Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde CHP’nin 27 Mayıs öncesine benzer bir tertip içine girdiğini dile getirdi? Nasıl bir tertipten bahsediliyor. 27 Mayıs öncesiyle bugünün benzerliği nedir?

Öncelikle 27 Mayıs, CHP’nin tarihindeki kara bir lekedir. Kanlı ve alçak bir darbe olan 27 Mayıs’ın tam göbeğinde CHP ve İsmet İnönü olmuştur. Özellikle 1957 seçimlerinden sonra İnönü ve CHP, darbeye zemin hazırlamaya, orduyu kışkırtmaya, kendine yakın basını ve üniversiteleri, Menderes ve Demokrat Parti’ye karşı tahrik etmeye başlamıştır. Aslında İnönü, Demokrat Parti’ye altı ay veya en fazla bir senelik iktidar ömrü biçmiştir. Ancak işler pek İnönü’nün beklediği gibi gitmez. Demokrat Parti’nin ve Adnan Menderes’in iktidarını korumaktan öte siyasi gücünü sürekli artırması, İnönü ve CHP’nin şiddet politikasına savrulmasına neden olmuştur. CHP çizgisindeki Ulus, Yeni Ulus, Akis ve Halkçı Gazete özellikle Başbakan Menderes’i tezyif ve tahkir ederek itibarsızlaştırmaya çalışmıştır. Yıllar sonra darbeci Orhan Erkanlı “biz darbeyi Akis dergisi ve Ulus gazetesi okuyarak yaptık” demesinin arkasında, aslında, bu olgu vardır. İnönü ile uzun bir müddet siyaset yapan ve CHP’nin kurmaylarından olan Nihat Erim’in 27 Şubat 1962’de günlüğüne düşmüş olduğu not, İnönü’lü CHP’nin 27 Mayıs’taki rolünü ortaya koyar niteliktedir. Erim, günlüğüne şu notu düşmüştür: “İnönü’nün bu işte büyük sorunu var. 27 Mayıs’ı teşvik etti. Askeri, politikaya teşvik etti. İhtilale azmettirdi.” Aslında tarih yeniden bir kez daha tekerrür ettirilmeye çalışılıyor. Kılıçdaroğlu’lu CHP de aynı stratejiyi izliyor, aynı taktikleri kullanıyor ve aynı yalanları söylüyor. 27 Mayıs sürecinde Menderes’in “Öğrencileri kıyma makinesine attı” yalanının arkasında CHP yok muydu? Yalan, CHP siyasetinin önemli bir parametresidir. Toplumsal ve siyasal kutuplaşma CHP’nin önemli bir parametresidir. CHP, toplumsal ve siyasal alandaki kutuplaşmayı derinleştirmeye ve yalanın gücüyle kendi seçmenini konsolide etmeye çalışmaktadır. Tertip, siyasetin ve iktidarın itibarsızlaştırılmasıdır. Bundan dolayı Kılıçdaroğlu ve kurmayları toplumun karşısına her gün yeni bir yalan ile çıkmaktadır. Siyasi bir akıl tutulması yaşayan CHP, maalesef siyaseti ve siyasal zemini zehirliyor.

60 yıl önceden verilen örneklerle CHP’de bir değişiklik olmadığını görüyoruz. Açıkçası değişim de beklemiyoruz. Dolayısıyla yapılması gerekenin de Menderes’in akıbetini yaşamamak için onun yaptığından farklı olması gerekmiyor mu?

Öncelikle tarihten ders almalıyız. Biz tarihi seven tarihi ile gurur duyan ancak ders almaktan uzak bir toplumuz. Türkiye, Cumhuriyet Dönemi’ndeki ilk askeri darbesini 27 Mayıs 1960’da oldukça kanlı bir biçimde yaşamıştır. 1923’ten itibaren devam eden baskıcı Tek Parti idaresinden sonra 14 Mayıs 1950’de gerçekleşen seçimle millet Beyaz bir ihtilal yapmış ve Adnan Menderes’in Demokrat Parti’sini demokratik yollarla iktidara taşımıştır. On yıl iktidarda kalan Demokrat Parti, maalesef askeri darbe ile siyasi yolculuğunu tamamlamıştır. On dört idam, onlarca müebbet ve yüzlerce kişiye verilen uzun süreli hapis cezaları… Darbeci cunta bunlarla da yetinmemiştir; 235 general ve 3 bin 500 civarında subay emekliye sevk edilmiş, 147 üniversite öğretim görevlisi görevinden alınmış, bazı üniversitelere el konulmuş, 520 hâkim ve yargıç görevinden el çektirilmiştir. Böylece Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in dediği gibi devlet, halkın elinden geri alınmıştır. Ancak daha da kötüsü, 27 Mayıs’ın geriye bırakmış olduğu antidemokratik mirastır. Bu tarihten itibaren asker; siyasete müdahil olmayı, siyaseti dizayn etmeyi ve devleti, milletten korumayı kendine misyon edinmiştir. Siyaset kurumunu ve siyasi aktörleri demokratikleştirmek ve milletin yanına çekmek hedefinde olunmalı. Yoksa Türkiye, bu güzel ülke sakatlanmaya devam edecektir.

