15 Temmuz darbe girişimi üzerinden 7 ay geçti… 28 Şubat darbe girişiminin üzerinden de 20 yıl… Bu günlerde 15 Temmuz’un zihinlerde oluşturduğu “bilinç”in unutulduğuna dâir ifadeler duyuyoruz… Eyvah! Öyleyse 28 Şubat’ı hiç hatırlamıyoruz demektir… Hâlbuki iki tarih arasında birçok yönden benzerlik ve bağ var. Sebeb ve netice gibi birbirinden kopartılamaz alâkalar söz konusu… Sebepler üzerinden neticeye ulaşmak kadar, netice üzerinden sebeb yollarını göstermek de usullerimizden… “Hafızayı beşer nisyan ile malûldür” denilmiştir. 15 Temmuz’u unutmak gibi bir tehlike baş gösterdi ise bu 28 Şubat’ı unuttuğumuzdan olmasın? Aslında hiçbir şey unutulmuyor. Bilinç düzeyinde bazı şeyler hafızadan silinir gibi olsa da bilinçaltı okyanusunda bir yerlerde mahfuz durumda. Zaman zaman unutulan bazı şeylerin hatırlatılarak bilinç düzeyinde tekrardan canlandırılmasında fayda var. Bu yüzden hatırlamak ve hatırlatmak…

15 Temmuz darbe girişimi öncesinde Baran Dergisi’nde “Dünden Bugüne 28 Şubat” başlıklı bir yazı kaleme almış ve özetle şunları dile getirmiştim:

“28 Şubat tanımlaması sadece bir darbe adı değil aynı zamanda o günden bugüne yaşanan maddî-manevî işkencelerin ve yargı yoluyla işlenen cinayetlerin de adıdır… Sadece o ânın değerlendirmesiyle izah edilemez; geçmişten geleceğe uzanan kesintisiz bir tarih muhasebesini zorunlu kılar… Bunun, İslâma Muhatap Anlayış davasının “yaşanmaya değer hayat tarzı” perspektifinden yapılması zarurîdir… Malûm, darbenin Batı yaşam tarzı ve laiklik adına yapıldığı ilân edilmiş ve bin yıl süreceği iddia edilmişti… Bu iddiayı küçümsüyor değilim, bilakis ciddiye alınmalı ve geçen süre içerisinde elde edilen bütün kazanımlara rağmen gelinen nihaî nokta sorgulanmalı…
(…)
Postmodern darbe ve psikolojik hareket olarak tavsif edilen 28 Şubat darbesine karşı Müslüman Anadolu’nun cevabı da son derece net oldu; oylarımızla iktidara getirdiğimiz hükümeti devirebilir, okul kapılarını bacılarımıza kapatabilir, maddî-manevî işkencelerden geçirebilirsiniz ama asla bizi inancımızdan ve manevî değerlerimizden kopartamazsınız!.. ‘Cemaat’ kod adlı paralel yapı mensubları dışında kimse mağdur edebiyatına sığınıp taviz vermedi. Topyekûn direniş gösterilerek üniversite kapıları eylemlerle zorlandı. Bacılarımız okuma hakkından vazgeçti ama başörtüsünden vazgeçmedi. Unvanları alınan akademisyenler ve rütbeleri sökülen subaylar kayıplarını sineye çekti ama hiçbir şekilde boyun eğip mağdur edebiyatı yapmadı. Legal planda her türlü hak arama vasıtaları kullanıldı. Gerektiği yerlerde illegal eylemlerle silahlı mücadeleye hazır olunduğu dosta-düşmana gösterildi. Ayasofya ve Sultanahmet meydanlarını dolduran tarihî bir milyonluk miting ile Batı Çalışma Grubu’na gözdağı verildi; Sincan’da yürütülen tanklara mukabil, etten kemikten tanklaşan insanlar!.. Bu tablo karşısında darbecilerin psikolojisi bozularak, harekât geri püskürtülmüş oldu. Oluşan bu panik havası iledir ki darbe savunucusu ‘Hocaefendi’ Amerika’ya kaçmak zorunda kaldı…
(…)
‘28 Şubat süreci bitti mi?’ diye sorulacak olursa buna cevabım müsbet değil… Eğer bildik yerli aktörlerin işiyse 28 Şubat, darbeci general emeklilerinin TÜSİAD holdinglerinde iş kapmalarıyla bitmiş demektir… Yok eğer yerli aktörleri maşa gibi kullanan Emperyal-Oligarşik/Entelektüel/Derin bir yapının işiyse 28 Şubat, küresel ölçekte devam ediyor demektir… Etmiyorsa, Gezi Kalkışması nedir?.. Mısır’da Müslüman Kardeşler’e reva görülen nedir?.. Ehl-i Sünnet düşmanı, ahir zaman fitnesi, haricî-sapık kol (IŞİD, DAEŞ, DAİŞ) nedir?.. Güneydoğu Anadolu’da plânlananlar nedir?.. Yarın Anadolu için tasarlanan muhtemel hadiseler nedir?.. (Darbe girişimi olduğunu 15 Temmuz’da gördük.) Sorular, cevapları içinde olmak üzere uzatılabilir. Nihayetinde kıyamete kadar sürecek olan Hak ile Bâtıl arasındaki savaşta ister bir yıl, isterse bin yıl sürsün 28 Şubat sadece ara bir duraktır!
‘Akın başladı sürer, hangi kahpe düşleri saklarsa saklasın gece!’
Bu şiar ile mücadele her ân ve her şartta Allah’ın izni ile sürdü-sürüyor-sürecek!..” (Baran Dergisi 479. Sayı)

