Liberaller-Fetullahçılar ve AKP’den oluşan sac ayağı sırtlarını ABD ve AB’ye vermişler, vatanı küresel güçlere peşkeş çekmekte ve karşılığında da iktidar koltuklarını işgal etmekteler. Bu küresel çapulcuların düşmanı oldukları sadece ulusalcılar değil, tüm millî ve dinî değerler, anti-emperyalist gruplardır. Söylemleri ve görünüşleri bazen dinî, bazen millî, bazen anti-emperyalist olsa da temel siyasetleri ve yönelişleri ABD güdümlü küresel liberalizmdir. Yani; Müslüman olduklarına bakmayın; dinleri, imânları ve kıbleleri ABD’dir, AB’dir. Ankara’nın nabzı Washington ve Brüksel’de atmaktadır; fakat Anadolu halkının nabzı ise %80-90’lara varan ABD düşmanlığıyla çarpmaktadır.
Rastgele karıştırdığım 3 aylık bir dergide (Sınırda Dergisi, Mayıs/Ağustos 2007) tarihli Semih Çelenk’in, “İnternette tiyatro üzerine kayıkçı kavgaları…” başlıklı yazısında  AKP ile ilgili, AKP’nin liberal çizgide oluşuyla ilgili şu tespitleri dikkatimi çekti. Sizinle paylaşmak istiyorum: “Liberalizm tanımı eskiden, kapitalizmin özgürlükleri öp plâna koyan, “sosyal refah devleti” biçimini tarif etmek için kullanılıyordu. Oysa ki bugün, “tüketen birey”i yani “müşteri”yi merkeze koyan, yeni bir dünya düzeninin içinde yaşıyoruz ve bu düzende artık tröstler ve çok uluslu şirketler, sınırları ve devletleri yerle bir ederek yeni pazar haritaları yapıyorlar. Bunun, kapitalizmin geçen yüzyıldaki görünümünden farklı olduğunu, görünüşte insan haklarına, özgürlüklere “saygı” gösteren ama özünde daha da vahşileşen yeni bir stratejinin uygulandığını görmemiz gerekmektedir. İşte bunun adı da, kimine göre “neo-liberalizm”, kimine göre “küresel liberalizm”dir.
AKP’ye karşı yapılan en yoğun eleştiri “takiyye” ithamıdır. Ben de  böyle bir şey olmadığını – en azından artık olmadığını-, yönetim referanslarının “din” değil, “küresel liberal” politikalar olduğunu ve maliye ve güvenlik hariç tüm bakanlıkların tasfiyeci bakanlıklara dönüştüğü ortadayken başka türlüsünün de düşünülemeyeceğini söylüyorum. Tersine “din”in bir örtü, bir takiyye olduğunu belirtiyorum. AKP’lilerin aşırı liberal olduklarını ve bu yüzden de dinin artık onlar için bir referans oluşturmayacağını kastediyorum.
Bugün dünyanın her köşesindeki iktidarların “azgın liberalizm”in acentesi oldukları, her ülkenin giderek bir “küresel kapitalizm” markasının, ‘franchising’ işletmesi olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. AKP’nin sadece bir aracı olduğu, ekonomik plânda IMF’nin, Dünya Bankası’nın ve çok uluslu şirketlerin, siyasal plânda da ABD’nin ve AB’nin belirleyici olduğunu ifade edelim.
 Bu lâflarımdan “teslimiyetçilik” çıkmaz, “AKP ile savaşmayalım” mânâsı çıkmaz. Yaptıkları aykırı şey değil, yani plânlı ise onu uyguluyorlar demek istiyorum.
Semih Çelenk’in AKP ve liberalizm ile ilgili tespitleri burada bitiyor.
