Selâm ile…

Müesses dünya nizamı denildiğinde akla gelen ilk devlet hiç şüphesiz ABD’dir. Bu devlet köhnemiş dünya düzeninin “süper gücü”dür. 1776 senesinde bir savaş neticesinde İngilizlerden bağımsızlığını kazanan bu devlet, WASP (Beyaz Anglo-Sakson Protestan) zihniyetinin bir ürünüdür ve bu zihniyet tarafından asırlardır yönetilmektedir. Üstelik toplumu, devletin meşruiyetinin dayandığı sacayaklarından biri olan “millet” olma özelliğine bile kavuşamamış olmasına mukabil ABD, uzun yıllardır sistemin hâkimi konumundadır; tek müşterek paydası “para” ve “menfaat” olan insan topluluklarından müteşekkil bu devlet, 19. yüzyılın son demlerinden bugünlere dünya siyasetini dizayn etme çabası içerisindedir.

Esasında, 2000’li yılların başlangıcına kadar dünya siyasetini yönetme ve menfaatlerini azami noktada tutma hususunda başarılı da olmuşlardır. Menfaatleri uğruna insanların açlık ve savaşlar sebebiyle ölmesini, sakat kalmasını, evinden-yurdundan olmasını hiç umursamamış; aksine dünyanın dört bir yanında çıkarttıkları yangını büyük bir keyifle izlemişlerdir. Dünyanın en nefsanî anlayışına sahip olan Amerika’nın sahipleri(!), tıpkı dışarıda yaptıkları gibi içeride de baskıcı bir yönetim sistemi oluşturarak kendi dışındaki tüm grupların kolunu kanadını kırmıştır.

Baskı altında tutulan grupların en önemlisi Afro-Amerikalılardır, siyahîlerdir. Ataları geçmişin köleleri olarak zulüm gören bu insanlara karşı, sözde köleliğin kaldırılmış olmasına rağmen hor gözle bakılmış, müthiş bir baskı politikası uygulanmıştır. Irkçılığın merkezi olarak niteleyebileceğimiz Amerika’da zaman zaman siyahîlerin protesto gösterileri yaşanmıştır; fakat 2008 krizinden sonra kitleyi bir arada tutan tek unsurun, yani refah düzeyinin düşmesiyle, tepede siyahî bir başkan olmasına rağmen daha çok siyahî, polis tarafından öldürülmeye, yargı tarafından haksız yere cezalandırılmaya başlandı. Son birkaç yıldır da dozu her sene daha fazla artmak suretiyle bu protestolar tabiî bir hâl aldı.
Geçtiğimiz günlerde yine Amerikan polislerinin iki siyahîyi ortada hiçbir sebep yokken öldürmesinin ardından başlayan gösteriler ülke çapına yayılmış ve “iç savaş” ihtimalinden söz edilmeye başlanmıştır. Bu duruma rağmen ABD’nin dünyaya ayar verme derdi hâlâ devam ediyor. Hiç şüphesiz dıştan içe aktardıkları kaynakların ortadan kalkmasıyla gelirlerini başka insanlarla paylaşacak ve ekonomik olarak daha büyük sıkıntıya düşecek olmanın verdiği endişe, artık içte karışıklıklarla ve ekonomik sıkıntılarla boğuşan, dışta ise sözü dinlenmemeye başlayan bir devlet hâline gelecekleri, yani artık süper güç vasfını kaybedeceklerini gösteriyor…
Kapağımızı bu mesele etrafında yaptık ve “Amerika: Süper Kargaşa” manşetini attık. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe “Cüceler ve Devler”, Faruk Hanedar “Beyaz Anglo-Sakson Protestan Zihniyetin Yönetme İhtirası” ve Çakal Carlos (Salim Muhammed) “ABD’de Siyahîlerle Polisin Çatışması” başlıklı yazılarında farklı veçhelerden ele aldılar. Bu mesele ile alâkalı olarak Yeni Şafak Gazetesi yazarı Merve Şebnem Oruç ile de bir mülakat gerçekleştirdik.

Fatih Turplu, “Doğru Yanlış Bildiklerimiz – Namaz’da” başlıklı yazısının ikinci bölümüyle dergimizde…

Baran Demir, “Hazreti Muaviye (R.A.) Ashabın Perdesidir” başlıklı yazısında ashaba saldıran bir müfteriye tepkisini dile getiriyor.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun ilk üç cildi kitaplaştırılan eseri “Ölüm Odası B-Yedi”nin 321. sayısının alt başlığı “İç Duygusu ‘Mavera Dede’”…

Abdullah Kiracı, “Ebussuud’a Göre Para Vakıfları”nı işlemeye devam ediyor.

Gülçin Şenel, “Bitmeyen 28 Şubat’ın Firarisi” başlıklı yazısında Sebahattin Arslan’ın “Firari” kitabından bahsediyor.

Dergimizde ayrıca sizler için derlediğimiz haberler de var.

Gelecek sayımızda görüşmek üzere…

Allah’a emanet olun…