“Asrın Yesevîsi” lakaplı Ahmet Arvasi Hoca benim için kim mi? Bu toprağın yerlisi olan bir mütefekkir. Ehli Sünnet anlayışına gönül vermiş olarak eserlerini yoğururken bu ölçüler içinde hassasiyetini göstermiş bir fikir ehli. Eğitimci olmakla birlikte çeşitli yönlerden okuma yaparak o sahalarda da bizi besleyen yüce bir insan. Batı dünyasının fikir adamlarını anlatmakla kalmayıp, o insanların eserlerinden alınması ve atılması gereken yerleri bize göstererek tenkid şuurunun ne olduğunu öğreten bir münekkid. Mevdudîler, Seyyid Kutuplarla velhasıl Pakistan ve Mısır kaynaklı yerli olmayan eserleri okuyarak beslenen “Milli Görüş”lü kardeşlerim, asrın eseri elimizde, bu eser bize yeter de artar deyip Risale-i Nurlarla muhatap olup, kelamın delillerinde yüzüp, zevken idrak noktasına eremeyen Nurcu kardeşlerim… Size sesleniyorum….

Ve nihayet rol model olacak abi keyfiyetlilerden yoksun okuma noksanı kardeşlerim, Ülkücüler de bundan nasiplenemediler. Dilerim bundan sonra delilikten öte bu tavır sona erer…

Arvasi Hoca kim mi? “Kendini Arayan İnsan”, “İnsan ve Ötesi”, “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz” ile “Türk ve İslam Ülküsü” eserleri batı dünyasına tercüme edilse muazzam bir ilgiye düçar olacak bir irfan ehli.

Arvasi Hoca kim mi? Bu topraklarda bin yıldır kardeşçe yaşayan milletleri bir arada tutucu anlayışın ta kendisi. Milliyetçiliği kabuk ve posa anlayıştan arındırarak muhtevada göstermiş ve Türk’ü Turancılık davasını da hasrına alıp ideal haline getirici nizama alem davasını Anadolu insanına nakşetme derdinde yanmış bir Alperen…

Onu minnetle yâd ederken, yolu yolumuz olsun. Allah rahmet etsin…

Hocamızın eserlerinden her daim ilham alıcı bir edada, onunla sohbet etme tarzında bir yazı kaleme aldım. Aynı zamanda bir mülâkat gibi… Dilerim onun aziz ruhunu incitmemiş olurum. Hatalar nefsimden güzellikler hocamızdan bilinsin…

B.Y: Sevgili hocam her ikimizde aynı meslek grubundanız. Bir bakıma sizin de ifadenizle peygamber mesleği olan öğretici ve eğitici mevkiindeyiz. Ne mutlu bizlere. Her şeyden önce “Asrın Yesevisi” olarak sizinle aynı meslek grubundan olmak bana büyük bir ilham kaynağı oluyor. Asrın Yesevisi payından hisse alma derdiyle mücadelemi sürdürürken önümde her an sizler gibi büyüklerimi meşale olarak gördüğümü söylemek isterim. Sevgili hocam her mevzuda mütefekkir edasında görüşünüz varken sizinle takdir ederseniz eğer aile üzerine röportaj yapma arzusundayım. Selâmın aleyküm diyerek başlayalım...

Ahmet Arvasi: Aleyküm selâm… Buyrunuz…

B.Y: Sevgili hocam, klasik bir soruyu alâkanıza sunuyorum… Aile deyince ne anlamalıyız?

Ahmet Arvasi: Tarihin en eski ve köklü müessesesi ailedir. Değişik zaman ve mekanlarda, değişik görünüşler kazanmasına rağmen “aile” daima var olmuştur. Aile en küçük toplum birimidir. Toplum, kendi arasında üreyen, ortak tecrübelere bağlı ve ortak yaşayan insan grubları olarak tarif edilebilirse, bütün bu hususiyetlere sahip olan aile, gerçekten sosyal hayatın temel birimidir.

