Ahlâkî, siyâsî ve iktisâdî bütün tartışmaların altında sistem sorunu yatıyor. Sorunlar büyüdükçe tıkananın rejim olduğu görülüyor. Alternatif dünya görüşü davası kendini dayatıyor. Meselelerin kaynağına inmek gerekirse ciddi bir muhasebe ve dönüşümü gerektirdiği için koltuk ya da pasta kavgası tercih ediliyor. Halk ise mağdur olmaya devam ediyor.

Ekonomik tablo üzerinden tezlerimizi söyleyelim:

Faizler yükseldi. Sanayicilerden oluşan TÜSİAD bunu sevinçle karşıladı. Hâlbuki faizlerin yükselmesi yatırımcının aleyhine bir durum… İtiraz etmesi gerekirken TÜSİAD memnun oluyor. Çünkü faizlerin yükselmesiyle zengin sınıfı tatlı kârlar elde ediyor. Ülke ekonomisi ne olursa olsun, onların cepleri doluyor!

İhracat ile ithalat arasındaki fark olarak câri açık 100 milyara ulaştı. İhraç ettiklerimizin ithâlata dayalı olması ve ara malı ihraç etmemiz câri açığı büyütüyor. Katma değerli üretim yapamıyoruz.  Necip Fazıl’ın “BİR TOPLUM KENDİ İDEOLOJİSİNİ ÜRETEBİLDİĞİ ÖLÇÜDE kendi teknolojisini üretebilir” tahlili karşımıza çıkıyor. Esasında iktisâdî kalkınmanın âmilinin ruh ve ahlâk olduğunu ve bunun da “fikir sistemi” demek olduğunu şartlar bize ihtar etmeye devam ediyor. Fakat biz sıcak olaylara ve iktidar kavgalarına bakmaktan işin arkasındaki çözüm çekirdekleri ihmal ediyoruz. Herkesin kendi aklını beğenme hastalığı da sorunu çözümsüzleştiriyor.

Üretim ve kalkınma stratejileri ve fabrika yapan fabrikalara ihtiyaç var. Yiğit Bulut’un söylerken haklı olduğu fakat altını dolduramadığı hususlar: “Üretim – Bilgi – Vizyon”. Hepsinin muhtevası ve birbiriyle uyumlu çalışması nasıl olacak? Sistem davası. Dün liberal, bugün ılıman, yarın başka bir şey, böyle olmaz. “Cemaat”le yıllardır beraber giden Ak Parti değil mi? İdeolojiden ve vizyondan bahsedenleri “Ütopyacı” diye nitelendiren düne kadar Ak Parti ve lideri değil miydi?

Şimdi “Cemaat” hatalı oldu, “Büyük Türkiye” vizyonundan bahsediliyor? Asıl sual şudur: Üstadın Büyük Doğu İdeali olmadan “Büyük Türkiye” olabilir mi? Bu mevzunun idrakinde olarak vizyondan bahsedilmiyor, tamamen pragmatik ve siyasi söylem olarak bahsediliyor. Hükümet onun için bir sallantıda yıkılma tehlikesi geçiriyor. Çünkü ortada insan ve toplum meselelerine çözümler getiren bir ideoloji yok ve bu ideoloji etrafında kenetlenen ideal insanlar kadrosu yok. Bunu oluşturmanın derdi de yok! Ak Parti’ye yıllardır sürdürdüğümüz eleştirilerin temelinde bu vardır. Fakat “halkın aklı gözündedir” hesabı her şey iktidar, mal ve güçle ölçülmeye devam edilmektedir. Fakat sorun ortada durmaktadır ve hukuk, ahlak ve iktisadi skandallara yol açmaktadır. Rüşvet ve yolsuzlukları da bu açıdan görmek gerekir. Rejim üretiyor ve Ak Parti bundan nemalanıyor. Gerçekten bir vizyonlarının olmaması ekonomiye de yansıyor, marka olamıyoruz, tasarımcı da olamıyoruz.  Bilgide de orijinal olamıyoruz; çünkü içten gelen bir anlayış (hikmet) yok.

Enerji açığı ve ithal mallarına yönelik tüketim açlığı da önemli bir sorun. Sedat Laçiner Star Gazetesindeki dış ticaret açığını irdeleyen yazısında, “davranış kalıplarını millî, dinî, ahlâkî vs. telkinlerle etkilemek ve mütevazı yaşamı kültür haline getirmek” diyor çözüm önerilerinin sonunda. Hâlbuki bu söyledikleri sipariş üzerine olacak şeyler değil, kültür ve değişim mevzuu. Batıcı sistemle bu söyledikleri olmaz. Demokratik-Lâik sistemi muhafazakârlaştırsanız da seküler kimliği değişmez. Bu rejim, özü itibariyle de gayr-ı millî ve gayr-ı dinîdir. Aslında insan tabiatını ve varoluş hakikatini inkâr eden pragmatik ve materyalist bu rejimdir. Ak Parti’nin muhafazakâr ve “İslâmî sos”lu yönetimi bir şeyi değiştirmez.

