Selâm ile...

Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail, uzun yıllar sergiledikleri mizansenin perde arkasında İran ile bir ittifak hâlinde idi. O dönem sebebini izah edemediğimiz bir şekilde aniden başlatılan nükleer müzakereler sonrasında bu ittifakın ete kemiğe büründüğünü gördük. Bu ittifakı izah edebilmek için, evvelâ İran kimdir suâline yanıt bulmak gerekir.

İran, varlığı Ehl-i Sünnet Vel Cemaat’in zayıflığına bağlı ve bu bakımdan Yahudi’nin kader ortağı olan, her ne kadar kendisini İslâm dairesi içinden bir mezhep gibi lanse ediyor olsa da, esasında İslâm kisvesi altında bambaşka bir din vaaz eden Şiîlerin devletidir.

Son beş asırdır Müslümanlara düşmanlık ve kâfirlere dostluğuyla nam salmış İran, bugün yeniden Ehl-i Sünnet Vel Cemaat’in dizginlenemez yükselişi önünde, Batı ile işbirliği hâlinde tarihî misyonunu üstlenmekle meşgul. Hani Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu geçtiğimiz senelerde “şartlar Türkiye’yi tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor” demişti ya; tam da bu ifâde çerçevesinde diğer devletler de kendi tarihî misyonlarını üstleniyorlar... İran’a düşen misyon da tıpkı eskiden olduğu fitne, fesat, takiyye ve hainlik... Yani İran tarafında değişen bir şey yok, Acem’in İslâm’a düşman en kara yüzünün her zamanki mümessilliği...

Yahudi için olduğu gibi, İran için de Ehl-i Sünnet vel Cemaat’in yani Müslümanların güç bulması, bir varlık yokluk meselesidir. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet vel Cemaat’in kalesi olan Anadolu’nun hali, daha doğrusu halsizliği İran için hayatî ehemmiyet arz eder.

Batı eliyle tüm İslâm coğrafyasını bir yüz yıl daha tarassut altına almak adına Anadolu merkezli olarak ortaya konan “Ilımlı İslâm-FETÖ” projesinin 15 Temmuz sonrasında tamamıyla çökmesinin akabinde ABD, Anadolu’dan ümidi tamamen kesip bölgedeki tabiî müttefiki İran ile işleri daha da pişirmeye başladı. Müslümanlar üzerinden yaptığı uzun soluklu ve maliyetli hesapların artık tutmayacağına kani olarak İran’a yönelen ABD, İran’ın taşeronluğunda bölgeyi yeniden düzenleme seçeneğine bütün yatırımını yapıyor. Ana hedefin Anadolu olduğu ise aşikâr…

ABD planlarını güncellerken, ideolojisi olmayan her aksiyoner gibi esasında son derece tutarsız bir siyaset izliyor ve bu gidişle taşıdığı taşlarla asla bir bina değil, ancak bir taş yığını sahibi olacak. Türkiye’nin, madde planında güçlü olsa da tutarsızlık ve açmazlar içinde olan ABD karşısında durabilmesinin biricik şartı, en küçük aksiyonun bile verimlendirileceği İslâmî bir dünya görüşüne göre devleti yeniden yapılandırmaktan geçer. Şiâ ve Mezhepsizlik denklemi içinde Türkiye, tarihî, sosyolojik ve siyasî bakımdan istese de istemese de Ehl-i Sünnet Vel Cemaat’ten taraf olmak zorundadır. Zira 15 Temmuz sonrasında bunun aksi istikamette seyretmenin imkânı yoktur.

Kapağımızda bu meseleyi değerlendirdik ve “ABD’nin BOP’taki Yeni Ortağı İran! Hedef Türkiye!” manşetini attık. Kapak mevzumuzu, Ömer Emre Akcebe, “Şiî-Yahudi-Haçlı İttifakı” başlıklı yazısında işledi.

Faruk Hanedar, “Millî Cephenin Güvencesi” başlıklı yazısında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ve MHP’nin 15 Temmuz sonrası süreçteki tavrını değerlendiriyor.

Fatih Turplu, “Zobalarında Guru da Meşe: Görüyon Değmi Türk’ü...” başlıklı yazısında 15 Temmuz kahramanlarından Kazanlı Gazi Mustafa Amca’dan yola çıkarak, bir Anadolu türküsündeki gerçek bir yiğitlik hikâyesini mevzu ediyor.

Çakal Carlos (Salim Muhammed), “Tarihin Görmediği Musul Savaşına Doğru” başlıklı yazısında Musul operasyonları çerçevesinde yaşanan hâdiseleri ve Türkiye’nin tavrını analiz ediyor.

Bu hafta, Gazeteci-Yazar Ömer Turan ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Turan’ın “Siyonizm ve Emperyalizmin Bölgedeki Karakolu İran!” dediği röportajı alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dünya ve kâinat planını farklı bir veçheden ele aldığı “Ölüm Odası B-Yedi” 336. bölüm ve “Nokta Yine Yeni...” alt başlığı ile devam ediyor.

Geçtiğimiz hafta yazarımız Mevlüt Koç’un, Star Açık Görüş’te “Toplumun İstihâleleri Nisbetinde Sanatı da Başkalaşır” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Bu yazıyı sizler için iktibas ediyoruz.

Gülçin Şenel, Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan ve reddeden yazarların “Nobel Konuşmaları”nı ele alıyor.

Sizler için derleyip yorumladığımız haberlerle birlikte bu haftanın muhtevası böyle...

Gelecek sayımızda görüşmek üzere...

Allah’a emanet olun...