İlk sorum gündemle ilgili olacak. PKK’nın bu son saldırılarını nasıl değerlendiriyorsunuz ve bunun “Çözüm sürecine” etkisi ne olur? Çözüm sürecinde en çok dillendirilen husus iki tarafın da “samimi” olup olmadığıydı. Yani iki taraf da süreç boyunca hep birbirinin “samimiyetini” sorguladı..
Sayın Cumhurbaşkanımız da, Başbakanımız da, bizler de her seferinde şunu açıklıkla belirttik; Çözüm süreci PKK’ya bölgesel bir iktidar alanı açmak için başlattığımız bir süreç değildir. Çözüm süreci PKK’nın silah marifetiyle Kürtler üzerinde hakimiyet kuracağı bir süreç de değildir. Asayişsizlik süreci de değildir. PKK ve HDP bunu bir asayişsizlik sorununa dönüştürürse, Kürtler üzerinde silah marifetiyle iktidar olmaya yönelen bir görünüm kazanırsa, devlet olarak, hükümet olarak elimizden gelen her şeyi yapar, buna asla müsaade etmeyiz.
Bu son hadiselerin Amerika’da yapılan “Kürt Konferansı” ile ilgili olduğunu düşünüyor musunuz?..
Kuşkusuz bununla da bağlantılı bir yönü var.
-Özellikle Demirtaş’ın Amerika’dan gelir gelmez böyle çağrı yapması ardından bu hadiselerin patlak vermesi açıkçası çok “şüpheli” bir durum. “Kobane” diye burada insanlara saldırmanın “ideolojik bir gerekçesi” olamaz?.. Çünkü bunun bir temeli yok...
Evet, akla ziyan bir açıklama. Asıl mesele de şu; ben şahsen PKK’nın samimi olduğu kanaatinde değilim. PKK’nın ideolojik olarak sosyalist, laik-seküler bir yapısı var, toplumsal taban itibariyle dindar olabilir ama. Bu meselenin İslâmî dünya görüşüne mensup bir iktidar tarafından çözülmesinden son derece rahatsızlık duyuyorlar. Kandil’deki savaş baronları en az Gezi'dekiler kadar Erdoğan ve İslâm düşmanıdırlar. Dolayısıyla İslâmî bir dünya görüşüne mensup bir kadro eliyle bu sorunun çözülmesi, aynı zamanda bölgedeki hakimiyetlerinin de ortadan kalkması anlamına geliyor. Şimdi onlar hazır ellerinde silah varken, Rojava benzeri bir oluşum yaratmaya çalışıyorlar. Yani “Suriye’nin bir Rojava’sı varsa Türkiye’nin de bir Rojova’sı olmalı ve her iki Rojava’nın da silahlı patronu ben olmalıyım” diyen bir Kandil gerçekliği ile karşı karşıyayız. Bu yüzden asla samimi değiller. Ve kesinlikle de “dış destekli”ler. Ülke ismi zikretmek istemiyorum, fakat bunlar malûm; tekrar PKK üzerinden Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak isteyen Türkiye düşmanı çevreler var. Buna Paralel yapı da dahil. Bütün bu çevrelerle işbirliği içinde olan bir Kandil gerçeği ile karşı karşıyayız.
Bu son hadiselerde Pensilvanya parmağı olduğu çok aşikâ; hadiseler karşısında gösterdikleri, nerdeyse zil takıp oynayan,“oh olsun” diye göbek atan bir halleri var. Sizce de öyle değil mi?..
Evet, bunda hiç kuşku yok. İnsanın böyle bir tablo karşısında sevinmesi için nasıl bir şey olması lazım düşünün. Bir ihanet şebekesidir Pensilvanya, Paralel yapı. Ve şu an Türkiye düşmanları ile aynı blok içinde yer alıyorlar. PKK da aynı blok içinde, Türkiye düşmanları içinde yer alıyor. Ayrıca PKK’nın iddialarıyla Pensilvanya’nın iddiaları birebir aynı. Her ikisi de “IŞİD’ın arkasında Ak Parti hükümetinin bulunduğunu” söylüyor. Her ikisi de bu algı üzerinden hükümete yükleniyorlar. PKK Kürt mahallesini manipüle etmek için bu algıyı yaratmaya çalışıyor; Paralel yapı da hem Kürtleri, PKK’nın mobilize ettiği Kürtleri Ak Parti hükümeti ile savaştırmak için böyle bir algı yaratıyor hem de uluslar arası camiaya, “Ak Parti’nin terör örgütlerinin arkasında olduğu” imajını vermeye çalışıyorlar.  Bu son olayda, PKK’nın Kobane bahaneli Gezi kalkışmasının her aşamasında Paralel yapı olayın göbeğindedir.