Dinimize göre, insanlık aile ile başladı. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’e göre, bu aile, bir erkek ve bir kadından ibarettir… İnsanlık Thomas Hobbes gibi vahşi ve egoist bir canavar olan fertler ile başlamadı. İnsanlık Durkheim’in savunduğu gibi özel hayata ve şahsiyete imkan ve fırsat tanımayan insan sürüleri demek olan klan ile insanlık başlamadı. İslam dini, sosyolojisini, aile üzerine kurar.

B.Y: Efendim, çok güzel bir şekilde belirttiğiniz gibi insanlık Hz. Adem babamız ve Hz. Havva anamız ile başlar. İnsan hataya düşer ve tövbe ederek affa mazhar olup hayatını idame ettirir. Bu idamede hazza mı, yoksa fazilete mi göre yaşayarak hakikati tecelli ettirir? Aileyi kurarken neye dikkat etmeliyiz?

Ahmet Arvasi: Fransız sosyolog Le Play sosyal incelemenin temel birimi “atomu” ve “hücresi” olarak aileyi işaretleyip, sosyal araştırmalarına “aile monografileri” ile başlarken hayli haklı gözükmektedir. Bu sosyoloğa göre, cemiyetin buhranları, ailelerin yapısından işleyişinden kaynaklanır. Cemiyetin huzuru, ailedeki manevi ve ekonomik bütünlüğün korunmasına bağlıdır. Gerçekten de babanın müşfikliğinden ve otoritesinden, annenin samimi ilgi ve koruyucu müsamahasından mahrum kalan, manevi, maddi dayanışmasını ve bütünlüğünü kaybeden ailelerden ibaret bir cemiyet hayatı dayanılmaz acılara sahne olur. Dünyadaki buhrana biraz da bu gözle bakmak gerekir.

B.Y: Evet efendim… 2001 krizinde, yüksek seviyede ve iyi bir ücretle çalışan insanların işsiz kaldıklarına bizzat şahid oldum. O süreçte bu insanlar kendi anne ve babalarının destek ve ümit aşılamasıyla hayata tutundular.

Ahmet Arvasi: Aileyi teşkil eden erkek ve kadın, din, ahlak, töre ve millî varlığımız karşısında sorumluluklar alabilmeli, bu meselelerde hassasiyet hissedebilmelidir… Aile, sadece iki kişinin, kendi mutlulukları için yaptıkları sözlü ve yazılı bir sözleşmeden ibaret değildir. Belli sosyal fonksiyonları yerine getirmek üzere bir vazife ve sorumluluk yüklenmek demektir. Ailenin mutluluğu ve sosyal hayatın huzuru, aileleri teşkil eden kadın ve erkeğin duygularına nisbetle gelişecektir.

B.Y: Peygamber Efendimiz, ümmetine ne güzel çağrıda bulunmuş: “Evlenin ve çoğalın! Çünkü ben kıyamet gününde diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim!” Yine Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuş: “Kadın dört sebepten biri için alınır: Malı, soyu, güzelliği ve dindarlığı. Sen diğerlerini geç dindar olanı seç. Aksi taktirde sıkıntıya düşersin!’’ Efendim boşanma sayıları o kadar arttı ki, insanlar hedonist hayatın zirvesinde olmak için makam, mevki ve zenginliğe düşkün hâldeler. Sanki Peygamber buyruğunun tersinden gerçekleştiricisiler. Ailede anne ve baba hususi olarak neye dikkat etmeli?

