Ümit ve Korku Ekseninde Berzahtan Taşan Mânâ: 
Ahid Sandığı veya Tabut-u Sekîne (3)

“Ahid Sandığı” veya “Tabut-u Sekîne” mevzuuna devam ediyoruz…“Âyette sandığın içinde olduğu belirtilen sekîneye dair çeşitli rivayetler nakledilmiştir. Bunu mânevî anlamıyla rabbin rahmeti, İsrâiloğulları için vakar, sükûnet ve gönül rahatlığı yahut Allah’ın Hz. Mûsâ’ya, Hârûn’a ve sonra gelen peygamberlere indirdiği kitaplardan müjdeler şeklinde anlayanlar olduğu gibi insana benzer bir sûreti bulunan bir çeşit rüzgâr, zebercet veya yakuttan yapılmış, kedi başı gibi başı, iki kanadı, kuyruğu ve parıltılı gözleri olan ve ses çıkaran bir yaratık; Allah tarafından gönderilmiş, İsrâiloğulları’nın bir şey hakkında ihtilâfa düşmesi hâlinde konuşan ve onlara istedikleri bilgiyi veren bir ruh ya da cennetten gelen, içinde peygamberlerin kalplerinin yıkandığı altından bir tas şeklinde açıklayanlar da olmuştur. Bu şekilde Allah, Tâlût’a ve ordusuna yardım etmiş ve onlardan düşman korkusunu gidermiştir (Taberî, II, 612-613; Mâtürîdî, II, 141-142; Fahreddin er-Râzî, VI, 178; Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, II, 249).”(1)

“Kurtubî(2), “Bir kişi Kehf sûresini okuyordu, yanında da iki uzun iple bağlı olan atı duruyordu. Bu sırada etrafını bir bulut kapladı ve bulut ona yaklaşmaya başladı. At bu durumdan ürktü. Sabah olunca o kişi Resûlullah’a gidip olayı anlattı. Hz. Peygamber de, “Bu sekîne idi, Kur’an için inmişti” dedi” şeklindeki hadîsi (Buhârî, “Fezâilü'l-Kuran”, 11; Müslim, “Müsâfirîn”, 240) delil göstererek sekînenin bir ruh olduğu veya ruhu olan bir yaratığa işaret ettiği görüşü üzerinde durmuştur. Kurtubî’ye göre Allah, sandığı İsrâiloğulları’nın kalplerinin Tâlût’un hükümdarlığı konusundaki ihtilâftan sükûn bulması için bir vesile kılmıştır. Taberî’ye göre ise bu konudaki görüşlerin en isabetlisi, sekîne ile İsrâiloğulları’nın bildikleri ve kendisini görünce sükûnete kavuştukları bir kısım alâmetlerin kastedildiğidir; bu şeyin rüzgâr, hayvan olması veya insan sûretine sahip bulunması mümkün olup önemli olan ortaya çıktığında İsrâiloğulları’na güven vermesi, onları mutmain kılmasıdır. Benzer şekilde Mâtürîdî(3) tarafından benimsenen görüş de sandığın bulunduğu yerde İsrâiloğulları’nın güven duyup sükûna ermelerini sağlayan bir şeyin mevcut olduğu bilgisi dışında sekînenin mahiyeti hususunda kesin bir bilginin olmadığı yönündedir.”(4)

Not: Allah Resûlü tam üç yerde düşman üzerine toprak fırlatmıştır: Bunlardan ilki Hicret’te (m. 622), diğeri Bedir Savaşı’nda (m. 624), bir diğeri ise Huneyn Muharebesinde (m. 630). İlkinde düşmanın gözleri perdelendi ve dostu Hazret-i Ebûbekir (R.A)’ın kalbinden düşman korkusu kaldırıldı, ikincisinde toz zerrelerinin değdiği tüm kafirler geberik oldu, sonuncusunda ise düşman kalblerde korku dağları sardı ve ordularının dağmadağın olması sağlandı!

Âyet meâli: “Allah size yardım ederse, hiç kimse sizi yenemez. Şayet sizi bırakıverirse, artık yardımınıza kim gelir?”(Âl-i İmrân sûresi, 3/160). 

