Herhangi bir aşkı, herhangi bir ideali ve bunlara bağlı imanı olmayan insan, özü olmayan kabuk gibidir. Aşk ve imanını yitiren insanlığını da yitirir, kuru bir ceset hâline gelir diyebiliriz. Böyle bir fert nebatî hayatını sürdüren, adeta yürüyen ölü olur. Zevksiz, renksiz, şahsiyetsiz, samimiyetsiz ve adeta bir robot hâline gelir. Böyle insana yaşadığı ve kutsadığı hayat da sıkıcı ve bayat gelir. İşin ruhî boyutu da olmadığı için hayattan zevk alamaz olur. Aldığı zevkler ise bedenî hazlara dayalı ve neticede iç doyumsuzluğunu artırmaktan başka bir şeye yaramaz. Öyle ki kendi kendisiyle baş başa kalmaktan çekinir hâle gelir. Devamlı bir şey tüketmekten ve nefsanî zevkler peşinde koşmaktan yorgun ve huzursuzdur. Başta telefon olmak üzere elektronik oyuncaklara kendini verir. Çünkü iç huzuru yok, moda deyişle kendisiyle barışık değil. Devamlı tüketecek yeni şeyler arar; fakat tükettikçe açlığı artar. Buna insandaki yenilik ve değişiklik arayışı denemez, bu, aç gözlülük ve doyumsuzluktur, huzursuzluk hâlidir. Modern-Kapitalist hayatın insanı getirdiği bir nokta, tüketim toplumu dedikleri insanı tüketiyor ve bu tatminsizliklere karşı oyuna, eğlenceye, hayır kurumlarına ve hatta dine yönelmek söz konusu. Fakat temeldeki ruhî açlık duruyor. Yürekten gelen bir iman ve ideal olmadığı için kişiyi hiçbir şey inşa ve ibda edici olmuyor; gerçek bir mistiklik (aşk-vecd) de vermiyor. Aslında dini veya inandığını söylediği fikri de içselleştiremiyor, ondan ruhî bir zevk duyamıyor, dolayısıyla onunla zenginleşemiyor ve onu da zenginleştiremiyor, yani ne kendisi onunla yürüyor ne de onu yürütüyor. Aslında inandığı fikre veya dine yük oluyor, çevresine olduğu gibi gelişen, üreten ve zenginleşen biri değil. Onun için toplumda didişmeler artmakta ve tartışmalar seviyesizleşmekte…

Yazının devamı için TIKLAYINIZ