Bizim şöyle bir tesbitimiz var, buna katılır mısınız bilmiyorum: Bu paralel yapı ile sürdürülen mücadelede, bu yapının “sinsi karakterini” esas alarak diyebiliriz ki, Hükümet bunlara karşı gardını düşürdüğü anda beklemediği bir darbe yiyebilir. Ne dersiniz?..
Kesinlikle!. Çok doğru bir tesbit bu. Bundan sonra paralel yapıya mensup olanların nedâmetlerine inanmak bile safdillik olur. Bu 10 Ağustos’da Paralel siyaset sandığa gömüldü, 12 Ekim’de yargı üzerindeki paralel vesayet bitti. Fakat bundan sonra da paralellerin oyunları çok!
-Ne gibi?..
-Şimdi yapılacak olan şeyleri size söyleyeyim, bunu yarın çıkacak olan Yeni Şafak’taki yazımda da yazdım; bizden bile daha fazla Ak Partili görünerek Ak Parti'yi ele geçirmeye çalışacaklar, Ak Parti içinde nüfuz elde etmeye çalışacaklar. Ve 2015 seçimlerine yönelik operasyonel hazırlık içindeler. Şayet Davutoğlu bir biçimde başarısız olursa, Davutoğlu’nun yerine kendileri ile uyumlu çalışacak bir başkasını getirme hazırlığı içindeler. Böyle bir senaryo, Davutoğlu genel başkan seçilmeden önce de vardı, bu akâmete uğradı. Tekrar bu projenin, bundan sonra çok daha rafine, komplike, daha da sofistike biçimde devreye sokulacağını söyleyebilirim.
Buna karşı ne gibi tedbirler almayı düşünüyorsunuz?.. Öncekilerden çok daha tehlikeli ve sinsi bir süreç başlıyor demek bu?..
Biz buna asla izin vermeyeceğiz. Bu oyunun, bu tuzağın farkındayız. Erdoğan’ı köşke sıkıştıracak, partinin başına kendileri ile uyumlu bir başkasını getirecek bir proje asla amacına ulaşamaz. Erdoğan var olduğu sürece, bizler var olduğumuz sürece, Davutoğlu var olduğu sürece, hiç kimsenin kuşkusu olmasın: paralel yapının içimize sızmasına izin vermeyiz!
Şurası kesin bir gerçek ki, paralel yapı bu işin peşini bırakmayacak?..
Asla, asla!.. “Paralel”de oyun çok, bir defa bunu bileceğiz. Şeytanî bir zekaya sahipler.
Sinsi bir karekteri var…
Evet, sinsi bir karaktere sahipler. Haşhaşiler gibi çalışıyorlar, suret-i haktan görünmeyi çok iyi beceriyorlar. Korkunç derecede takiyyecidirler, ahlâksızlığın, nâmertliğin her türlüsü bunlarda var. Dolayısıyla şunu da belirtelim, cemaatin tabanındaki ihlas sahibi kardeşlerimizle hiçbir zaman bir sorunumuz olmadı. Ama “paralel yapı”nın tepe yöneticilerinin her türlü komplolarına hazırız. Ak Parti’nin içine hangi kılıkla olursa olsun, sızmalarına asla izin vermeyiz.
PKK’nın doğrudan Hüdapar’ı hedef almasının amacı nedir sizce?..
Aslında sadece PKK Hüdapar’ı suçlamıyor; aynı şekilde Pensilvanya da Hüdapar’ı IŞİD benzeri bir örgüt olarak görüyor. Halbuki Hüdapar siyasal bir parti. HDP ne kadar meşru bir partiyse, Hüdapar da o kadar meşru bir parti. Ve bugün Hüdapar’ın terörle, şiddetle hiçbir alâkası yok. Durduk yerde, PKK Hüdapar’ı IŞİD benzeri bir örgüt olarak göstermeye başladı. Ve IŞİD’a lojistik sağlayan bir örgüt gibi sunmaya başladı.
Tabiî ki bu koca bir yalan...Bir nevî kirli propaganda...