“İslâm tarihinin en önemli savaşlarından biri olan Bedir Gazvesi’nde üç yüz inanmış sahabî tam teçhizatlı bin kâfir karşısında zor durumdaydı. Onların bu savaşta galip gelmesi Allah’a inananların inanmayanlara, İslâm’ın küfre karşı zaferi sayılacaktı. Allah’ın Resûlü işte bu sebeple savaşı kazanmak istiyordu. İki ordu karşı karşıya gelince, yere eğilip bir avuç toprak aldı ve onu düşmana doğru savurdu. Bedir’in kuru toprağı Allah’ın izniyle müşriklerin gözlerini yakıp kavurdu. Neticede zafer müminlerin oldu.(5)

Parantez: Yukarıda geçen, Bedir Gazvesi’nde “üç yüz inanmış sahabî” ve “tam teçhizatlı bin kâfir” ifadeleri mevzumuz açısından dikkat çekicidir. Spesifik bir bakış açısıyla, “üç yüz” ve “bin” ifadelerine hassaten dikkat çekmek isterim. “Bin” ifadesini, “ünsiyet harfi” olan “Elf-Elif” üzerinden “çokluk”, dolayısıyla da “nefs” ile ilişkilendirmek mümkün olmakla birlikte, İBDA külliyatında sıkça tekrar edildiği üzere, “üç yüz” (300) rakamı Arapçadaki Şin harfinin ebced değerinin sayı karşılığıdır. İBDA külliyatında, “Şin harfi” ile “Fikir” (ruh!) kelimesi ebced tevafukları üzerinden örtüşen bir mânâdadır. “Şın harfi, ebcedi: 300: Fikir… Şin, Kürtçe’de “mavi” anlamına gelir; ayrıca “çok nikâh, çok hüküm” demek…”(6) “Yeryüzüne yayılıp döşenmek” mânâsına gelen “mavi”nin aynı zamanda “Kelime-i Tevhid nurunun rengi” olması bir yana, Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın da renginin “mavi” olması yine mevzumuz açısından çok dikkat çekmektedir. Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’da tecelli eden hakikatin “İstikbâl İslâmındır” müjdesiyle olan yakîn ilişkisi dikkate alındığında, “fikrin ruhlarda döllenmesi” mânâsına “çok nikâh, çok hüküm” mânâsı çok anlamlı olmaktadır. Bu çerçeveden olarak;

İBDA Mimarı’nın “Ölüm Odası” isimli eserinden: “ŞIN harfi-Allah’ın EL MUKTEDİR ismine ve mertebelerden SABİT Yıldızlara işaret eder… Guceratlı Şeyh Ebu’l Muvahhid’in DA’VA Cetvelinde ise, Allah’ın ŞAFÎ ismine… Bu ismin karşısında da, kulun nefs hâli - hatalı, kusurlu, eksik oluşunu gösteren bir kelime: ŞİN. “Şeyn”… ŞAFÎ: Hastaya şifâ veren Allah. Yeter görünen, kifayet eden… ŞAFÎ-Şefaat eden. Kusurların affına sebeb olan. “Şafî mezhebinden olan-Abdülhakîm Arvasî Hazretleri bu mezhebtendir”: 451: TAMMAT-Son, netice. Keskin çığlık, sayha. KIYAMET.”(7) 

Üstad Necip Fazıl’ın “İman ve Aksiyon” isimli eserinden: “İslâmın kılıcı, ucunda merhameti götüren şifalı âlettir. Ve bu merhamet, mevcut bütün merhametlerin üstündedir.

“Hazret-i Ebûbekir’in bu sözünü söyledim O Fransız’a, Garblı fikir adamına… Garplı deyip geçmeyin; çoğu nisbî bir insaf sahibidir. Hiç kimse M…….’i Nuru kaybetmişlerden daha idraksiz ve insafsız olamaz. Evet; bu sözü duyan Garplı ağladı. Söz Hazret-i Ebûbekir’e ait, ondan da Bâyezid-i Bestamî’ye geçmiş bir duadır. Şöyle: 

“-Yârabbi! Sen kâmil kudretsin. -kâmil; eksiği ve fazlası olmayandır- Her şeye kudretlisin. Yarın cehennemde benim vücudumu o kadar büyüt ki, onu yalnız ben doldurayım. Başka kullarına yer kalmasın orada…”