Kahpe düşleri saklayan o karanlık gece 15 Temmuz 2016 tarihinde zuhur etti… Sahnede yine tanklar vardı. İlk görüntü eski adıyla Boğaziçi, yeni adıyla 15 Temmuz Şehidler Köprüsü’nün Anadolu tarafını tutan tanklardan geldi… Bir müddet sonra tanklara eşlik eden F-16’lar sahne aldı… Garip ama evet bu bir darbe girişimiydi. Kim, neden, niçin, bu saatte mi? Sorular cevap buldu: Fetö’cü bir darbe girişimi ile karşı karşıyaydık. Başbakan ve Cumhurbaşkanının açıklamaları peşi sıra geldi: “Ölümüne direneceğiz!” Millet zaten yollara revan olmuştu. Darbeciler karşısında her renkten Anadolu insanı olmakla birlikte en ön safta başörtülü, sarıklı, cübbeli Müslümanlar… O geceye dair birçok çarpıcı tablo var: Tankın altına yatanlar, kafasını paletin önüne koyanlar, bir tabur askere tek başına meydan okuyan başörtülü bacılar… Vatan caddesinde tankın önünde duran, elleriyle tanka vururken bir yandan da darbecilere “Beni öldürmeye hazır mısınız?” diye haykıran gazeteci hanımefendi, tankın önüne gazeteciliğini, kariyerini, istikbâlini sermiş, “beni çiğnemeden geçemezsiniz” diyor… Başka bir yerde tanktan açılan ateşle etrafındaki erkeklerin hepsi sapır sapır yere serilirken, tankın karşısında tek başına kalmış başörtülü bir hanım tereddütsüzce sağ elini yumruk şeklinde havaya kaldırıp militan bir tavırla darbecilere meydan okuyor. Hainler bu güzide, militan tavırlı ev hanımını da vurdu!.. Ve bunlar gibi binlerce benzer kahramanlık hikâyeleri; uzun uzadıya yazıldı, yazılacak…