Evet, kirli propaganda. Aynı şeyi paralel yapı da yapıyor. Hüdapar, bizim tanıdığımız, bildiğimiz bir yapı. Geçmişte tabii ki yanlışları oldu. Özeleştirilerini de yaptılar. Şu anda şiddetten arınmış, demokratik mecrada yollarına devam eden bir hareket. Şimdi burada asıl mesele, PKK kendinden başka hiç kimsenin varlığına tahammül göstermiyor. Tabii orda Hüdapar’ın toplumsal bir karşılığı var, Ak Parti’nin toplumsal, siyasal bir karşılığı var. Dolayısıyla “Ak Parti eşittir İŞID, Hüdapar eşittir IŞİD” propagandası yapılıyor. Böyle sahte bir denklem kurulmaya çalışılıyor.
Tezkere konusunda düştükleri çelişki konusunda ne diyorsunuz?.
PKK’nın kitabında, HDP’nin kitabında çelişki, Paralelcilerin doğasında çelişki, çok “olağan” bir şey. Adamlar, hem “Kobane’ye gir” diyor, hem de “Kobane’ye girersen işgalcisin” diyor.
Böyle bir çelişki ile “siyaset”?
“Kobane’ye girme ama, koridor aç, PYD’ye silah yardımı yap” diyor. Türkiye, kendisine her türlü düşmanlığı yapan bir örgüte niye silah yardımı yapsın?.  Bu nasıl bir “talep”(!), anlamak mümkün değil.
“Bizim yerimize gidip orda Türk askeri savaşsın” ne demek?..
Orda sivil Kürt katliamı olduğunda biz asla seyirci kalmayız. Ama zaten şu ân orda sivil halk yok. İki silahlı güç orda iktidar savaşı veriyor. Birisi IŞİD, biri de PKK. İkisi de silah marifetiyle bölgesel bir hakimiyet kurmaya çalışıyor. PKK da Esed’in yardımıyla, Esed’in desteğiyle kendisine sağlanan bir alanda iktidarını sürdürmek için silahlı mücadele veriyor.
Bir de olayın şu boyutu var; hiçbir Avrupa ülkesi bir tane mülteci kabul etmezken, Türkiye bütün sınırlarını açarak, gelenleri kabul ediyor ve her türlü yardımı da yapıyor?..
Amerika’nın da, Avrupa’nın da Türkiye’ye politika dikte etmesine izin vermeyiz! Eski Türkiye yok artık. Yani hem hiçbir sorumluluk üstlenmeyeceksin, hem de Türkiye’ye “taşeron” bir rol biçeceksin?. Türkiye kendisine rol biçilecek bir ülke değildir. Bunu artık görmeleri lazım. Bu bölge bizim bölgemiz; biz Osmanlı bâkiyesi üzerine kurulmuş bir ülkeyiz. Biz artık, rol belirleyen, politika belirleyen bir ülkeyiz. Biz başkalarının operasyonlarının tetikçiliğini yapmayız. Ama bir yandan da mülteciler geliyor. Ki biz onları mülteci olarak da değil, kardeşlerimiz olarak görüyoruz. Kendi ülkelerine geliyorlar, bizim muhacir kardeşlerimizdirler. Elimizden gelen her türlü yardımı da yaparız. Sen bir tekine sahip çıkmıyorsun, ama lâf edebiyatı yapıyorsun. Türkiye üzerine düşen her şeyi yapmıştır. İnsanî anlamda üzerine düşen her şeyi yapmıştır. Biz IŞİD tehlikesini bertaraf etmekten içtinâb etmeyiz, ama niye ısrarla Esed rejimine sıra geldiğinde, Amerika, Batı, işte PKK/HDP, CHP, Esed rejimine bu kadar çok arka çıkıyor? Bunu da anlamıyoruz.
Ayrıca şunu da sorabiliriz, ülke olarak: “Biz IŞİD’la niçin savaşalım ki?” Durduk yerde. Amerika istiyor diye mi?..
