2016 senesinde, dışarıda planlanmış ve içeride uygulamaya konmuş Hendek Olayları’nda, işgâl girişiminde bulunanları destekler mahiyette “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiri imzalayan ve "terör örgütü propagandası" suçundan ceza alan “Barış Akademisyenleri” için Anayasa Mahkemesi “hak ihlâli” kararı almıştı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Anayasa Mahkemesi’nin almış olduğu bu karar hakkında “Bir terör örgütü, bir PKK bildirisi bu. AYM bu bildiriye düşünce özgürlüğü diyor. AYM'nin aldığı bir kararı eleştirmek benim hakkım." demişti. Soylu, AYM'nin Can Dündar'ın tutuklanmasıyla ilgili de hak ihlali kararı verdiğini hatırlatmıştı.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan ise kendisine yöneltilen bu eleştirilere, “Terörle mücadele tarihinde demokratik devletlerin zaman zaman düştükleri bir tuzak vardır. Bazen hukuku bir kenara bırakarak ya da bir süre askıya alarak mücadele etme zorunluluğundan bahsedilir. Aslında bu, tam da teröristlerin istediği şeydir. Hukuku ayak bağı olarak gören bir anlayış ve uygulamanın, verilen haklı mücadeleye gölge düşürebileceği ve uzun vadede ağır maliyetlere yol açabileceği bilinmektedir.” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Henüz söze başlarken ifâde ettiğimiz üzere, “Hendek Olayları”, bu topraklardan fışkırmış bir dünya görüşünün kendi fikrini hâkim kılmak adına giriştiği ihtilâl hareketi değildi. 15 Temmuz ve Suriye’nin kuzeyindeki hadiselerle beraber değerlendirildiğinde, “Hendek Olayları” Büyük İsrail Projesi kapsamında, Türkiye’nin doğu illerini, kavmiyetçilik bahane gösterilerek işgâl edilmesi girişimiydi. Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın yapmış olduğu değerlendirme, bu hadise özelinde herhangi bir anlam taşımadığı gibi, aktüel hadiseler karşısında devletin en tepesinde yer alan müesseselerden birinin yaşanılan hayatın bütünlüğü ve gerçekliğinden ne kadar kopuk olduğunu göstermesi bakımından da son derece önemliydi.

Tartışma gündemden düşmüş gibi görünse de kapalı kapılar ardında sürerken, bir açıklama da Devlet Bahçeli’den geldi.

Devlet Bahçeli: Divan-ı Âlî Kurulmalı

Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçildiği günden beri sürekli olarak devletin diğer müesseselerinin de bu yönetim sistemi değişikliğine uygun olacak şekilde yeniden yapılandırılması gerektiğinden bahseden Devlet Bahçeli’nin, Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılandırılmasını konu alan açıklamasında öne çıkan ifâdeleri ise şunlar oldu:

- “Anayasa Mahkemesi yeni hükümet sisteminin doğasına uygun şekilde yeni baştan yapılandırılmalıdır. Parlamenter Sistem’in oluşturduğu kurumların yeniden yapılanması ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne fonksiyonel açıdan müzahir noktaya taşınması artık kaçınılmaz bir zarurettir.”

- “Millî güvenliğimizin sağlam esaslara bağlanmasının yanında, iç huzur ve istikrar ortamının kökleşmesi için bilhassa Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin bütün kurum ve kurallarıyla yerleşmesi temel gündem olmalıdır.”

- “Bu maksatla da yeni hükümet sistemi Parlamenter Sistemin bütün kamburlarından, bütün bağlarından, bütün engellerinden ayıklanmalı, arındırılmalıdır.”

- “Nihayetinde hâkim ve havi hukuk sistemi mutlaka ele alınmalı, darbe dönemlerinin ürünü ve mirası olan yargı müessesleri demokratik bir içeriğe kavuşturulmalıdır.”

- “Türk milleti 16 Nisan 2017’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni tercih etmiş, Parlamenter Sistem dönemi kapanmıştır.”

- “Parlamenter Sistem’in oluşturduğu kurumların yeniden yapılanması ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne fonksiyonel açıdan müzahir noktaya taşınması artık kaçınılmaz bir zarurettir.”

- “Bunlardan birisi de ilk defa 1961 Anayasa’sı ile hukukumuza giren, esas itibariyle 1960 darbesinin oluşturmak istediği demokrasi dışı yapıyı korumak için ihdas edilen Anayasa Mahkemesi’dir.”

- “Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi yeni hükümet sisteminin doğasına uygun şekilde yeni baştan yapılandırılmalıdır.”