Türkiye’de liberal çapulcular AKP ve Fetullahçılarla birlikte Amerika’nın Yeni Dünya Düzeni’ni tesise çalışıyorlar, çetelerle falan mücadele ise kendi işlerine geldiği kadarıyladır, onlara verilen hisse kadardır. AKP’nin ve Fetullah’ın Müslümanları liboşlaştırma misyonu Amerika’nın onları tercih sebebidir. Türkiye’deki liberallerle (Taraf Gazetesi v.s) Fetullahçılar ve AKP’liler ne güzel kol kola girmişler, ABD öğretilerini ve düzenini yerleştirmeye bakıyorlar. Irak’ta iki milyon Müslüman öldürülmüş hiç umurlarında değil, ordunun kafasına geçirilen çuval da umurlarında değil. 
İnternetteki gevezeliklere ve oradaki sanal faaliyetlere karşı olduğu için internetteki tiyatro faaliyetlerini (!) bırakan Semih Çelenk’e, internet üzerinden sanal tartışma meraklısı bir Marksologtan, Karl Marks’ın “din afyondur” sözüyle polemik yapılmış.
Semih Çelenk, Karl Marks’ın bu sözüne açıklık getiriyor ve ucuz eleştiri yapan gevezelere anladığı dilden cevap veriyor. Türkiye’deki ucuz solcuların ucuz din düşmanlığı yaparken ve meşhur ettiği Karl Marks’ın bu sözüne açıklık getiriyor:
“AKP’lilerin aşırı liberal olduklarını ve bu yüzden de dinin artık onlar için bir referans olmayacağını kastediyorum. Siz bunun altına Karl Marks “din afyondur” demiş buyuruyorsunuz. Evet, ben de bu lafı 1979 senesinde lise öğrencisiyken, lise devrimcisiyken mi demeliyim acaba, arkadaşlarımdan duyduğum şekliyle, gelir evdekilere söylerdim. Sonra bu lâfın sadece bir özdeyiş olmadığını, bir paragrafın sonu olduğunu öğrendim. Karl Marks’ın 1841 yılında Bruno Bauer tarafından yapılan benzetmeyi kullanarak, 1844 yılında söylediği bir sözdür, önce İngilizcesi “(…) religious suffering is, at one and the some time, the expression of real suffering and a protest against real suffering. Religion is the sigh of the oppressed creature, the heart of a heartless world, and the soul of soulless conditions. İt is the opium of the people. (…)” Sonra da Türkçesi, “(…) dinsel ızdırap hem gerçek  ızdıraptır hem de gerçek ızdıraba karşı bir çıkışın ifadesi. Din, ezilmiş mahlûkun (insanın) iç çekişi kalpsiz bir dünyanın kalbi, ve aynı zamanda ruhsuz hâllerin (durumların) ruhudur. Din halkın afyonudur.” (…)  Her ne kadar konumuz dışı olsa da, Sovyetler Birliği’nin çözülüşünde dinin rolünü, aynı zamanda Pinochet Şili’sinde bir direniş alanı olarak Kiliselerin üstlendiği rolü, (yani her iki örnekte de gerçek ızdırap olduğu kadar ‘gerçek ızdıraba çıkışın bir ifadesi’ olmasını da) yukarıdaki laflarla üst üste koyup düşünmekte fayda var. Yoksa öyle, ‘afyondur’ kolaycılığıyla işin içinden çıkılsaydı, günümüze ayrıca bir de “dinlerin yükselişi çağı” demezlerdi her halde. (Sınırda, s.79)
“Batı, Amerika şu, bu” diyoruz, fakat asıl âmil biziz, istesek direniş gösterebilir, risksizliğin rehaveti ve kolaycılığı yerine, şahsiyetli ve cesaretli tavır, politikalar icra edebiliriz. Üstad Necip Fazıl’ın şu tesbitindeki suâliyle yazımızı noktalayalım:
“Şüphesiz ki Batı bizi yaşatmak niyetinde değildir! Fakat öldürmek kudretinde de değil… Kendi kendimizi öldürmeye giden biziz! Niçin baş sebebi göremiyoruz?” Ve son bir ilâve… Yahudiler, mahudiler falan da demeyelim. Biz adam olsak Yahudisi-mahudisi ne yapacak ki?  


Baran Dergisi 69. Sayı