“Sincan’da yürütülen tanklara mukabil, etten kemikten tanklaşan insanlar!” 28 Şubat ile alâkalı yazıdan geçen bu tabirimiz, o günlere dâir abartılı bir güzelleme olarak okunmuş olabilir. Ama herhangi bir abartı olmadığını bütün dünya 15 Temmuz gecesinde gördü… Asil, Müslüman Anadolu insanının kendi öz cevherinde mahfuz bir keyfiyet ve ruh hâli olarak, kuvveden fiile çıkışına ve büyük bir zafer kazanışına şahitlik etti. Psikolojik harekâta karşı psikolojik, fiili harekâta karşı fiili mücadele ve zafer; Çanakkale ruhunun dirilişi!.. Şehid ve gazilerimiz var… Bandırma’da benzer bir saldırıyı birlikte göğüslediğimiz ve sonrasında tahliye olan gönüldaşımız Halil Kantarcı da şehid… Elbette gururluyuz ama Çanakkale’de yazılan destanın daha sonra toprağa gömülmesi gibi bir oyuna gelmemek şartıyla! Bunun da yolu 28 Şubat’ı da 15 Temmuz’u da unutmamak ve unutturmamaktan geçiyor.
28 Şubat ve 15 Temmuz mutlaka birbirleriyle bağlantılı bir şekilde ümmete, millete, vatana, geleneğe, kültüre, inanca yönelik iki menfur saldırı… Failleri belli olmakla birlikte, nihaî plânların da ne olduğunu tam olarak kestiremediğimiz ama bin yıllık ve yüz yıllık döngüde benzerlerini yazdığımız ağır bir saldırı altında olduğumuz aşikâr. 15 Temmuz’un sadece bir darbe girişimi olmadığı, aslında emperyalist bir işgal hazırlığı olduğuna dâir emarelerin ortaya çıkışı meseleyi başka boyutlara taşıyor… Kimilerinin kafası 15 Temmuz sonrası dank etse de biz bu tehlikeyi 2013 senesinde meydana gelen Gezi Parkı olayları ertesinde “Aylık” dergisinde yayınlanan “Taksim’e Yeni Düzen, Gezi Parkı’nın Ekonomi Politiği” başlıklı yazıda şöyle dile getirmişiz:

“(…) Bugün farklı hayat tarzlarına bağlı olarak içinde modernitenin kuşak çatışmasını da barındıran medeniyetler arası kutuplaşmanın getirdiği sorunları yaşıyoruz… Başlıkta geçen ‘Taksim’i semt adı olarak değil, ‘taksim: Pay, paylaşım’ olarak okuyun… Yazar, bugün semt olarak İstanbul Taksim’de meydana gelen hâdiselerin ve arkasında yatan emperyalist paylaşım plânlarının yarın bütün Anadolu için uygulanır olma ihtimali endişesini taşımaktadır. Bundan yüzyıl önce teşebbüs ettikleri fakat akim kalarak ertelemek zorunda kaldıkları menfur taksim planlarında olduğu gibi!.. Dünden bugüne tarihî, dinî, siyasî, iktisadî, hukukî hasılı insanımızı ve toplumumuzu ilgilendiren ne kadar ruhî, ahlâkî, ilmî meselemiz varsa tamamı ile derin bağlara ve kodlara sahip kompleks bir saldırı ile karşı karşıyayız… Anadolu toprakları büyük bir varoluş kavgası ve bunun getirdiği tarihî bir hesaplaşmayı yapıyor. Var olan kendi iç çelişkilerimiz ve son dönemde emperyal güç odakları ile girilen çıkar çatışmaları Anadolu coğrafyasını operasyonlara açık hâle getiriyor… Meselenin sadece çevre hassasiyeti ile ilgili olmadığı, ciddi bir provokasyonla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Sosyal-psikolojiye dayalı toplumsal mühendislik çalışmalarının kör gözüm parmağa açık bir şekilde yapılıyor oluşu bu düşünceyi kuvvetlendiriyor.” (Aylık Dergisi 106. Sayı)
28 Şubat’ta olduğu gibi 15 Temmuz’da da ABD ve İsrail’in işin içinde olduğundan şüphe yok. O gece İncirlik üssü tam faaliyette. Cumhurbaşkanı ve ailesini taşıyan uçağın gizli olması gereken uçuş kodları ve rotasının ânı ânına Stratfor adlı ABD Teksas merkezli istihbarat ve düşünce kuruluşu tarafından yayınlanması?  Stratfor, darbe gecesine bir nevi imzasını atıyor!.. 2015 senesinde vizyona giren ABD yapımı, Soğuk Savaş dönemini konu alan filmin son sahnesinde bitiş cümlesi şu: “Gelecek sene İstanbul’da buluşuruz…” Darbeyi bir sene öncesinden ifşa eden bu cümle 15 Temmuz’da İstanbul Büyükada’da toplantı yapan CIA ajanları ve bilmediğimiz başka yerlerde toplanan ajanlarla birlikte ayniyle vakî… Darbe soruşturmasında Büyükada toplantısı hakkında tahkikat yapılıyor mu acaba?