Ha, IŞİD Türkiye’ye yönelik bir tehdit oluşturursa…
O ayrı bir şey…
Veya Türkiye’ye saldırırsa bu başka… Ama ben durup dururken, değil mi?. PKK orda silahlı hakimiyetini kursun diye, PKK’nın kazanımları için ben niye IŞİD’la savaşayım!. Şimdi “IŞİD kafa kesen, kafa koparan bir örgüt” de, “Esed kafa kesen, kafa koparan bir örgüt” değil mi?. İsrail, hunharca, alçakça devlet terörü uygulayan bir örgüt değil mi?. Siz İsrail’in devlet terörüne arka çıkacaksınız, sonra da IŞİD’ın kafa kopardığından bahsedeceksiniz?! Evet, IŞİD vahşet salıyor. Ama İsrail devleti vahşet salmıyor mu?. Mısır’da Sisi darbesinin arkasında durdunuz. Darbe yapan generaller, askerlerin marifetiyle namaz kılan sivil vatandaşları katletti. Niye ses çıkarmadınız?.
Dolayısıyla, Amerika’nın, Batı’nın bu “IŞİD’la mücadele plânı” aslında IŞİD’ı daha da büyütüyor. Çünkü İslâm coğrafyasında, dünyanın pek çok yerindeki Müslüman gençler, bu ikiyüzlü samimiyetsiz politikalardan dolayı, öfkelerini IŞİD üzerinden ifade ediyorlar.
Oraya katılarak gösteriyorlar…
Onun için biz, IŞİD’ı besleyip büyüten bu zeminin ortadan kalkması gerektiğini söylüyoruz. O da nedir? Doğrudan Esed rejiminin devrilmesidir. Ama tezkere de bunu getirdik, kimin “Esed sever” olduğunu gördük; HDP de Esed sever çıktı, CHP de. “E, efendim Esed rejiminin devrilmesini niye istiyorsunuz?” İyi de siz IŞİD’ın bitirilmesini niye bu kadar çok arzuluyorsunuz?. PKK da bir terör örgütü. CHP’nın genel başkan yardımcısı; “Kobane vicdanı ile Gezi vicdanının birleştirilmesi gerektiğini” söylüyor. Yani insanları sokağa çağırıyor. PKK terörüne arka çıkıyor. O çetelerin sokaklardaki vandalizmine arka çıkıyor, ama aynı zamanda IŞİD vandalizmine de karşı?. Bir defa bu başlı başına bir çelişki. Evet, IŞİD Türkiye için bir tehdit oluşturursa biz ülkemizi korumak adına elimizden gelen her şeyi yaparız ama durduk yerde de kimsenin tetikçiliğini yapmayız. Hele bir de PKK’ya alan hakimiyeti sağlamak için gidip orda savaşmayız. Orda, IŞİD Kobane’ye girdiğinde, orda bir sivil Kürt katliamı gerçekleşseydi, Türkiye’nin buna izin vermeyeceğini herkes görürdü. Ama orda Kürt halkı kalmadı, herkes Türkiye’ye geldi. Orda kalan silahlı unsurlar bir iktidar savaşı yürütüyorlar. Bu savaş da bizim savaşımız değil.
Çözüm sürecinde en sık dillendirilen, tarafların birbirlerine karşı “güven problemi” olduğu, çözüm konusunda samimi olup olmadığı meselesiydi… Bu son gelişmeler ışığında, artık “güvenin” kalmadığını söyleyebilir miyiz?.
Kesinlikle bir “güvensizlik” doğmuştur. Hele bu saatten sonra. Bu son olaylar gösterdi ki, PKK da, HDP de Türkiye’li hareket değil. Türk kökenli değiller. Şimdi HDP sosyalist olduğunu söylüyor. Peki bu “Pankürdist siyaset” niye?. Biz çözüm sürecini Türkiye için başlattık. Türkiye’nin dağlarında, elinde silah dolaşan insanlar, bu ülkenin çocukları, gelsinler, yuvalarına dönsünler, siyaset yapsınlar. Ama şimdi Kobane’yi bahane edip tehdit savurmanın, Türkiye’nin şehirlerini yakıp yağmalamanın manası ne?.. “Kobane düşerse Ankara düşer” ne demek?.
Türkiye’de, yabancı güçlerin her türlü manipülasyonuna açık, başkalarının istediği gibi, istediği şekilde kullandığı bir yapı ile “çözüm sağlanamayacağı” bir kere daha ispatlanmış oldu sanırım?. Zira bu son kalkışmayı “kendi hür iradeleriyle” yaptıklarını düşünmek de biraz safdillik olur. Hiçbir siyasî ve ideolojik gerekçesi olmadan, sırf Amerika istedi diye bütün bunları yapmak?..