Hazret-i Ebûbekir (R.A)’ın yukarıdaki sözü bize, “İstikbâl İslâmındır” müjdesine mazhar Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın “yeryüzü hâkimiyeti” ile ilişkili göründü… Şöyle ki; Allah’ın El Muktedir ve Eş Şafî isimleri ve “Şafi mezhebinden olmak”… Dünyanın “sürgün” mânâsına “cehennem” veya “bir arınma kurnası” olduğu düşünülecek olursa, Hazret-i Ebûbekir (R.A)’ın merhametinin bütün bir cehennemi (dünya!) kaplama, yâni “tam arınma” veya bütün bir insanlığa “şifâ” olma isteği, Allah Resûlü’ne “yeryüzünün mescid kılınması” esprisine de uygun olarak, “dünya hâkimiyetini” gözleyen İBDA Mimarı’nın “Nakşi sırrıdır kavgam” sözü üzerinden yeni bir okumaya tabi tutulursa yeridir. “Cehennemi yaşayarak” dünyadan ayrılıp berzah âlemine göç eden en son ki büyük ve güzel insana Allah’tan rahmet! 
Parantezi kapatalım ve kaldığımız yerden (Bedir Savaşı) devam edelim. “Bu savaşta İslâm’a başkaldıranların başını kimin ezdiği, onların kara suratına fırlatılan toprağı kimin savurduğu âyet-i kerîmede şöyle ifade edilmektedir (meâlen): “Ey mü’minler, düşmanı öldüren siz değildiniz; Allah’tı onları öldüren. Ey Peygamber, attığın zaman da sen değil Allah atmıştı” (Enfâl sûresi 8 / 17). Bu ilâhî beyan her şeyi ortaya koymaktadır. Allah Teâlâ’nın darda kalan has kullarına yardım ettiğini göstermektedir. Meleklerin Bedir’de Müslümanların imdadına nasıl yetiştiği bilinmektedir. “Ashâb-ı kirâmdan Seleme İbni Ekva’ın naklettiğine göre toprak mûcizesi Huneyn Gazvesi’nde de meydana geldi (6 Sevval 8 H. / 27 Ocak 630 M.). Düşman iyice bastırınca Müslümanlar geri çekildi ve Resûlullah’ın etrafında toplanmaya başladı. Peygamberler Sultanı beyaz katırından indi, yerden aldığı bir avuç toprağı “Şu suratlar kahrolsun” diyerek düşmana doğru fırlattı. O bir avuç toprak bütün müşriklerin gözlerine doldu. Etraflarını göremeyince müthiş bir bozguna uğrayıp gerisin geriye kaçmaya başladılar (Müslim, Cihâd 81).

“Allah’a teslim olan bir elin savurduğu toprak inanmayanları kimi zaman dağıtmış, kimi zaman uyutmuştur. Hicret gecesini hatırlayalım. Resûl-i Ekrem’in evini kuşatan Allah düşmanları, onu öldürecekleri ânı sabırsızlıkla beklerken, Peygamberler Sultanı Yâsin sûresini okuyarak evinden çıkmış, “Önlerinden bir set, arkalarından bir set çektik, gözlerine perde indirdik, onlar artık göremezler” âyetine gelince yerden aldığı bir avuç toprağı bu nasipsizlerin suratına fırlatmıştı. Saçları, başları toz toprak içinde kalan kâfirler, avlarının uçtuğunu, Medine’ye göçtüğünü ancak bir gün sonra fark edebilmişlerdi. Hâlbuki ne hayaller kurmuşlardı. O seçilmiş savaşçıların aynı anda indirecekleri kılıç darbeleriyle başlarını ağrıtan problemi yağdan kıl çeker gibi halledeceklerini düşünmüşlerdi. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Kurdukları tuzağı daha güçlü bir tuzak bozdu. Allah Teâlâ olup bitenleri Resûlüne şöyle anlattı (meâlen): “Hani bir zaman kâfirler senitutup hapsetmek veya öldürmek yahut seni Mekke’den çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar sana tuzak kurarlarken Allah da onlara bir tuzak kuruyordu. Çünkü Allah o tuzak kuranların üstündedir” (Enfâl sûresi 8 / 30).

“Bütün mesele Allah’ın lütfuna lâyık olabilmektir. Müminler ilâhî yardımı hak ettikleri sürece onların yâri aleyhlerindeki oyunları bozacak, tuzakları kıracaktır.(8)

“Allah, “Duayı icrada arayan” kulların duasını kabul ve nefsine vacib kılarak, “Başyücelik Devleti” idealinin gerçekleşmesini nasib etsin!”(9)

Yukarıdaki duanın sahibi olan Büyük Şahid İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun, 28 Şubat Süreci şartlarında bütün varidatını riske ederek, “1999; Ümmetin Kurtuluş Yılı… Müslümanlar dik durun, karşınızda leşler var!” müjdesini Anadolu Müslümanlarının şahsında tüm dünya Müslümanlarına verdiğini biliyoruz. Müslümanların aleyhine işletilen 28 Şubat Süreci şartlarını “Kendinden zuhur” esprisi üzerinden Müslümanların lehine çeviren İBDA Mimarı, 5 Aralık Zafer Marşı’nın söylendiği Metris şartlarında yapmış olduğu şu duanın mahiyeti, “Tabut-u sekîne” mânâsı ile doğrudan ilişkili olsa gerektir: 