- “Ahlâkî ve siyasî bir uzlaşmayla, 1960 darbesinin bütün izlerinin ortadan kaldırıldığı, zulüm olan yargılamaların tüm sonuçlarının yok sayıldığı bir dönemde, Anayasa Mahkemesi de tüm unsurlarıyla yeniden masaya yatırılmalıdır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ruhu ve esaslarıyla birlikte, yüksek demokratik standartlar bunu gerektirmektedir.”

- “Türkiye’nin demokratikleşme sürecini hızlandıran Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle çelişmeyecek demokratik, etkin, adil, tartışmaların odağı olmaktan çıkarılmış bir 'Yüce Mahkeme', deyim yerindeyse bir 'Divan-ı Ali' kurulması Türkiye’nin gücüne güç katacaktır.”

- “Siyaset kurumunun görevi, yaşanan karanlık dönemlerin muhasebesi ile geleceğin Türk asırlarının, Türk nesillerinin ihtiyaçlarını tespit etmek, kudretli devlet inşası için gerekli demokratik adımları ve atılımları süratle hayata geçirmektir.”

- “Anayasa Mahkemesi’nin son zamanlarda verdiği kararlar sancılı ve sakattır.”

- “Hak ihlalleri adı altında, millî haklara ve adalet duygusuna telafisi imkânsız zararlar verilmektedir.”

- “Yeni Yasama Yılının başlangıcında bu konunun samimi, sağduyulu, önyargısız, demokrasi ahlâkına ve millî gerçeklere münasip ölçülerde değerlendirilip tartışmaya açılması halisane beklentimizdir."

***

Adil bir yüce mahkemenin kurulması elbette ki Türkiye’de yaşayan ehl-i vicdan her kesim için bir özlemdir ve böylesi bir müessesesinin kurulmasını da elbette ki sonuna kadar destekleriz. Bununla beraber, Türkiye’nin ihtiyacı olan ve adı her ne olursa olsun, alanında öne çıkmış belli başlı “şahsiyet”lerin bir araya geldiği ve yeni ufuklar belirlendiği gibi yürütme mekanizması tarafından alınan kararların da denetlediği “Anayasa Mahkemesi” tanımından çok daha geniş bir çerçevede hareket eden bir “divan”a ihtiyaç duyulduğu açıktır.

Demokratik sistemin arazları dolayısıyla, iç ihanet şebekelerinin bile seçim yoluyla iktidara gelmesinin yolunun açık olduğu ve seçilen hükümetin Türkiye’nin son yıllarda elde ettiği tüm kazanımları, “Felix Culpa” esprisinde olduğu üzere “modernleşme”, “Türkiye’nin yüzünü yeniden Batı’ya-muasır medeniyetler seviyesine döndürme”, “demokrasi” ve “özgürlük” gibi kof kavramlarla çöpe atma yetkisi olduğunu unutmamak gerek. İngilizlerin Lordlar Kamarası ve Krallıktan niçin vazgeçmediklerini, Amerika’daki Temsilciler Meclisi ve Senato’nun hangi aileler elinde sürekli niçin dönüp durduğunu anlamak gerek. Devlet müessesesi denen âletin, esen her rüzgârda bir sağa bir sola savrulmak üzere kendi başına bırakılması mümkün değildir. Bu sebeble de hem uzun vadeli hedefleri belirlemek ve hem de yürütme organını bu hedefler istikâmeti üzere kalmaya zorlayacak yüksek bir müessesesinin varlığı, Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile beraber iyiden iyiye zaruret hâlini almış bulunmaktadır.

Divan

Devlet Bahçeli’nin önerdiği Divan-ı Âlî’nin İslâm tarihindeki yerine de bir bakalım.

İslam tarihinde ilk divan, ikinci İslâm Halifesi Hazret-i Ömer döneminde (634-644) bir devlet dairesi olarak kuruldu. Devlet gelirleri ve giderleriyle ilgili işler burada yürütülüyordu. Emeviler döneminde (661-750) divanların sayısı artırıldı. Ana divan Şam’da olduğu hâlde, vergi işlerini yönetmekle görevli olan Divanü'l-Harac giderek ana divan durumuna geldi. Merkezde çeşitli devlet işlerini yürüten başka divanların yanında eyaletlerde de divanlar vardı. Divan geleneği Abbasiler döneminde de (750-1258) sürdü. Bu dönemde, vergi işleriyle Divanü'l-Harac, zekât işleriyle Divanü's-Sadaka, askeri işlerle Divanü'l-Ceyş, devlet görevlilerinin ücretleriyle Divanü'n-Nafaka, saray giderleriyle Divanü'l-Hazine, posta ve gizli haberalma işleriyle Divanü'l-Beridi ve mali denetimle Divanü'z-Zimem uğraşıyordu. Divanü's-Sır ise devletin önemli iç ve dış sorunlarıyla ilgili kararların alındığı bir üst kuruldu. Abbasilerde Divanü'l-Mezalim adlı bir kurul halkın çeşitli konulardaki yakınmalarını dinler ve bunları halifeye iletirdi. Halifeler divan toplantılarına katılmazlardı. Gerek duyduklarında, toplantının yapıldığı salona bakan yüksek bir yerde oturup görüşmeleri pencere arkasından izlerlerdi.