Hiçbir gerekçesi yok, hiçbir gerekçesi… Bakınız Öcalan yakalandığında şunu söyledi: “Bizi Türkiye’ye karşı filan filan ülkeler kullandı”. Şimdi “Kandil'in” arkasında hangi ülkelerin olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunu Öcalan’ın kendisi de itiraf etti. Şimdi Kandil’i de Türkiye düşmanı ülkeler, çevreler Ak Parti hükümetini alaşağı etmek için kullanıyorlar. Yani Türkiye’den toprak talep etmeyen bir hareketin Ak Parti hükümeti ile savaşması ideolojik temellidir. Bunun Kürtlükle bir alâkası yok. Ben çeşitli televizyon konuşmalarımda hep şu soruyu sordum; Dedim ki; “Kobâne’de Hizbullah iktidarda olmuş olsaydı, Rojava’da Hizbullah iktidarda olmuş olsaydı, silahlı bir Kürt örgütü olarak Hizbullah iktidarda olmuş olsaydı, orada Şeriat hükümleri yürürlükte olmuş olsaydı, böyle bir hassasiyet gösterilecek miydi?” Eminim ki hiçbir şekilde “Kobâne hassasiyeti” PKK, HDP tarafından ortaya konulmayacaktı. Tam tersine oradaki “Şeriatçı yapının” tasfiyesi için uluslar arası güçlerle işbirliği yapardı, onların milis gücü olarak bile savaşırdı. Onun için “Kobâne hassasiyeti” bir Kürtlük hassasiyeti değildir. Kobâne hassasiyeti PKK’nın iktidar hassasiyetidir. PKK kendi örgütsel iktidar hesabı için Kürt halkını tekrar ateşe atıyor. Ve Kürt Mehmedin kanı üzerinden kendine bir iktidar alanı oluşturmaya çalışıyor. Bunun “Kürtlükle” bir alâkası yoktur.
Emperyalizmin oyuncağı hâline geldiler…
Hiç kuşkusuz. Bir de yani, hem “antiemperyalist” söylemler.
Bunu da emperyalizmin kucağında yapıyorsun?..
Ha, PKK-Kandil, şu mesajı veriyor uluslar arası konsorsiyuma; “Türkiye sizin plânlarınıza direnirse, beni Türkiye’ye karşı kullanabilirsiniz.” O zaman Türkiye ne diyecek; “Ha, ben Amerika’nın, Batı’nın plânlarına hayır dersem Kandil’i tekrar bana karşı kullanırlar. Benim ekonomim, demokrasim tehlikeye girebilir, iktidarım tehlikeye girebilir, aman Batı’nın bir dediğini iki etmeyeyim.” Kandil bu son eylemleriyle Türkiye’nin Batı karşısında, Amerika karşısında, kendilerinin “emperyalist blok” dediği blok karşısındaki direncini kırmayı amaçlamıştır. Bu da emperyalizmin taşeronluğunu yaptığı anlamına gelir.
Amerikan uçaklarının bombardımanından medet uman bir “antiemperyalizm”(!)
Çok enteresan.. Bir de ben şunu çok merak ediyorum; Kobâne, Rojava vs. Suriye’nin bir parçası değil mi?..
Evet…
Peki, PKK orayı, Esed’le savaşarak mı elde etti?..
Hayır!..
Esed’e tek bir kurşun sıkarak mı orayı elde etti?. Peki, Esed, Halep’i bombalıyor da Hama’yı bombalıyor da, Türkmenlerin yerlerini bombalıyor da, niye bir gün olsun, Rojava’yı, Kobane’yi bombalamıyor?.. Esed, burayı PKK’ya altın tepsi içinde sundu. Niye? Türkiye için bir çıbanbaşı olsun diye!. Dolayısıyla, Esed’le sonuna kadar işbirliği yapacaksın; Araplar, Türkmenler katledildiğinde tek bir kelime etmeyeceksin, yine Esed’e desteğini sürdüreceksin, ama IŞİD gelip senin kapına dayandığında da, “Diren Kobâne” edebiyatı yapacaksın. Yok öyle!.
Paralelciler de bu edebiyata sarıldı…
Paralelcilerin de “Diren Kobâne” edebiyatı yapmasını çok manidâr bulmuyorum artık, çünkü paralel yapıyla, PKK’nın da içinde yer aldığı yapı, Türkiye düşmanlarının Ak Parti hükümetini alaşağı etmek için kullanmış oldukları bir yapıdır. Bu gerçeklik de görülmüştür.