Ahmet Arvasi: Ailenin çok önemli sosyal fonksiyonları vardır. Biz bunların birkaçına temas etmek istiyoruz. Her şeyden önce aileler, beden ve ruh sağlığı yerinde olan nesiller üretmek zorundadır. Bu da ancak kendilerini çocuklarına vakfeden mukaddes annelerin ve yuvalarına sadık namuslu babaların görevidir. Aile dışında doğan yahut anne ve babaların şefkat ve himayesinden mahrum kalan nesillerin beden ve ruh sağlığı tehlikededir ve bunlar millet hayatı için bir tehdit unsurudur. Aile, millete muhtaç olduğu sayı ve kalitede insan unsuru temin eden yüce bir müessesedir. Ailenin diğer önemli vazifesi de, milli kültürün, milli ülkülerin ve milli tarihin temel değerlerini genç nesillere aktarmak, çocuklarımıza dini ve milli değerlerimizin içinde kalarak şahsiyet kazandırmaktır. Aile, bu vazifesini yaptığı müddetçe millete ölüm yoktur. Aile, yabancılara değil, kendi milletine adam yetiştirmelidir. Çocuk en küçük yaştan itibaren Türk ve Müslüman olmanın şuur ve imanını taşımalı ve yaşamalıdır…. Ailelere düşen, başka önemli bir vazife daha vardır. Aile; çocuklarına, kabiliyetlerine uygun, meşru bir iş ve meslek kazandırmak hususunda devletle işbirliği yapmalıdır. Sosyal iş bölümünde herkes kendine, cinsiyetine ve kabiliyetlerine ahlâkla yaklaşıp tekâmül etmelidir. Bu iş bölümünden fertler, aileler, millet ve devlet faydalanmalıdır. Serseriliğe, sahipsizliğe, tufeyliliğe müsaade edilmemelidir.

Ailenin sosyologlarca önemli sayılan bir vazifesi daha var: Aile, hayatın “gerilme ritmi” içinde mücadele veren kendine mensup fertleri, sıcak ve huzur dolu kucağında “gevşeme ritmine” sokarak rahat ettirmeli ve yarınki hayat mücadelesine hazırlamalıdır. Yaşamak tatlıdır fakat çetin bir mücadeleyi gerektirir. Hele çağımızda hayatın hay ü huyu içinde yıpranan sinirler, ağır yorgunluklar, huzur ve sükuna olan ihtiyacımızı çok daha arttırmış bulunuyor. Hepimiz resmiyetten uzak, rahatça içimizi dökebileceğimiz, sevileceğimizi ve korunduğumuzu bildiğimiz bir yuvaya ne kadar muhtacız... Aile bu vazifeyi de başarmalıdır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükun yaptı.”

B.Y: Efendim, kadın ve erkek, kendi ailelerine dahi hürmet gösteremez hâlde. Ana ve babalar, “Aman evladım rahat etsin!” anlayışına esir olmuş vaziyette. Yâni, aileyi himaye edip, desteklemek ve ahlâkî açıdan muhkemleştirmek gibi bir kaygı içerisinde değiller de, maddî kaygılar çerçevesinde bir arayış içerisindeler. Aileler, evlilikleri bozucu ve köstekleyici olduklarının şuurunda değiller. Hangi anne ve baba oğluna, “Gelin kızımıza evde şefkat ve merhamet göster, onun yanında çocuksu bir hale bürünüp güzel vakit geçir, evin dışında ise erkekçe bir tavırla yiğit ve fethedici gözük. Gelin kızımız senin gözlerine baktığı zaman en güzel kadın olduğunu ve senin yanında en değerli varlık olduğunu hissetmeli. Güzel oğlum hayatta en değer verdiğin haslet vefa olsun.” diyor ki? Yahut hangi anne ve baba, kızına Peygamber Efendimiz’in kızına (Hz. Fatıma) verdiği öğütlerden bahsediyor? Ne demişti Resûller Resûlü kızını evlendirdikten sonra: “Bedenini (nefsini) temiz tut, dilinle Rabbini zikreyle Fatıma…” Hz. Fatıma sordu: “Bedenimi nasıl temiz tutayım ya Resûlullah?..” Allah Resûlü: “Su ile temizlenmekle. Kocan sana baktığı zaman ferahlasın. Gözlerine sürme çekmekle. Çünkü sürme kadınların ziynetidir. Ey Fatıma! Başına zeytinyağı sür. Başına zeytinyağı süren kadına şeytan zarar vermez… Ey Fatıma! Kocan sana baktığında gözlerini yumma ki, muhabbetin artsın. Kocan başka tarafa baktığı zaman sen onun yüzüne bak ki, bir ay oruç tutmuş gibi sevap kazanmış olasın. Ey Fatıma! Kocan seni yatağına çağırdığı vakit gitmemezlik etme ki, Allah’ın lanetini kazanmış olmayasın. Ey Fatıma! Cinsi münasebette kocana latife et, şakalaş ki, sana muhabbet etsin. Böylece başkasına muhabbet etmesin. Ey Fatıma! Kocanın ayıbını ve kusurunu başkasına açma. Çünkü bu sebeple, Allah-ü Tealâ’nın, meleklerin, peygamberin, sonra da kocanın gazabını kazanmış olursun. Ey Fatıma! Bu vasiyetleri bana Cebrail Aleyhisselam bildirdi.”