Sahibinin CHP olduğu bir sistemde-rejimde Anadolu’nun menfaatlerini korumak, Batı ve Batıcılarla mücadele edebilmek ne kadar mümkündür? Er yahut geç sürekli gündeme gelen türlü tertipler bunun mümkün olmadığını göstermiyor mu?

Maalesef... Ancak elimizde siyaset ve hukuk kurumundan başka bir güç yok. Siyasi partiler, mevcut sosyal grup ya da sınıfların politik hayattaki yansıması, temsilcisi ve dışavurumudur. Partilerin en önemli misyonlarından birisi, temsilcisi oldukları sınıfın ekonomik ve kültürel menfaatlerini savunmaktır. “Süngülerle her şey yapılabilir, ama üzerine oturulamaz” diyen Napolyon’un bu sözünün siyaset bilimindeki karşılığı, bir liderin veya bir partinin belirli bir toplumsal tabana dayanmak zorunda olduğudur. Bir parti, sosyal tabanının gücünü ne kadar etkili kullanabilirse o derece başarılı olur. Hiçbir toplumsal hareket, dayandığı toplumsal kesimlerin olanaklarını tamamen aşamaz. Kasabalı, zengin eşraf, doktor, avukat ve batılılaşma projesine inanmış bürokratlardan destek alan CHP’nin seçmen tabanını, kendini Kemalist, ulusalcı, sosyal demokrat, Atatürkçü olarak tanımlayan “seçkin” kimseler oluşturmaktadır. Bu kitle maalesef Anadolu’ya mesafelidir ve yer yer düşmandır. Anadolu insanı ile kendini seçkin gören CHP’li seçmen arasındaki mücadele bu ülke var oldukça devam edecek gibi görünmektedir.

CHP’nin öncülüğünde siyasetçisinden gazetecisine yalanlara sarılan muhalefetin bunu rahatça yapabilmesinin iktidar kanadının da neredeyse onlara simetrik bir görüntü arz etmesiyle alakası yok mu?

Türk siyasi tarihi bunun bize tam olarak böyle olmadığını söylemektedir. Tarih boyunca CHP’nin dışında iktidar olmuş partiler, CHP’nin yalanlarını düzeltmek için çaba sarf etmişlerdir. Bu sürecin benzeri 27 Mayıs darbe sürecinde yaşanmıştır. 14 Mayıs 1950 genel seçimlerinde oyların yüzde 53,35’ini alan Demokrat Parti, 2 Mayıs 1954 seçiminde oylarını yüzde 58,4’ünü alarak gücünü artırmıştır. 27 Ekim 1957’de yapılan genel seçimlerde de oyların yüzde 47,8’ni alarak ezici üstünlüğünü korumaya devam etmiştir. Bu durum, İnönü’nün şiddet siyasetine ve antidemokratik yollara müracaat etmesine neden olmuştur. 2010 yılından beri girdiği her seçimi ezici bir biçimde kaybeden Kılıçdaroğlu’nun yaptıkları da aynıdır. İktidarın başarısı, CHP’nin yalana ve algı oyunlarına müracaat etmesine neden olmaktadır. Bundan kaçış yok sanki. Algı gerçeğin hep bir adım önünde… Ama algıya teslim olmamak, eşrefi mahlukat olan insanların işi değil midir?

Muhalefet kanadının son günlerde daha keskin çıkışlar yapmasının iktidara ve muhalefete bakan yönleriyle sebepleri nelerdir?

Keskin sirke küpüne zarar verir. Ancak son dönemde muhalefet partileri söylem üstünlüğünü ele geçirmiş gözüküyor. Burada sorulması gereken soru şu olmalı; bu muhalefet partileri, bu ülkeyi geleceğe taşıma kapasitesine sahip midir? CHP, bunu yapabilir mi? İkircikli bir siyaset izleyen Kılıçdaroğlu, bu ülkeyi yönetebilir mi? FETÖ’ye karşı sessiz kalan İyi Parti ve Meral Akşener, bu ülkeye ne verebilir? HDP, Saadet Partisi, DEVA veya Gelecek Partisi’ni saymıyorum bile. Mesele, Türkiye’nin her anlamda bölgesel ve küresel güç olmasıdır. Bu çabanın, bu iradenin devam ettirilmesidir. İktidar kanadında da bir çürüme, tabii ki görülüyor. AK Parti de iktidarını sürdürmek istiyor ise kendini yenilemeli ve prangalarından kurtulmalıdır.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ederim.

Baran Dergisi 756. Sayı