Daha sonra kurulan İslam devletleri büyük ölçüde Abbasi divan geleneğini sürdürdüler. Büyük Selçuklularda Divanı Âlâ devletin en yüksek yönetim kuruluydu. Divan-ı Âlâ’nın altında resmi yazışmaları yürüten Divan-ı İnşa ve Divan-ı Tuğra adlı iki divan vardı. Mali kayıtları Divan-ı İşraf-ı Memalik tutar, malî denetimi de Divan-ı Nazar-ı Memalik yapardı. Askerî işleri Divan-ı Arz ya da Divan-ı Ceyş denilen kurul yürütürdü. Anadolu Selçukluları, Büyük Selçuklulardaki divan geleneğini bazı değişikliklerle korudular. Anadolu Beylikleri ile Akkoyunlular ve Karakoyunlularda da benzeri müesseseler vardır.

Osmanlı İmparatorluğu'nda ise padişah sarayında toplanan ve şimdiki bakanlar kurulu gibi memleketin önemli işlerini gören, bu arada müracaat dilekçelerini de kabul ederek bir çeşit yüksek mahkeme vazifesi de gören müessese Dîvân-ı Hümâyûn’dur. Topkapı Sarayı’ndaki Kubbealtı dairesinde toplanırdı. Kuruluşu, Orhan Gazi dönemindedir. Devletin ilk zamanlarında devlet işleri ya doğrudan doğruya padişahlar tarafından ya da sadrazamlar tarafından görülürdü. İstanbul'un alınmasından sonra, devlet işlerinin çoğalması, böyle bir divanın kurulmasını gerekli kılmıştı.

Divan, kelime mânâsı itibariyle “ulu”ların yeri, yâni “divan” müessesesi gündeme gelir gelmez, bu müesseseyi şahsiyetinin rengiyle boyayacak “ulu”ları tayin edecek olan ölçüyü aramak üzere hemen bakılması gereken mesele ise şahsiyet ve şahsiyetçilik...

Şahsiyetçilik

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Ölüm Odası B-Yedi” adlı eserinden beri şahsiyet meselesine bakacak olursak:

“ÜSTADIM’a: Bütün insanlığı tek sıra üzerine hizaya getirseler, o sıranın yükseklik bakımından ulaşacağı en dik had, içinde en uzun boylu tek şahsiyetin yüksekliğidir. Şu var ki, insan ve cemiyet hayatının namütenahi çapraşık ve girift oluş̧ sırları içinde ve şahsiyetler arasında şube şube, bu teki ve tekleri sıhhatle tartacak hiçbir terazi bulunamayacağına göre, dava, bu teki veya tekleri mutlaka ele geçirebilip geçirememekte değil; bütün bir zümre adına sıhhatle benimsenmesi pek kolay olan ana gayeyi ele geçirmekte... Gaye yerinde dursun da, isterse her zaman ona varmak mümkün olmasın... İşte, BİR CEMİYETTE BÜTÜN TEMSİL HAKKI; mutlak olarak, fikirde, sanatta, ilimde, fende, siyasette, idarede, hülâsa yapıcı ve kurucu insanî verim şubelerinin hepsinde, en uzun çıkıntılı yıldız köşelerinin, dolayısıyla en üstün şahsiyetlerindir. Dünya fikir tarihi boyunca çile doldurmuş her soylu kafa, bir bedahet kolaylık ve zarafetiyle hemen kestirir ki, cemiyet için bellibaşlı bir sınıfa istinad etmeyen hiçbir fikir sisteminin mimarî temeli atılamaz. Öyleyse bizim sınıfımız, o cemiyet içinde, bir bahçenin ağaçları gibi, en olgun ve örnekli ruh ve kafa yemişiyle yüklü, üstün şahsiyet manzumesi... (AYDINLAR ARİSTOKRASİSİ)... Biz de bir sınıfa bağlıyız. Fakat her sınıfı içine alan bir sınıf... Bu zümreyi bütün dertleri ve ıstırablarıyla kucaklayan ve kendi öz nefsinden başka her nefsi düşünen, mücerred bilmek ve anlamak çilesinin yakıp tutuşturduğu, cins yaradılışlar çevresidir. Hak ve hakikatimizi dayadığımız ıstırab da, her acının üstünde, mücerred idrak ıstırabı... (DİKKAT): Kudret sahibinin, ezelî ve ebedî saltanatını inkâra kadar HÜR yaratmasına rağmen tam ve mutlak irade ve hâkimiyeti altında tuttuğu varlıklar gibi, İlâhî mimarînin bu ulvî mânâya eş olarak insanî mimarîye tatbikinden ibaret olan ve gerçek imânla sarmaşdolaş bulunan bu YEPYENİ SİSTEM, şu ânda, muzdarib ve muhteliç dünyanın rahmindeki KURTARICI ÇOCUK’tur; gelmekte ve gelecek olan, yalnız o... BÜYÜK DOĞU’nun kafasında, bir Mebuslar Meclisi değil, YÜCELER KURULTAYI yaşamakta; ve bu YÜCELER KURULTAYI’nın kürsüsünde, “Hâkimiyet milletindir” levhası yerine HAKİMİYET HAKKINDIR düsturu ışıldamaktadır.”