Bizim 17 Aralık saldırısından sonra yaptığımız bir değerlendirme vardı; “Asıl hedef Türkiye. Türkiye’yi bir Irak, bir Suriye’ye çevirmek istiyorlar” diye?
Doğru, kesinlikle doğru!..
Asıl istedikleri bu!. Bunu şu veya bu şekilde yapmalarının onlar için bir önemi yok, emperyalizmin asıl amacı bu diye…
Yüzde yüz katılıyorum.
Ondan sonra da, “önce bu hale getirelim, gerisine sonra bakarız, devamını sonra getirir, bir şekilde çözeriz” diye
Yüzde yüz katılıyorum. Yani 17 Aralık, 25 Aralık kesinlikle bir yolsuzlukla mücadele operasyonu değildir!.
Kesinlikle!
Gezi olayları üç beş ağaç uğruna yapılmış bir kalkışma değildir. Şimdi sadece bu kalkışmanın coğrafyası, mekanı değişti. Kobâne bahaneli yeni bir Gezi kalkışması tertiplediler. Ama buna Kürtlerin ekseriyeti de artık yüz vermedi. Aziz milletimiz de duyarlıydı. Cumhurbaşkanımız da meydanlara indi.
Evet
Şimdi diyorlar ki, “Cumhurbaşkanı meydanlarda bir siyasetçi gibi konuşuyor.” Hayır efendim. “Cumhurbaşkanlığı” da bir siyaset makamıdır. Bir Cumhurbaşkanı kendi ülkesine, kendi hükümetine sahip çıkmayacak da neye sahip çıkacak? Cumhurbaşkanı Ak Parti hükümetine sahip çıkıyormuş. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı kendi ülkesinin hükümetine, kendi ülkesinin bütünlüğüne sahip çıkmayacak da neye sahip çıkacak! Siyaset mi? Evet, sayın Cumhurbaşkanımız bundan sonra il il dolaşarak, kendi hükümetine, kendi hükümetinin şahsında ülkesinin birliğine, bütünlüğüne sahip çıkacaktır. Ha, bir de şu var: Hem halk Cumhurbaşkanını doğrudan seçecek, Türkiye’nin halk tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olacaksın, hem de Ahmet Necdet Sezer gibi hareket edeceksin? Yok öyle yağma! Erdoğan “Yeni Türkiye”nin lideridir, halk tarafından seçilmiş lideridir. Dolayısıyla bu tür hadiseler karşısında tepkisini ve tavrını koyacaktır tabii olarak!
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun bundan 25 sene önce, henüz bölgede yaprak kımıldamazken yaptığı bir tesbiti var; “Şartlar Türkiye’yi tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor!” diye. Geçmişten gelen bir misyonu var Türkiye’nin bu bölgede, şimdiki mevcut şartlar Türkiye’yi bu misyonu üstlenmeye zorluyor.
Yüzde yüz katılıyorum buna, evet aynen böyledir! Üstad Salih Beyin basiretinin, ferâsetinin, uzak görüşlülüğünün bir ifadesidir bu. Eminim ki buna benzer bizim de okuduğumuz, fakat hatırımıza gelmeyen, şu an unuttuğumuz, pek çok benzer tesbitleri vardır. Aslında şu an Türkiye tarihî misyonuna sahip çıkmaya çalışıyor. Biz tarihi misyonumuzun da farkındayız. Bunun farkında olarak; kimsenin Türkiye’ye alelade bir ülke muamelesi yapmasına izin vermeyiz!.
Türkiye bölgede ağırlığını koyduğu zaman bu sorunların hepsi çözülebilir!
Burası bizim bölgemiz. Bizler emperyal (sömürgeci) bir niyet taşımıyoruz. Bizim bölgemiz, bizim kardeşlerimizin yaşadığı bir coğrafya. Ben bu bölgede kardeşlerimle birlikte politika üretirim, politika yürütürüm. Atlantik ötesinden birileri gelecek, her şeye karışacak. Ama ben yanı başımda kardeşlerimin yaşadığı coğrafya ile ilgili rol sahibi olmayacağım, bana biçilen rolü oynayacağım? Hiç kimse buna heveslenmesin, artık böyle bir Türkiye yok! Kendisine rol biçilen, kendisine parmak sallanan bir Türkiye yok artık! “Yeni Türkiye” farklı, bunun görülmesi lazım! Kimse, Erdoğan ve Davutoğlu’na başka bir rol biçmesin. Biz NATO’nun üyesiyiz, Birleşmiş Milletler’in üyesiyiz. Uluslar arası konsorsiyumla birlikte hareket etmeye karşı değiliz ama, bize biçilen rolü oynamayız! Biz bu bölgenin sahibiyiz! Biz diyoruz ki IŞİD’ı besleyen faktörler şunlar, şunlar. Gelin, Mısır’daki ayıbı da ortadan kaldıralım, İsrail’in zulümlerine de son verelim, Esed’in diktatörlüğüne de. “Ben hiçbirine karışmam, sadece IŞİD’la mücadele ederim” diyorsan, o zaman git kendin mücadele et! Bu mücadele, bu savaş benim savaşım değil.