Ahmet Arvasi: Peygamber buyruğu her Müslümanın başında taç olmalıdır.

B.Y: Efendim hayli vaktinizi aldık... Son olarak kapitalist ve komünist zihniyetin son bir asırdır aile üzerindeki tahribatından bahsedebilir misiniz?

Ahmet Arvasi: Kapitalist dünyada sahte bir feminizm maskesi altında yürütülen ve bütün gücünü, kadın ve erkek çatışmasından, rekabetten ve düşmanlıktan alan “kadın hakları savunuculuğu”nun istismar edilişine şahit oluyoruz. Aynı oyunu Komünistler de ezen ve ezilen diyalektiği içinde ele alarak kadın-erkek çatışmasını bir nevi sınıf çatışması havasında işlemektedir…19. yüzyılın ortalarına doğru bilhassa kapitalist dünyada erkek işçilerin, kapitalistlerin istismarına kafa tutması ve isyan etmesi neticesinde, erkek işçiler kitleler halinde işten kovuldu, hatta katledildiler. Daha ucuza çalışabilecek ve daha uysal olmaları beklenen kadınların ve çocukların birdenbire ekonomik hayata itilmeleri bundan sonra güçlendi. Kapitalist dünyada birdenbire feminizm akımı icad edildi. Erkek işçilere karşı kin ve husumet dolu kapitalist propagandistler şöyle konuşuyor ve yazıyorlardı: “Kadınlar da erkekler gibi çalışmalıdır. Onları erkeklerin tahakkümünden kurtarmak gerekir. Onlar çocuk doğurmak ve yetiştirmek gibi göreve mahkûm edilen birer esir olamazlar. Onların da erkekler gibi serbest hayata ihtiyacı vardır.” Komünistler, bir ara Sovyetlerde bu düşüncelerini tatbik etmeye kalkmışlar, ailenin lağvedilmesi (dağıtılması) yoluna gitmişler ve insanların üremesini devlet eliyle planlayarak doğan çocukları yetiştirmek üzere şartlandırma cihetine girişmişlerdir. Böylece evinden ve yuvasından uzaklaştırılan kadın, tabiatının gereği olan annelik fonksiyonlarından mahrum edilerek proleterleştirilmiş ve çocuklar Komünist partizanların insafına terkedilmiştir. Komünist dünyada proleter kadınların ekonomiye ve üretime ne getirdikleri ayrı bir tartışma konusudur. Fakat annelerin, aile ve çocuklarından uzaklaşmaları, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik hayatın en önemli ve temel unsuru olan insanın beden ve ruh sağlığının tehlikeye atılması sonucunu doğurmuştur.

B.Y: Sevgili hocam bunları bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.

Ahmet Arvasi: Ben teşekkür ederim, fikirlerime dikkat kesilip değer verdiğiniz için.

Baran Dergisi 730.Sayı