15 Temmuz’a dâir en önemli tesbitlerden biri Fetö’nün 28 Şubat’ta da darbe girişiminin içinde olduğuna dâir eski Fetöcülerin itiraflarıydı… Refah-Yol hükümetinin düşürülmesi için Aydın Doğan medyası ile girişilen işbirliği malûm… “Yurtta Sulh Konseyi” adına okunan darbe bildirisi ile “Batı Çalışma Grubu”nun 28 Şubat’taki açıklamaları arasındaki benzerlik ve laiklik vurguları açık… Mesaj alınmış olmalı ki darbe teşebbüsü gecesinin ardından tutulan nöbet mitinglerinde, altı çizilerek “opera binası da yaptık” ifâdelerini ve ısrarla demokrasi şehidliği kavramına atıf yapılmasını gözden kaçırmıyoruz. Halbuki milletin sinesinde vatan, millet, din, iman derdinden başka ne lâikliği, ne demokrasisi, ne opera binası!.. Zaten bir müddet sonra demokrasi şehidliği yerini İstiklâl şehidliği kavramına bıraktı.

Hâdiseler öyle hızlı cereyan ediyor ki takip etmekte zorlanıyoruz. Film senaryosu izler gibi yahut da sanal gerçeklik oyunu oynar gibi… Henüz darbe girişimi hakkında gerçeklere tam vâkıf olamadan, her biri ayrı muamma seri eylemler. Profesyonellik düzeyi yüksek bombalı saldırılar; Ankara’da Rus Büyükelçisi’nin bir polis tarafından infazı ve Reina saldırısı… Yılbaşında, bir gecede 28 Şubat günlerine dönüverdik! Reina ile laiklik ve yaşam alanlarımıza Müslümanlar saldırıyor şirretliğiyle başta Cübbeli Ahmed Hoca gibi şahsiyetler olmak üzere Müslümanlar düzmece iddialar ve suçlamalarla hedef hâline getirildi. DAİŞ’in yaptığı bir eylemden dolayı Cübbeli’yi suçlamak ne kadar da vicdansızca bir yaklaşım. Cübbeli Ahmed Hoca ki kelle koltukta DAİŞ’e karşı en büyük mücadeleyi veren kişi… Cemaat mensuplarına 15 Temmuz gecesi darbecilerin karşısına dikilmelerini telkin eden isimlerden biri… Cübbeli Ahmed’in şahsında Müslümanlara yapılan saygısızlıkları kınıyoruz. Bu hususta malûm lâikçi basın yanında güyâ 15 Temmuz İstiklâl şehidlerini savunan basının tavrı da dikkat çekici! Belli ki henüz taşlar yerli yerine tam olarak oturmuş değil; 28 Şubat’ı, 15 Temmuz’u unutmadan, unutturmadan şuurlu bir şekilde izlemeye devam…


Bolu F-Tipi Cezaevi
B-2-7-33

Baran Dergisi 528. Sayı