Hadisenin bir de şu yönü var; biz bir hafta önce Irak’ta bulunan bir gazeteci ile yaptığımız görüşmede, onun verdiği bir bilgi vardı; “Türkiye’de diyor, her şey çok çabuk manipüle ediliyor; burada savaşan İzzettin El Duri’nin askerleri ve şu an burada ele geçirilen yerler bunların kontrolünde ve burada verilen Amerika’ya karşı bir bağımsızlık savaşı” diyor. Yani, yapılan her şeyi “IŞİD” diye markalamak Türk medyasının manipülasyonu anlamında…
Evet, tabii çoğu Saddam’ın askerleri, generalleri. IŞİD’ın şu an önemli unsurlarını oluşturanlar bunlar. Saddam’ın askerleri, subayları var.
Şu ânda 40 bin kişi ile El-Anbar bölgesini kontrol altına almışlar…
Bu duruma kim sebeb oldu? Amerika. Amerika’nın yanlış politikaları sebeb oldu. Amerika önce bunun hesabını versin!. Yani, sen Malikî Hükümetine arka çıktın. Paradoksa bakınız ki, İran ve Amerika birbirinin hasmı, ama her ikisi de Malikî hükümetinin tam arkasında durdular. Biz Malikî hükümetinin yeni bir krize neden olacağını basbas bağırdık. Hükümet olarak basbas bağırdık. Partimizin Genel başkanı olan Başbakan Davutoğlu, o zaman Dışişleri Bakanı olarak basbas bağırdı. Malikî hükümeti Sünnileri sistemden dışlıyor, korkarız ki bu bir iş savaşı beraberinde getirecektir diye.  Malikî hükümetinin bugün bu Şii, faşist, yayılmacı, dışlayıcı politikaları ve emelleri olmasaydı, IŞİD Irak’ta bu kadar çok güçlenmezdi. Şimdi Türkiye’nin hem bütün bu öngörüleri doğru çıkıyor, hem de yeni öngörülerimiz doğrultusunda bölgeyi hep birlikte dizayn edelim diyoruz. Bu defa da “yok biz Esed’le uğraşmayız, biz IŞİD’i bitirmeye çalışıyoruz” Sen Afganistan’da Taliban’ı bitirdin mi ki, Irak’ta, Suriye’de IŞİD’i bitirebilesin?..
spotlar
Amerika’nın da, Avrupa’nın da Türkiye’ye politika dikte etmesine izin vermeyiz! Eski Türkiye yok artık. Yani hem hiçbir sorumluluk üstlenmeyeceksin, hem de Türkiye’ye “taşeron” bir rol biçeceksin?. Türkiye kendisine rol biçilecek bir ülke değildir. Bunu artık görmeleri lazım. Bu bölge bizim bölgemiz ve biz Osmanlı bâkiyesi üzerine kurulmuş bir ülkeyiz. Biz artık, rol belirleyen, politika belirleyen bir ülkeyiz. Biz başkalarının operasyonlarının tetikçiliğini yapmayız.
Burası bizim bölgemiz. Bizler emperyal (sömürgeci) bir niyet taşımıyoruz. Bizim bölgemiz, bizim kardeşlerimizin yaşadığı bir coğrafya. Ben bu bölgede kardeşlerimle birlikte politika üretirim, politika yürütürüm. Atlantik ötesinden birileri gelecek, her şeye karışacak. Ama ben yanı başımda kardeşlerimin yaşadığı coğrafya ile ilgili rol sahibi olmayacağım, bana biçilen rolü oynayacağım? Hiç kimse buna heveslenmesin, artık böyle bir Türkiye yok! Kendisine rol biçilen, kendisine parmak sallanan bir Türkiye yok artık!