Mezhepsizliğin öncüleri vardır. Bu fikre tevessül edenler o isimleri şeyh kabul ediyorlar. İbn-i Teymiyye’den başlayan bir yoldur. Ehl-i Sünnet vel Cemaat’in mezheplerini hakkıyla öğrenme şansını elde edemedi gençler. Burada suç bu işi yapanlarda, daha doğrusuyla yapıyor gibi görünenlerde.
 
Sapık Hocaların Başında Karaman da Var!
 
Eskiden bugünkü kadar kötü değildi. Mezhepsizlerin bu kadar çok sesi çıkmazdı. Öğrenciler seslerinin çıkmasına müsaade etmezdi. Öğrencilerin meşhur ders boykotu vardı, sakat düşünceye sahip, Ehl-i Sünnet’e aykırı hareket eden hocalara karşı… O hocalar okulda istenmiyordu. Ben de orada elimden geldiğince müdafaa ettim, destek verdim. Boykota karışan öğrenciler ağır ceza mahkemesinde yargılandılar, şahit olarak duruşmalara katıldım. Hâkime, “şu ana kadar hep talebeyi suçladılar; ama bu hocalar hiç suçlanmadı, onlarda hiç mi suç yok? Tahrik unsuru var” dedim. Hâkim de “bu hoca doğruyu söylüyor, sizde hiç kusur yok mu?” dedi. Yoksa çok ağır hükümler uygulanacaktı.
O hocalardan biri de Hayrettin Karaman'dı. Karaman’ın ilmî otoritesi vardır, en üst seviyede ilim sahibidir; fakat amel etmediği için hakkı söyleyemiyor. Afganî ve Abduh çizgisine girdi ve oradan çıkamadı; battıkça battı. Şeyh-ül İslâm Ebu Suud Efendi yok mu ki, sen Abduh’a meylediyorsun? İlim sahibi olmak yetmez, amil olmak lâzım. Tasavvuf meselesini de anlayamazlar, “tad duymayan giremez!” İlme fazla güvenin neticesi bu. Bu durum anlayış eksikliğinden kaynaklanıyor. İlim sahibi; ama uygulayamadığı için bereketi yok. Yüksek İslâm Enstitüsü’ndeki o istenmeyen ekibi, Mehmed Zahid Kotku hazretlerine, Mahmud Efendi hazretlerine götürdüm. 1954’de bir ihtilâfa düştüler, Mahmud Efendi hazretlerinin şeyhi, dört mezhep imamı Ali Haydar Efendi hazretlerine götürdüm sormaları için, elini öptürdüm; ama nasip…
 
Mezhepsizler Hadisler Üzerinden Saldırıyor
 
Kur’an-ı Kerim mahfuz olduğu için mezhepsizler oradan ilişemiyorlar, hadis müessesesi üzerinden bir şüphe uyandırmaya çalışıyorlar; ama bilmiyorlar ki kapı gibi bir hadis müessesesi var. İslâm’a her yerden saldırı var; hatta kendi içimizdeki ilahiyat fakültesi hocalarından bile saldırı var. Sırf medyada konuşulur olmak için İslâm’a saldıranlar dahi var. Hadislere saldırının temel maksadı ise İslâm’ın hayata tatbikini sünnet-i peygamberin bildirmesidir. Ona dair bilgi eksik olunca, amel eksik olunca, ayetlerdeki emirlere uymadıkça yolda sapmalar yaşanır ve İslâm’a zarar verir. Nice ilmi olan insan İslâm’a zarar veriyor.
 
Hadisler İnce Elenip Sık Dokunmuşlardır
 
Ehl-i Sünnet âlimleri, hadis ilminin bugünkü durumda kabul edilen şartlarını inkâr edenlere “kâfir” diyorlar. Ebu Udde “hadise söz getirenler sapıtırlar, çizgiden çıkarlar” diyor. Zayıf hadis meselesinden çok bahsediliyor, zayıf hadis ile sahih mütevatir hadis aynı değil. Fakat zayıf hadis de hadistir. Rivayet zincirindeki bir eksiklikten dolayı zayıf durumuna gelmiştir; ama bu hadis olmadığı mânâsına gelmemektedir. O kadar ince elenip sık dokunmuştur ki, hadis müessesesi bu kadar sağlamdır. Zayıf bir hadis, onun muadili sahih-mütevatir hadis varken hiçbir meselede kullanılmaz.
 
Ehl-i Sünnet Dediğimiz Muhammedî Davadır
 
Ehl-i Sünnet dediğimiz Muhammedî davadır. Bizim dâvamız Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat davasıdır; İslâm davasıdır. Allah “Baran” diye elinize bir vesika vermiş. Etkili bir şekilde kullanılabilir. Daha aktif hâle nasıl getirileceği hususunda çalışılabilir. Daha etkili olmalıdır. İslâm’ı müdafaa etmeli ve tavizsiz çizgi korunmalı. Ben İslâmî ilimler enstitüsü açtım; taviz vermeyen ilim adamları yetişecek. Kürsülere çıkacaklar, korkusuzca İslâm’ı savunacaklar. En büyük problemimiz gerçek mânâda ilim adamı yetişmemesi.
 

Baran Dergisi’nin 2016 yılında Hadis Alimi Nedim Urhan Hoca ile gerçekleştirdiği röportajdan alınmıştır. Röportajı okumak için TIKLA