavatanına ihanet edenlere karşı uygulanmak üzere yeniden getirilmelidir. 

Dünyanın en zengin ülkelerinden biri olmasına rağmen, Venezüella’nın bugün içine düştüğü ekonomik problemlerle başka türlü davranarak başa çıkılamaz.

(Carlos, Venezüella rejimini devirmek üzere bir darbe ve isyan tezgâhlayan CIA’nın sözkonusu faaliyetlerini ve ABD merkezli yardım kuruluşlarının da bu komploya karıştığını isbatlayan Venezüella hükümetinin, bu çerçevede hukukî olarak harekete geçtiğini söylüyor; ancak, Venezüella’nın uluslararası hukuk çerçevesinde bu yaptığı güzel olmakla beraber, ABD’nin bunu zerrece umursamayacağını; zaten uluslararası insan hakları mahkemesinin ABD’ye veya İsrail’e dokunmadığını, bu mahkemeleri kendileri dışında kalanlar için işlettiklerini ekliyor; bunların tek anladığının –Küba’nın yaptığı gibi- “kuvvet” olduğunu vurguluyor…

Amerikan emperyalizmiyle göğüs göğüse gelmeyi ve bu uğurda ölmeyi göze alan Küba’yı izlenmesi gereken örnek olarak gösteren Carlos, böyle davrandıkları içindir ki, Küba’da hâlâ aynı iktidarın başta olduğunu vurguluyor…

Herkesin Küba’yı boykot etmesine rağmen, dünyanın tuhaf bir yer olduğunu ve sözkonusu boykota Avrupa Birliği ülkeleri arasında sadece İspanya diktatörü faşist-falanjist Franco’nun iştirak etmediğini belirtiyor; Franco’nun ölümünden sonra bile, aynı politikanın İspanya tarafından takib edildiğini söylüyor…

Fransa cezaevleriyle ilgili olarak yazdığı kitabı bir süre önce Av. Güven Yılmaz’a göndermiş olan Fransız hanım profesörün de eğitimcileri arasında bulunduğu cezaevi okulunun sonlandırıldığını; kendilerinden daha eğitimli olmaya başlayan mahpusları kıskanan cezaevi görevlilerinin, yahudi kökenli olmasına rağmen müslümanlar dahil herkesçe çok sevilen o hanım öğretmene katlanamadığını söylüyor…

Kaldığı cezaevindeki okulun bu şekilde kapatılmasının mahpusları çok kötü etkilediğini söyleyen Carlos, saçmasapan gerekçelerle hapse düşmüş bu insanların, sözkonusu eğitim faaliyetleriyle yeniden topluma kazandırılmak yerine, kendi öfke ve çaresizlikleri içerisine terkedilmesinin çok yanlış olduğunu belirtiyor; bu tarz olumsuz yaklaşımlar yüzünden, mahpusların ya intihar ettiğini veyahut da suçlu fabrikası hâline gelmiş cezaevlerinden profesyonel suçlular olarak çıktıklarını söyleyerek; herkese insan hakları dersi veren Fransa’daki cezaevi sisteminin Türkiye’den bile kötü olduğunu, sözkonusu okulun kapatılmasının da bu çarpıklığa bir örnek olduğunu ifâde ediyor…

“20 yıldan fazladır bu delikte” olduğunu söyleyen Carlos, buna rağmen, kendi yazdığı Fransızca yazıları okuyan farklı farklı üniversite profesörlerinin şaşırdıklarını ve kendisinin edebî bakımdan çok iyi Fransızca yazdığını söylediklerini, Fransızcası mükemmel olmadığı için, bu değerlendirmelere kendisinin de çok şaşırdığını belirtiyor; ancak şu kadar senedir kendisini mahvedemedikleri anlamına geldiği için de, bundan gurur duyduğunu vurguluyor…)

Sonunda kazanan biz olacağız.

Allahü Ekber.


Baran Dergisi 422. Sayısı