28 Şubattan beslenen cemaat yapılanması ile 28 Şubat’ın yaptığı kültürel ve ahlaki tahribatla mücadele etmeyen ve bilhassa kendi menfaatini kollayan Ak Parti iktidarı “Ilıman laiklik” modeli ile yıllardır beraber idiler. Şimdi ayrıştılar ama sebebi fikir ayrılığı değil, iktidar ve güç kavgasıdır. Bu arada bazı şeyler daha iyi görülüyor ise kârımızdır. Ama esaslı bir muhasebe ve sistem modeli arayışı hâlâ söz konusu değil. Oturduğumuz yerden de gelin güvey olmayalım. Zaten seyretmekle de bir şey olmaz, biri gider, öbürü gelir.

28 Şubat’ın bir şekilde dönüştürdüğü muhafazakâr kesimi temsil eden Ak Parti ve cemaatin şimdi birbirlerine girmesi muhafazakâr-demokrat kesimlerin iktidar ve güç kavgası olduğunu tekrardan belirtelim. Zaten aralarında ideolojik bir farklılık yok. Eğer 28 Şubatla hesaplaşma Batıcı rejimle hesaplaşma olarak görülse idi bugün kurgulanmış ekonomik sistemin oyuncağı da olmazdık, dışarıdan gelen baskılarla da sarsılmazdık. Demokrat ve muhafazakâr zihniyetle İslâmî ve milli bir diriliş olur mu? Sorun budur. Ve Ak Parti kadroları bu açmazın hem âmili hem memurudur.

Hâdiseleri değerlendirme ölçüleri hakkında şunları da söylemek istiyoruz.

Bizler (BD-İBDA bağlıları) herhangi iki taraf arasındaki çatışmada İslâmî fayda açısından birine taktik destek verirken, bir tarafın adamı olamayız, çünkü BD-İBDA hareketi inkılapçı bir dünya görüşüdür. BD-İBDA hareketinin kimsenin yedeğine girmesi mümkün değildir. Aktüel dergicilik yapan BARAN’ın değerlendirmelerine bu gözle bakmak lazım. Yoksa derdimiz ne Ak Parti, ne cemaat, ne de üçüncü bir yoldur. Bizler (BD-İBDA) üçüncü yol da olmayız. Mesela: Kapitalist ekonomi, sosyalist ekonomi ve bir de karma ekonomi var. Bizler, Kapitalizme ve Sosyalizme karşı olurken karma ekonomiye taraftarız mânâsı çıkmamalı, çıkmaz da. Şöyle bir misal de verilebilir: Evet–Hayır- Çekimser. Bu şıklar taktik olarak kullanılabilir; fakat bizim dünya görüşümüzü ifade etmez. Çünkü sorulan soruya göre cevabı veriliyor ve sorulan soru bizim alternatif dünya görüşümüzü- teklifimizi göstermeyebilir.

Demokratik-Laik sistemin bize takdim ettiği iki seçenekten birini seçmek zorunda olmadığımız gibi, üç seçenekten birine de razı olmak zorunda değiliz. Bizim dünya görüşümüz olmadıktan sonra seçeneklerin artması bir şey değiştirmez. Ayrıca bizi, ölümü gösterip sıtmaya razı edemezler. Siyasal sistem tarafından muhafazakâr Müslümanların düşürüldüğü bu tuzağa İBDA bağlıları düşmez. Çünkü İBDA’nın sağlam fikrî manzumesi vardır, bu ideoloji bünyeleştirildikçe hatalarımız aza iner. 

Ergenekon, CHP ve cemaate karşı Ak Parti’ye destek verilebilir; Fakat Ak Partici olunamaz! AK Parti veya başkalarının da Müslümanları yozlaştırıp demokratik-Lâik düzene yedeklemesine de şiddetle karşı çıkmalıyız. Kısacası “doğruya doğru, yanlışa yanlış demek” ilkesini benimsemeliyiz. Şunu da muhasebemiz açısından belirtelim: “Doğrularımız İBDA’nın yanlışlarımız nefsimizindir.”

Baran Dergisi 369. Sayı