1- Bizi İslam ihtilalini gerçekleştirmenin madde ve mana şartlarına erdir.
2- Güç senin, kuvvet senin, kudret senin yarabbi! Senin izninle büyüklerimizin! Büyüklerin ruhaniyetini üstümüzden eksik eyleme yarabbi!
3- Kâfirleri bizim hareketimizin lehine olacak şekilde birbirlerine kırdır Yarabbi!
4- Onların güçlülerini helak et, binalarını başına yık yarabbi! 
4- Kafirleri korkudan dolayı iş ve hareketten kes, Kalblerine korku düşür, bize davanın istediği heybeti, vakarı, haysiyeti ver yarabbi!..
5- Bize şehitlik şuuru ver ve bunun zevkini yaşayarak davranışta bulunmamızı nasip eyle yarabbi!..
6- Bizim küçük hareketlerimizi sen fazlınla misillerce bereketlendir Yarabbi!
7- Hareketimizin başarısı için Huruç gerekiyorsa hurucu, savunma gerekiyorsa savunmayı, hayırlısı ne ise bize onu nasip eyle Yarabbi!..  

“Duayı icrada ara!” ihtarını yapan ve bunun gereğini yerine getiren İBDA Mimarı, her defasında “hak edişler üzerinden yürümek lâzım geldiğini” ihtar etmekten hiçbir zaman geri durmamıştır. Mümin kalblere zâtiyle “sekîne” olan İBDA Mimarı, yine her defasında çok büyük bir davanın taşıyıcısı ve de büyük bir mânânın habercisi olduğunu haber vermişlerdir. Lâkin o hayatta iken onun kıymeti bilinemedi ve yine ümmet olarak ona inanmakta güçlük çekildi. Hazret-i Salih Aleyhisselâm (Semud Kavmi veya Ashab-ı Hicr) üzerinden Allah’ın çok büyük bir mucizesi olarak zuhur eden kayanın içinden çıkan deve ve ardından onun öldürülmesi hadisesinde olduğu gibi, -“Ahbes-i Lâin” veya “Beton Kamal” üzerinden madde planında kurtuluş ve sonrasında ruhsuz cumhuriyeti hatırlatmak isteriz. Ayrıca, “Hayatımda en çok korktuğum insan” dediği Üstadı Necip Fazıl tarafından, “Kültür Davamız” isimli eseri hakkında, “Bu kitab, Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli nefs murakabesi eseridir.” sözünü söylediğini de hatırlatmak isteriz! Zâtiyle bir mucize olarak zuhur eden İBDA Mimarı, fert ve toplum, dolayısıyla da müesseseler üzerinden devlet içerisinde çöreklenen Telegramcı muktedirler tarafından şehid edildi. Türkiye şartlarında en azından bu duruma seyirci kalındı ve Allah tarafından ahir zaman ümmetine bahş edilen büyük bir mucize gereği gibi anlaşılamadı ve yine gereği gibi ona sahib çıkılamadı. Devenin katledilmesi hadisesinde dönemin insanına ne tür bir belanın isabet ettiği Peygamberler tarihinde mevcuttur.(10) Zamanımız insanını nasıl bir belanın beklediği ise tahayyül sınırlarını aşmaktadır. Efendi Hazretleri’nin, (meâlen), “Allah’tan adaletiyle değil, rahmetiyle tecelli etmesi için dua edelim. Adaletiyle tecelli ederse yanarız!” duası yüzü suyu hürmetine, Rahman Sûresindeki mucize âyetler (19 ve 20. Âyetler) yüzü suyu hürmetine, “Rahmetim gazabımı geçmiştir!” buyuran Allah Azze ve Celle bizi affetsin, amin! 
 
Dipnotlar
1-https://islamansiklopedisi.org.tr/sekine
2-Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh el-Kurtubî (ö. 671/1273) el-Cami ‘li-ahkâmi-l-Kur’an adlı eseriyle tanınan tefsir, hadis ve fıkıh âlimi. Kurtuba’da (Cordoba, Endülüs / İspanya) dünyaya geldi. Doğum tarihi VI. (XII.) yüzyılın sonları veya VII. (XIII.) yüzyılın başları olarak tahmin edilmiştir (el-Kasabî Mahmûd Zelat, s. 8; Miftâh es-Senûsî Bel‘am, s. 85-86).
3-Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandî (ö. 333/944). Mâtürîdiyye mezhebinin kurucusu, müfessir ve fakih.
4-https://islamansiklopedisi.org.tr/sekine
5-https://dergi.altinoluk.com/index.php?sayfa=yillar&MakaleNo=d166s024m1
6-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-hicbir-mehdinin-erisemeyecegi-146-h619.html
7-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-risale-i-uc-isik-90-h161.html
8-https://dergi.altinoluk.com/index.php?sayfa=yillar&MakaleNo=d166s024m1
9-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-ayar-yerli-yerince-etmek-337-h3144.html
10-https://www.siyerinebi.com/tr/salih-peygamber-semud-kavmi-ashab-i-hicr


Baran Dergisi 646. Sayı