Gaye

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun şahsiyet ve şahsiyetçilik ile alâkalı olan sözleri arasındaki “bütün bir zümre adına sıhhatle benimsenmesi pek kolay olan ana gayeyi ele geçirmek” bahsine dikkat ettiyseniz hemen fark edeceksiniz ki, mesele burada başka bir buuda daha taşınmış oluyor.

Devleti, divanı, divanı teşkil edecek kimselerin şahsiyetini ve onlarda aranacak şahsiyet kumaşının niteliğini tayin eden gaye.

Hani biz sık sık tekrarlıyoruz, gaye ve vasıta fikir diye. Görüldüğü üzere bir devlet müessesesinin ihdas edilmesi noktasında, konuyu alâkadar eden bahisleri üst üste koyunca bile, iş dönüyor dolaşıyor bu gaye ve vasıta fikir bahsinde düğümlenip kalıyor.

Sayın Devlet Bahçeli, Anayasa Mahkemesi yerine bir Divan-ı Âlî kurulmasından söz ederek ön alıyor, yol açıyor ve bu yolu asfaltından peyzajına ve menziline dek planlamak da aslında bakacak olursak tam da bize düşüyor.

İdare şekli değişip de Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçildiği günden beri devlet müesseseleri arasındaki ahenksizlik henüz giderilebilmiş değil. Devlet Bahçeli de bu işin ıstırabını duyuyor olacak ki, bu konuyu sürekli gündemde tutmak için azamî derecede gayret sarf ediyor. Evet, Türkiye Cumhuriyetini meydana getiren müesseseler, hattâ birkaç haftadır üzerinde durduğumuz üzere Türk Lirası’nın keyfiyeti bile baştan sona yenilenmeli. Biz bu konuda Devlet Bahçeli’ye sonuna kadar katılıyoruz; bununla beraber ve daha geniş bir perspektiften bakarak şu hususu da ilâve ediyoruz; Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçilmesi de dâhil olmak üzere, sistemi meydana getiren unsurlarda gerçekleştirilmesi planlanan değişimin bütün bir fikir ve ideal merkezinde temerküz ettirilmesi gerekir ki, başı ayrı altı ayrı oynayan yeni bir sistemcikler değil de, bütün uzuvlarıyla beraber tek bir istikâmete yönelmiş yekpare bir sistemler sistemi inşa edilebilsin.

Bizim açımızdan divan hakkındaki teklifimiz “Yüceler Kurultay”ıdır. Yüceler Kurultayı, içinden doğduğu İdeolocya Örgüsü’nde ele alınan tarih muhasebesi adlı yeni hafızamız, emirleri, prensibleri, dayanak sınıfı, genel çerçeveleri ve Başyücelik Devleti idare sistemi ile beraber, bir gaye ve vasıta sistemi hâlinde, sistemler sistemi bir bütününün içinde kıymetini bulmaktadır. Bugün memleket gemisinin dümenini bu istikamete doğru kıracak her girişimi, adı her ne olursa olsun sonuna kadar desteklediğimizi buradan ilân ederiz.

Şimdiye kadar demokrasi ve vesayet gibi kavramlar karşı tarafa karşı etkili birer argüman olarak kullanılmışsa da, artık, Türkiye Cumhuriyeti’ni hakiki bir devlet yapmak üzere hem istikameti tayin edecek ve hem de bu istikamet üzere devletin ayaklarını sabit kılacak yüce bir divanın, yüce kurultayın, divaneler divanının, “Yüceler Kurultayı”nın varlığı, içinde bulunduğumuz konjonktüre bakıldığında da görüleceği üzere artık kendisini bir zaruret hâlinde dayatmaktadır; sistemler sistemi bir gaye ve vasıta sistem ile beraber!

Baran Dergisi 718.Sayı